Ben! Senin o münevver tebessümlerine karşı:
–“Seni seviyorum: bu aşk-ı mahmûmun vüs’at-i bî-pâyânını “sevmek” kelimesinin umk-ı şi’riyetinde mündemiç olan o esîrî mânalar, o semâvî, muhteris samimiyetler oh… bütün o nezih ve münevver emeller ihata edemez. Evet, sevgilim, o kadar severim ki…” dediğim zaman:
– “Emin ol”, derdin, değil mi? “Emin ol ki bu bî-pâyânî-İ muhabbetinin semâî ebediyetinde mütemayil, vefadâr; evet bu aşkın gibi sermedi bir kalb-i sevdâkâr; ebediyen pervaz edecektir”, der ve bir hummâ-yı garâm ile titreyen ellerimi, nazik tombul parmaklarınla tutarak; hafîbir ihtilâc-ı ca’liyetle çarpan o saf kalbin üzerine vaz’ederek, mütehekkim bir vakar-ı neseviyyetle ilâve ederek:
– “O kalb de, şu ellerinin altında çarpınan kalb-i müştakımdır!…”
(Musavver Terakki, 21.11.1901)