Esin
Yeni güne gözlerimi açtığımda yatakta huzurla gerindim. Yalnız olduğumu anlamam yalnızca birkaç saniye sürmüştü. “Daha ilk günden verdiği sözleri tutmayan bir koca mı oldun?” diye sordum uyku sersemi bir ses tonuyla.
Yakın zamandaki anılarımdan uzaklaşıp bulunduğumuz zamana geri döndüğümde az önceki huzurlu anılara tezat bir huzursuzluk kaplamıştı içimi. Lavabodan ya da bir yerlerden çıkmasını bekliyordum Ömer’in. Onu gündüz gözüyle görmek için sabırsızlanıyordum. “Ömer?”
Bekleyişim devam etti. Dayanamayıp kalktım ve lavabonun kapısını defalarca çaldım ancak ses yoktu. Dakikalar yerini saate bıraktı. Bende telefon numarası bile yoktu. Yüreğimde tuhaf bir korku boy gösterdi. Terk mi edilmiştim? O halde benimle niye evlenmişti? Neler oluyordu böyle? Üstümü başımı düzeltip çantamı aldım. Odadan ayrıldığımda ancak fark ettim anahtarı içeride unuttuğumu ama umurumda değildi.
Butik otelin resepsiyonuna indiğimde danışmadaki görevliye yaklaştım ve Ömer’i görüp görmediklerini sordum. Dün gece giriş yaptığımız ve burada kaldığımız bir gerçekti ama duyduklarım beni daha çok korkmaya sürüklemişti. Ömer adına ya da benim adıma bir rezervasyon bulunmuyordu. Söylediklerine göre sunucularında bir sorun olmuştu ve yakın zamana ait kayıtlar silinmişti.
Otelden ayrılıp sokakta kararsızca dolaşmaya başladım. Gözüm onu arıyordu. Yanımdan geçen insanlara çarpıp duruyor ve küçük kalabalıkları geçerek ilerliyordum ama hiçbir yerde yoktu. Geldiğim yerin neresi olduğunu bilmiyordum ve oteli de göremiyordum. Yabancı bir yerde olmanın verdiği tedirginlik eklendi üstüne, hissettiğim korkunç hislerin. Canım yanıyordu. Ben ne yapmıştım? Neden hiç tanımadığım bir adamla evlenmiştim? Ben nasıl bir aptaldım ki bir anlık gaflete kapılıp böyle bir hataya düşmüştüm? Elbette ki elim boş kalacaktı, ne bekliyordum?
Çantamın içindeki cep telefonumu çıkarıp annemi aradım. Telefona birkaç çalışta cevap veren annem, “Efendim?” dedi.
“Neredesiniz?”
“İskeleye gidiyoruz canım. Seni Ömer mi getirecek?”
“Anne hiç mi merak etmiyorsun beni? Ne demek Ömer mi getirecek? Allah kahretsin onu!”
“Kızım tamam, sakin ol konuşuruz bunları. Gel o halde sen de. Valizin bende zaten.”
“Tamam,” dedikten sonra aramayı sonlandırıp telefonu çantama koydum.
Tüm kalp kırıklıklarımın, aptallıklarımın ve elime yüzüme bulaştırdığım bu saçmalığın yükünü sırtladım. Her adımda daha da ağırlaşıyordu. Şimdi ne yapacaktım hiçbir fikrim yoktu. Tek düşünebildiğim buradan hızlıca uzaklaşmaktı. Düşünmek istemediklerim ise dün gece olanlardı.
Önceki Akşam…
“Annen hangisi?” diye sordu Ömer.
“Gelinle oynayan,” dedim hâlâ yürürken.
“Tanışalım o halde.”
Ah ben ne yapıyordum böyle? Buna bir son vermeliydim. Ömer’in kolunu tutup onu durdurmaya çalıştım ama pek de etkili bir girişim olmadı.
Annemin yanına vardığımızda annem birden oynamayı kesip bize döndü. Beyazlar içerisindeki Yasemin de aynısını yapmıştı ve kavgaya hazırlanan bir kadın edasıyla ellerini beline yerleştirmişti. Birkaç arkadaşım daha bele el yerleştirme savunmasını aldı. Gerilmeye başlamıştım, hatta korkmaya.
“Esin,” dedi annem. “Neler oluyor?”
“Merhaba efendim,” diyerek annemin tüm dikkatini çekti Ömer. “Ben Ömer. Esin’in erkek arkadaşıyım.”
Yüzünden sayısız ifade geçen annem şaşkınlıkta karar kıldı. “Bu böyle ulu orta zamansız mı olur?”
“Haklısınız ama tutamadım kendimi. Esin öylesine özel biri ki, böyle bir kıza annelik eden kadını tanımam gerektiğini düşündüm.”
“Bak çocuğum,” dedi bana bile nadiren gösterdiği şefkatiyle. Çevresine kısa bir bakış attı. “Esin’in babası bunu hoş karşılamaz. Hem Esin bize senden hiç bahsetmedi, olmaz böyle. Sen şimdi git, müsait bir vakitte ailenle beraber gelirsin tanışmaya.”
“Çüş!” dedim birden. “Daha onu tanımıyorsun bile ama resmen kızımı istemeye gelin dedin!”
Ömer elimi sıktı. “Sakin ol sevgilim. Annen böyle düşünmekte haklı.”
“Tabii ki,” dedi annem. “Kızımla gönül eğlendiriyorsan onunla işin ne?”
“Haklısınız efendim. Kızınızla gönül eğlendirmiyorum ayrıca.” Bakışlarını bana çevirdi. “Tek derdim ona iyi bir eş olabilmek.”
“Oha!” dedim birden. “Daha beni tanı…” demiştim ki, Ömer beni böldü hızla. “Bunları konuşuruz hayatım.” Tekrardan anneme yöneldi. “Eğer izniniz olursa Esin’i biraz dolaştırmak isterim. Düğün de bitmek üzere zaten.”
“Olur olur, gezin siz.” Bir avcı edasıyla müstakbel damadına sevecen bir bakış attı. “Dediklerimi de sakın unutma. Ailenle ziyaretimize gelin de tanışalım.”
“Tabii efendim.”
Ömer, beni buraya sürüklediği hızla değil, sahilde dolaşma temposuyla çıkışa yönlendirdi. Tek kelime etmiyordum. Yalnız kalacağımız anı bekliyordum sadece. Bir de annemin tepkisini düşünüyordum. O da neydi öyle?
Düğün alanından epeyce uzaklaştığımızda Ömer’in elini bırakıp karşısına geçtim. “Sen ne yaptığını sanıyorsun?”
“Hayatını kurtarıyorum.”
” Hayatımı kurtarmıyorsun, daha da berbat ediyorsun. Şimdi onların gözünde bir kez daha kaybetmiş olacağım ve ısrarları daha da artacak. En sonunda sokaktan geçen bir adamı tutup evlenecek ve saçma sapan bir hayat yaşayacağım.”
“Buna gerek yok,” dedi umursamaz bir tavırla.
“Anlamadım?”
“Evlen benimle.”
Ağzım açık bir halde başım öne düştü. “Ne?”
*
“İşte odamız.”
İçeri girdiğimizde Ömer kapıyı kapatırken ben de odanın ortasına doğru ilerledim. Sadece birkaç saat önce olanları düşünmek bile korkutucuyken yaptığım şeyin çılgınlığıyla yüzleşmek için de delicesine can atıyordum. Ben ya kafayı yemiştim ya da evrim geçirmiş ya da evrime kafa göz… Her neyse. Ömer’e doğru döndüğümde ellerini ceplerine sokmuş bir vaziyette duvara yaslandığını fark ettim.
“Şimdi ne olacak?” diye sordum tereddütle.
“Uyuyacağız.”
“Ben… Tabii ki. Yani demek istediğim… Şey… Hani biz evlendik ya.”
Yanıma yaklaşıp yüzümü ellerinin arasına aldı. “İnan bana, sarılıp uyumak da evliliğe dâhil.”
Gülerek bakışlarımı kaçırdım. “Onu demek istemedim.”
“Ne güzel,” derken başparmaklarıyla elmacık kemiklerimi okşadı. “Kızarıyorsun.”
Gülümsemem yüzümde donuk bir hal aldı. Elleri yavaşça boynuma kaydı ve Ömer aramızdaki mesafeyi kapatıp alnıma minicik bir öpücük bıraktı. Nefesim kesilmişti.
Ayrıca… Bunu gerçekten yapmış mıydık? Kesinlikle çıldırmıştım.
“Peki gerçekten ne olacağız?”
“Bilemiyorum. Seni tanımak istiyorum ve bunun için bolca vaktim olacak. Ailene gelecek olursak…”
Annem ve babam aklıma gelince tuhaf bir histeri krizine tutuldum. Kahkahalarım odada yankılanırken hıçkırıklara dönüştü. Bu gece öyle saçma şeyler olmuştu ki şu an içinde bulunduğum hal kaçınılmazdı. Hıçkırıklarım sessizleşirken gözyaşlarım akmaya devam etti.
Gözyaşlarımı sildi başparmaklarıyla. “Bir daha ben yokken hiç ağlamayacaksın. Gözyaşı kuralımız var artık, tamam mı?”
Başımı sallarken hâlâ akıyordu gözyaşlarım. Daha birkaç saat önce tanıdığım bir adama inanmak, en mahremim olan gözyaşlarımı ona sunmak yersizdi ama içimde, derinlerde bir şey beni buna zorluyordu. Hayır, bu zoraki de değildi. Bu tamamen kendiliğinden olan bir şeydi.
“Onların yeri benim omuzlarım,” diye devam etti. Beni kendine çektiğinde başımı omzuna yasladım ve akmaya hazırlanan gözyaşlarımın tümünü serbest bıraktım. “Geri kalan her şeyin gibi yeri benim yanım.”
“Beni tanımıyorsun bile. Bana karşı derin şeyler hissediyormuş gibi konuşma lütfen.”
“Beni tanımıyorsun bile ama benimle evlendin,” diye karşılık verdi.
“Aileme bir başkaldırı. Sen olmasan başkası olacaktı.”
Gülerek benden uzaklaştı. “Ah, bu kalbimi acıttı.”
“Kalbi olan adamlardan mısın?”
Bana yeniden yaklaşıp elimi aldı ve göğsünün üzerine yerleştirdi. Kalbi, avucumun altında delicesine bir ritim tutturmuştu. “Bir şeyler oluyor Esin. Bir hız trenindeymişim gibi hissediyorum. Bu saçma. Bu yersiz ve son derece gereksiz ama kimin umurunda? İzin ver bunu beraber keşfedelim. Seni tanıyalı bir gün bile olmadı ama sanki yıllardır hayatımın kıyısındaymışsın gibi hissediyorum. Belki de ruhum ruhunu tanıyordur.”
Ona sarılırken buldum kendimi. Onun kollarına sığınmak huzur vericiydi. Hayat sürprizlerle doluydu. Hayat, bilinmezlerle ve tesadüflerle doluydu.
“Sence yıllar sonra o gece iyi ki kaybolmuşum diyecek miyim?”
Beni kollarında sımsıkı tutmaya devam ederek, “Sık mı kaybolursun?”
“Çok fazla. Yön duygum hiç yoktur.”
“O halde iyi ki kaybolmuşum demen için elinden geleni yapacağım ve elini, seni hiç bırakmayacağım ki bir daha kaybolmayasın.”
Gülümsedim. “Beni kaybetme.”
“Seni kaybetmeyeceğim Esin.”
Derin bir nefes alıp güzel kokusunu içime çektim. “Sabah uyandığımda burada olacak mısın?”
“Elbette.”
Gözlerimi kapatıp kendimi uykunun tatlı huzuruna teslim ettim. Gece boyu sıkça uyandım ve ona yeniden sarıldım, bana defalarca sarılmasının, ara sıra saçlarımı okşayıp öpmesinin tadını çıkardım. Bölük pörçük olan bir uykunun hiç bu kadar tatlı olacağını düşünmezdim.
Günümüz…
Dün akşama dair anılarımdan sıyrılmakta zorlanıyordum. Sürekli hissettiğim karmaşayla yüzleşiyor ve bu labirentten bir türlü çıkamıyordum. Ben ne yapmıştım böyle? Nasıl böyle bir saçmalığın içine düşmüştüm? Hiç tanımadığım bir adamla evlenmek de neydi? Umarım Ömer denilen o adam kaptan tarafından kıyılan nikâhın tamamlanması için gerekli evrakları ilgili mecralara ulaştırmazdı. Aksi takdirde kıyılan nikâh kalıcı ve kesin olacaktı. Hem zaten böyle bir şeyi neden yapacaktı ki? Bence verdiği karardan pişmanlık duymuş ve sabahın erken vaktinde beni bırakıp gitmişti. Aksine inanmak Polyannacılık oynamakla eşdeğerdi. Elbette nikâhın tamamlanmasını sağlamayacaktı. Bunu yapmak için hiçbir sebebi yoktu.
Sebebinden bir haber olduğum gözyaşlarım yanaklarımda ince yollar çizerken annemin bana hâlâ yüklenişine anlam veremiyordum. Ömer’le ayrılmamızdı tek derdi. Ne zaman başladığı bile sorun değildi bu ilişkinin. Onun nazarında ben bir kez daha kaybetmiş evde kalmış kız kurusuydum. Yılın Annesi Ödülü’nü ona takdim etmek için delicesin bir istek duyuyordum. Tüm Zamanların Yanlış Karar Kraliçesi ödülü ise kesinlikle başıma konmuştu ve kaçacağım tek kelle avcısı yine kendimdi. Kendi fermanını imzalamaktan bıkmayan bir kadın olarak şunu söyleyebilirim ki… Bu da neydi? Bu burnuma ulaşan koku da neyin nesiydi? Çok tanıdık, çok bilindik… Aslında unutmak isteyeceğim birine ait bir koku. Bütün gece beni sarıp sarmalayan bir koku…
Deniz otobüsünün gerçek bir otobüsü andıran koltuğundan adeta fırlayarak ayağa kalktım. Telaşla annemin önünden geçerken yoluma taş misali koyduğu bacaklarına zarar vermemeye gayret ettim.
“Nereye Esin?” diye sorduğundaysa onu duymazdan geldim ve kokunun geldiği yönü takip etmeye başladım.
Dar koridorda seyahat halindeki insanların arasından geçerek deniz otobüsünün üst kat merdivenlerine dek yürüdüm. Burada daha da yoğun bir hal alan kokuyu derin bir nefesle içime çektim. İçimdeki Sherlock’u özgür bırakan bu koku Ömer’den başkasına ait olamazdı.
Sinsi bir gülümseme eşlik etti kurumaya başlayan gözyaşlarıma. “Şimdi seni mahvettim!”
Çağla Fulya & Agâh Ensar Can
One thought