Bazı şeyleri yazmaya cesaret bulamıyorum. Yazarken sanki her şeyi yeniden yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Ama inat ediyorum işte. Çünkü ancak bu şekilde hafifleyebileceğime inanıyorum. Kendimle ilgili kötü anları yazmak, korkularımla yüzleşmeye dönüşüyor bir noktada. Kendimle ilgili çok fazla şeyi saklıyorum satırlarıma. Sen hiç fark ettin mi beni?
Sözün tükendiği yerin kilometrelerce ötesindeyim şimdi. Boş bir otobüs durağına yakınım, hissediyorum. Etraf sisle süslüyken ben beni göremiyorum aslında. Etraf yasla süslüyken kimse kimseyi göremiyor hatta. Hiç düşündün mü yaprakları dökülen çiçeğin hüznünü? Ömrü tükenen kelebeğin çaresizliğini ya da kanadı kırılan bir serçenin hapsolduğu esareti? Düşünüyorsun elbet. Tam olarak bu olayları olmasa da bunların verdiği hissiyatı ezbere biliyor olmalısın. Penceresinden yağmurlu bir günü izleyebilmeyi özgürlük sayanlar var. Yağmura karıştığı için özgür hissedenler var. Yağmurda ıslanmak zorunda olduğu için kaderine öfke duyanlar var. Hayat nereden baktığınla ilgili. Ne çok ihtiyatlı olmanın faydası var, ne de çok fazla dağıtmanın. Orta yolu bulabilmek ince bir ipte yürümek gibi. Eğer denge konusunda kötüysen düşebilirsin ve düştüğünde toprağın seni ipek bir çarşaf gibi sarıp sarmaladığını hissedemeyeceksin. Elinde bir demet hırsla nereye gidiyorsun bilemem ama ne kadar toplarsan topla mezarına götüremeyeceksin onları. Toprağın altında yalnızca sana yer var.
Yeşil yapraklarla süslü, dikenli dalların arasından geçiyorum. Yolumu açmak için her hareket edişimde dikenler tenimi kırmızıya buluyor ama yılmıyorum. Hissettiğim acı kelimelerin ötesine taşınıyor göçmen bir ırk gibi. Eline kalem tutuşturmuş minik bir kız çocuğu çalılıkların arasında. Yazamıyor. Nasıl yazacağını bilemiyor ama öyle şeyler hissediyor ki anlam veremiyor.
Asla anlaşamadım yaşıtlarımla. Farklı oyunlar oynamak istedim. Arkadaşlarım evcilik oynarken, ben küçük bir çimenliğe kendimce değerli bir eşyamı gömerek adım adım saydığım haritamı oluşturdum. Her zaman her şeyin daha fazlasını istedim. Büyümüş de küçülmüş dedikleri bendim. Bu yüzden her bilmiş çocuk gibi pek sevilmedim. Büyümek istemezdim annem beni kucağına alamayacak diye. O zamanlar küçük bir bedene hapsolmuş yaşlı biri gibiydim. Şimdilerde bir şeyler denk oldu ancak çocuk olmayı yeni yeni öğreniyor gibiyim. Kaç kişi var içimde? Saymadım hiç. Sayamayacağım kadar çoklar ve ben sayamayacak kadar yorgunum.
Konudan konuya geçiyorum yine, farkındayım. Aynı anda çok fazla şey düşünüp bunların yalnızca bir kısmını aktarabilmenin değeri belli olmayan getirisi işte. Neler yaptın bugün? Nasıl geçiyor günün? Balkonda toprağı kuru olan boş saksına ne zaman çiçek ekeceksin? Günlerdir tezgâhta başı boş duran o bardağı ne zaman kaldıracaksın? Karaladığın birkaç sayfa var kendini gizlediğin defterinde. O sayfaları ne zaman yırtacaksın? Yarım kalan kelimelerini unutmamak lazım, ne zaman tamamlayacaksın?
Elinde bir demet yalnızlıkla nereye koşturuyorsun bilmiyorum. Ellerin kir içinde, görmüyor musun? Bir derenin kıyısına, ıslak topraklara sokul ve yara bere içinde kalan ellerini yıka. Bırak yalnızlıklarını akıntıya. Kalabalığa karış demiyorum ama yağmurun tadını pencereden izleyerek çıkaramazsın. Yağmurdan kaçarak alnındaki çizgileri karalayamazsın. Rüyalarını kontrol edebilirsin belki ama hangi rüyayı göreceğini sen seçemezsin. Yağmurun seni kirpik diplerine dek ıslatmasına izin vermediğin sürece, yaşadığını iddia edemezsin.
Çağla Fulya