Son Aşkım #2 | Toprak ve Gökyüzü

Son Aşkım hikâyesinin ilk bölümünü okumak için tıklayınız.

Eğer sevdiğin yanındaysa gurbette sayılmazsın çünkü asıl gurbet yanında sevdiğinin olmamasıdır. Öyle ki Adnan’ın ömrü, adına gurbet dedikleri bu ülkede geçmişti fakat yine de hissetmemişti gurbetini bugün hissettiği kadar. Eşi Zehra’nın sevgiyle bakan toprak rengi gözleri yetmişti ona yıllar boyunca. Zehra’nın o sıcacık bakışlarını Adnan kendine memleket edinmişti. Ama yoktu artık bakışlarını kendine memleket edindiği kadın hayatta. Belki de bu yüzden son günlerde gurbeti bu denli hisseder olmuştu Adnan. 

“Senin gözlerinin rengi bana köyümü hatırlatıyor hanım.” derdi hep. “Memleketimin toprağı gibi sıcacık ve vefâlı.” 

Vefâlıydı Zehra’sı. Nişanlıyken memlekette yıllarca Adnan’ın yolunu gözlemiş, sonra evlenip Hollanda’ya gelince hep bir gün memlekete geri dönmeyi beklemişti. Ancak vefat ettiğinde kavuşabilmişti Zehra ömrü boyunca hasretini çektiği vatan toprağına. Tabutunu bir uçağın bagaj kısmında Türkiye’ye taşıyalı tam iki yıl olmuştu. O kavuşmuştu toprağına artık. Adnan’ın payına ise özlemek düşmüştü. Hem toprağını hem de toprak gözlü Zehra’sını. 

“İki lira versen yeter abi.” diyen gencin sesiyle irkilip üzerine sinen durgunluktan sıyrıldı Adnan. Cebinden cüzdanını çıkarıp beş Avro çıkardı ve “Üstünü caminin sadaka kutusuna at oğlum.” diyerek tezgahın üzerindeki plastik poşete uzandı. 

“Allah razı olsun abi.” dedi genç çocuk. 

“Senden de oğlum,” diye cevap verdi Adnan göz teması kurmadan. 

Caminin mini marketinden ayrılırken oldukça durgundu yine. Elindeki poşette marketten aldığı bayat simitler, aklında bir zamanlar rahmetli eşinin kurduğu menemenli kahvaltı sofrası… Ve ince belli çay bardaklarının eşliğinde acı tatlı sohbetler. Bir evi ev yapan, o evi yuva yapan kadınmış. Kadın bir ailenin çatısıymış, aileyi bir arada tutanmış… O çatı gidince ısınmıyormuş bir ev bir yuva olacak kadar. Çocukları için geldiği ve kaldığı bu memlekette, şimdi yine çocuklarının yolunu bekler olmuştu Adnan. Pek uğramaz olmuşlardı eve anneleri vefat ettikten sonra. Oysa en çok şimdi ihtiyacı vardı Adnan’ın onlara. Neyse… onlar iyi olsun da gerisi teferruattı.

Kiliseden dönüşmüş olan caminin önünde durup yorgun bakışlarını kasvetli bir havaya bürünen gökyüzüne kaldırdı Adnan. Şehrin gri tonlarıyla uyumluydu bugün Amsterdam’ın havası. Soğuk ve iç karartıcı. Elindeki plastik poşeti bileğine asıp bastonunu sol kolunun altına sıkıştırdı. Kabanının önünü iliklerken bineceği tramvayın caminin ilerisindeki duraktan ayrıldığını gördü. Başını olumsuzca sallayarak sağ elini başına götürüp kasketini alnına indirdi ve bastonundan destek alarak ağır adımlarla yürümeye başladı. Son anda eve dönmekten vazgeçip her zaman gittiği yolun aksine şehir merkezine giden karşı yolu seçti. 

İç içe geçmiş ay biçimindeki kanalları birbirine bağlayan köprüleri vardı Amsterdam’ın ve bu kanalların iki yakasına dizilmiş 17. yüzyıldan kalma uzun dar pencereli tarihî evleri. Tam da bu evlerin önünden geçerken Zehra’sı ile kentin eski bölümünü ilk kez gezdiği günü hatırladı ve acı acı tebessüm etti. Bu evlerin bir kısmı zaman içinde eğildiği için ‘Dans eden evler’ adını almıştı fakat Zehra onları ilk gördüğünde “Ne dans etmesi Adnan bu evler düpedüz halay çekiyorlar” diyerek gülmüştü. Ne de güzel gülerdi Zehra. O gülünce yüzünde laleler açardı. Hollanda laleleri gibi rengarenk… İşte o günden sonra bu evlerin adı “Halay çeken evler” olarak kalmıştı onlar için. Vücudunun ağırlığını bastonun üzerine verip bir süre durduğu yerde kıpırdamadan izledi eğri evleri. Sonra derin bir iç çekerek yoluna devam etti. Sanki o evler de artık halay çekmiyordu Zehra’sı olmadan. 

Adımlarının yalpalamasını hissederek ilk köprüden dönüp evin yolunu almaya karar verdiğinde Pazar ayini için çalmaya başlayan kilise çanlarını işitti. En çok bu çanları işittiğinde özlüyordu ezan sesini. Ezan sadece ibadete bir davet değildi ki, huzur veriyordu insanın ruhuna. Ama bu çanlar? Bu çanlar Adnan’a gurbetini hatırlatmaktan başka bir şey yapmıyordu. 

Yüzünü hüzün içinde buruşturarak sarkık adımlarını köprüye doğru hızlandırırken kanal kenarlarında bağlı olan bisikletlere ayağı ya da bastonu takılmasın diye biraz daha yolun ortasına doğru kaydırdı adımlarını. Köprüye ulaştığında köprünün korkuluklarına bağlı olan bisikletleri de fark etti. Bu şehirde insandan çok bisiklet vardı sanki. Kanalların dibinde paslananların sayısını ise kimse bilmiyordu. Bakışlarını uzaklara daldırıp 42 yıl öncesini hatırladığında büküldü hafiften dudaklarının ucu. Zehra’ya da öğretmeye çalışmıştı bisiklet sürmeyi gençlik yıllarında ama o düşüp dizi kanayınca vazgeçmişti Adnan. Kendi bisikletini de satıp üzerine para ekleyerek eski bir Ford Escort almıştı. Maviydi rengi arabanın. Mavi Zehra’nın en sevdiği renkti. 

Adnan duyduğu fren sesiyle Zehra’lı anılarından sıyrılıp başını sesin geldiği yöne doğru çevirdiğinde, çiğ düşmüş köprünün üzerinden gıcırdayarak kayan üç tekerli kırmızı mobiletten kaçmak artık imkansız gibiydi. Panikle kendini korumak için bastonunu mobilet ile kendi arasına siper etti fakat bu kabus gibi üzerine doğru kayan mobileti durdurmaya yetmedi. Bastonunun kırılma sesinin ardından, 65 yaşındaki yorgun bedenine hafifçe değen mobilet Adnan’ın dengesini kaybetmesine sebep olurken acı içinde inleyerek yere serildi bedeni. 

İnlemesinin acıdan çok korkudan ileri geldiğini fark ettiğinde yattığı yerden doğrularak oturma pozisyonuna geçerken kırılan bastonunun elinde kalan tutacağını öfkeyle yere fırlattı. Başını olumsuzca sallayarak alnına düşen kasketini baş parmağıyla kaldırdığında kendi yaşlarında bir kadının özür dileyerek yanına çöktüğünü fark etti. Ona, “İyi misiniz beyefendi?” diye soran kadına gür kaşlarını çatarak “İyi gibi mi görünüyorum?” diye cevap verdiğinde masmavi bir gökyüzüyle buluştu bakışları. Amsterdam’ın kasvetli havasının aksine berrak ve ferahtı kadının mavileri. Aynı Adnan’ın köyündeki gökyüzü gibi. Bir kuş olup uçmak istedi Adnan bu uçsuz bucaksız mavilere doğru, bir çınar ağacı gibi dallarını uzatıp mavilere tutunmak… Sonra köyünün toprağını hatırladı, vefâlı Zehra’sını. Köklerini topraktan koparıp gökyüzüne uzanmak ne kadar vefâlıydı?

Hatice Işıktaş

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.