Daire 2 – Kimsesiz

Bazı anları tekrar yaşama şansımız olsa keşke. Mesela hatırladığımız güzel bir ana gidebilmeyi çok isterdik. Elimizi tutan elin sıcaklığını ya da saçımızda dolaşan parmakların bize aşıladığı huzuru yeniden iliklerimize kadar hissetmek isterdik eminim ki.

Kayıplar, hayatın en acı verici gerçekleri. En can yakan, nefes kesen…

Nedir kimsesizlik? Elini tutan bir elin olmaması mı yoksa buna sahipken bile yalnız hissedebilmeyi başarmak mı? Bazen başarılar bile güç aşılamıyor insana. Tek başına ayaklarının üzerinde durmak yetmiyor mesela. Bir bebek, ayaklarının üzerinde ilk kez durduğunda gözlerindeki korkuyu görebilmek mümkün. Korkuyor düşmekten. Belki de ayaklarının üzerinde durmak dahi istemiyor. Neslihan da öyleydi. Bir bebek gibiydi. Ayaklarının üzerinde durmak zorunda kalmak istemiyordu. Düşmekten ölesiye korkuyordu. Üstelik onun düşünce ne onu yerden kaldırıp uf olan yerlerini öpecek bir annesi vardı, ne de saçlarını şefkatle okşayacak bir babası. Ne bir kardeş, ne de bir arkadaş. Kimsesiz.

Uzanıp kahve fincanını aldı orta sehpanın üzerinden. Sıradan bir hafta sonuydu. Salt yalnızlığı onunla alay edercesine sürmeye devam ediyordu. Tam kahvesinden bir yudum alacakken evin içinde tok bir ses yankılandı, kapı tıklatılıyordu.

Kahve fincanını sehpanın üzerine bırakıp hızlıca yerinden kalktı Neslihan ve salondan çıkıp kapıya yöneldi. “Kim o?”

“Benim Neslihan Hanım,” diye seslenen kişi Hulusi Bey’den başkası değildi. “Açar mısınız lütfen? Anahtarınızı kapının üzerinde unutmuşsunuz.”

Neslihan telaşla kapıyı açtı. Mahcup bakışlarını apartman yöneticisi Hulusi Bey’in yüzüne çevirdi ancak hemen sonra eğdi başını. Kapının dışında, kilitte hafifçe sallanmakta olan anahtarları gördü. “Affedersiniz Hulusi Bey.”

“Ne affetmesi Neslihan Hanım? Olur öyle, insanlık hali. Ben haber vereyim dedim sadece.”

Ağır ağır başını salladı Neslihan. “Teşekkür ederim.”

“Annen baban nasıllar?”

Neslihan hâlâ bakışlarını kaçırmaya devam ederek konuştu. “İyiler Hulusi Bey ancak bu ay da gelemeyecekler.”

“Anladım. Sağlık olsun. Siz de böyle tek başınıza… Zor olmuyor mu?”

Oluyordu elbet. Hiç zor olmaz mıydı? Başında bir büyük olmamasının yarasını ağır bir şekilde taşıyordu Neslihan. Bu öylesine ağır bir yüktü ki, bir o kadar gizli olan, genç kadını güçsüz kılıyordu. Bu evi tutarken söyleyememişti yalnız yaşayan bekâr bir kadın olduğunu. Birçok ev gezmiş, tutamamıştı öncesinde. En son bu daire için görüşme yaptığında kimsesizliğini gizlemeye karar vermişti. Ailesinin başka şehirde yaşadığını ancak yanına taşınacaklarını söylemişti. Hulusi Bey ne zaman denk gelse Neslihan’a, hep anne ve babasının ne zaman geleceğini sorardı. İşin aslı o da işkilleniyordu ama bir türlü anlayamıyordu sorunun ne olduğunu.

“Oluyor tabii,” dedi Neslihan dalgın bir şekilde. İçini sızlatan acısını hafifletmeye çalışarak derin, titrek bir nefes aldı. “Çok özlüyorum onları.”

“Aman Neslihan Hanım, öyle bir konuştunuz ki sanki gelmeyecekler.”

Öyleydi de zaten. İkisi de Neslihan’ın gözleri önünde can vermişlerdi acı bir trafik kazası sonrası. O zamanlar sıradan hayatından dert yanıyordu genç kadın. Onu hiçbir yere tek başına göndermek istemeyen bir anne ve babası var diye çok kez odasında öfke nöbeti geçirmişti. Şimdi tek başına yaşıyor ancak iş dışında başka bir şey için evden çıkmıyordu. Anne ve babası fani bedenlerini terk ettikten sonra hiçbir şeyin tadı kalmamıştı Neslihan için. Ne anlamı vardı ki zaten?

“Umarım gelirler,” dedi Neslihan, boş dileğinin asla gerçekleşmeyeceğinden emin olarak.

“İnşallah. Üzülüyoruz biz de size, tek yaşıyorsunuz. Alamancılar bile geçen gün bunu konuşuyordu. Ben bilirim yalnızlığı. Tek başına yemek yemek bile zordur.”

Bunu Neslihan da bilirdi. Ne acıydı sofraya tek tabak koymak. Aslında anlamsızdı sofra kurmak. Eve geldiğinde kapıyı anahtarla açmak, çaydanlıktaki çayın ya da yapılan yemeklerin asla bitmemesi. Soğuk yatağa uzandığında ya da gece üzeri açıldığında örtecek kimsesi olmaması insanın… Kaç kez hasta olmuştu Neslihan kim bilir? Ateşler içerisinde yanarken bir su getireni yoktu. Ona yemeğini yediren, ilaçlarını içiren kimsesi yoktu. Oysa çok özlemişti annesinin şifa dolu çorbalarını. Babasının sıcak ilgisini çok özlemişti. Ah Neslihan… Karnı ağrıyor diye başında dört dönen anne ve babasının değerini bilememişti vakti zamanında. İyi bir evlattı, saygısız değildi ancak yine de yeterli değildi. O iki insan ona şahane bir hayat sunuyordu da Neslihan fark edememişti. Pişmanlık ağır bir yüktü, elini eteğini asla çekmeyen omuzlarından. Yakasına yapışan, hiç bırakmayan.

“Haklısınız Hulusi Bey. Zor yalnızlık. İnsan bir sese, nefese ihtiyaç duyuyor. İstiyorsunuz ki evde sevdikleriniz olsun. Bir sevinci bile paylaşmayınca anlamı kalmıyor. Bakın, geçen hafta terfi aldım ancak bunu paylaşacak kimsem yok.”

Üzüldü Hulusi Bey. Neslihan denilen bu kadında bir şeyler vardı, bunu daha ilk anda anlamıştı ama adını koyamıyor, bir kalıba sığdıramıyordu. Yaralı birine benziyordu. Hem zaten canı yanan biri, canı yanan birini ilk görüşte tanırdı. Hulusi Bey de tanımıştı. Kol kanat germek istemişti genç kadına. Hem kime yardım etmek istemiyordu ki zaten? Ama göstermiyordu da bu yönünü kimseye. İnsanların onun iyi yanlarını görmesine izin vermiyordu. İnsanlar güzel bir şey gördüklerinde kurcalamayı severlerdi ve bunu yaparken de kesinlikle zarar verirlerdi. Hulusi Bey artık bunu göze alamıyordu.

“Biz ne güne duruyoruz Neslihan Hanım?” dedi gülerek Hulusi Bey. Ilık bakışları Neslihan’ın hüzünle gölgelenmiş yüzünde gezindi. “Terfiiniz hayırlı olsun ayrıca.”

“Teşekkür ediyorum,” dedi Neslihan. Adamın ilk söylediğine karşılık vermedi, veremedi.

Soğuk nevale olabilirdi, böyle olmayı kendisi seçmemişti fakat mutluluğunu da sadece yakınlarıyla paylaşmak isterdi. Bu her ne olursa olsun, ister bir terfi isterse piyango… Tek istediği sevdikleriyle paylaşmaktı ama sadece salonunu kullandığı iki artı bir evinde sevincini paylaşabileceği tek şey dili olsa da konuşsa denilen duvarlardı. Sahi konuşsa ne anlatırdı o duvarlar? Neslihan’ın hıçkırıklarını yutmuşlardı sayısız gece. Haykırışları yankılanmıştı o duvarlarda, çarpa çarpa geri dönmüştü genç kadına. Yalnızlık acıydı. Yalnızlık, sonu vuslata ermeyen bir hasretlikti. Dinmeyen bir bekleyişti ve asla hafiflemeyen, durmadan usul usul kanayan taze bir yaraydı. Zaten Neslihan’ın da acısı tazeydi. Anne ve babasını kaybedeli yalnızca beş ay olmuştu ancak bu beş ay hayatının en kötü zaman dilimiydi. Dilimlediği ekmeklerin fazla geldiği ve bitiremediği bir akşam anlamıştı hayatının artık bambaşka bir hal aldığını. Üç kişilik sofra kurmuştu defalarca bir anlık dalgınlıkla. Sofradan tabak eksiltse bardak fazlaydı, bardak eksiltse kaşık fazla. Aslında fazla olan bir şey yoktu, tek sorun eksiklikti.

“Rica ederim,” dedi Hulusi Bey. Bir baş selamıyla bir adım geri çekildi. “Anahtarınızı içeri almayı unutmayın. Ben daha fazla tutmayayım sizi.”

Olumlu anlamda başını salladı Neslihan. “Tamam, unutmam.”

Hulusi Bey kendi dairesine girerken Neslihan da anahtarı içeri alıp kapısını kapattı ve defalarca kilitledi. Nasıl unutmuştu anahtarı dışarıda? Evdeyken bile kapıyı kilitleyen bir kadındı Neslihan, böyle bir hatayı nasıl yapmıştı ki?

İçeri geri dönüp sehpanın üzerindeki soğumaya yüz tutmuş kahvesine hüzünle baktı. Soğuk çay ve kahve içmeye de alışmıştı Neslihan. Soğuk yemekler midesini eskisi kadar rahatsız etmiyordu bir de. Ah insan nelere alışıyordu da bir kimsesizlikle başa çıkamıyordu. Belki zamanla yarasının acısı hafifliyordu ama kabuk bağlamayan bir yaraydı bu, daima acıtıyordu.

Neslihan sisli gökyüzünden hallice ruh halinden sıyrılma umuduyla kahve fincanını eline alıp yüzüne yaklaştırdı ve keskin kahve kokusunu içine çekti. Onun için sayılı ve kısacık olan bu huzurlu anlardan birinin tadını çıkarmak ve keyif yapmak adına koltuğuna serilecekken kulaklarına ilişen gürültüye kulak kesildi. Fincanını yeniden sehpaya bırakıp koşar adım kapıya yaklaştı ve kilitleri birer birer açtı. Kapıyı araladığında üst katta yaşayan Alman ailenin yarattığı ses karmaşasıyla karşılaştı. Tabii karmaşa sesten ibaret de değildi. Bakalım bugün ne bekliyordu apartman sakinlerini ve herkesten daha sakin olan, bu tür olaylar karşısında donup kalan Neslihan’ı.

Çağla Fulya

Birlik Apartmanı’nın diğer sakinlerinin öykülerini de okumak için tıklayın.😍

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.