Gurbette geceler soğuk olur ve ıssız. Söndü müydü şehrin bütün ışıkları, kalakalırsın hasretinle yapayalnız…
Hasretin ve kavuşamamanın vücut bulmuş halidir gurbetçi. Bir yere ait olamamaktır. Öz memleketinde bir Almancı, yaşadığın ülkede bir yabancı olmaktır. Her yılın bir ayını memlekette geçirebilmek için onbir ay biriktirip bir ayda harcar gurbetçi. Günümüzün döviz kurunu da hesaba katacak olursak o bir ayı da paşa paşa yaşar. Yalan yok.
İzin günü yaklaştıkça geçmek bilmeyen zaman, memlekette çabuk geçer. Sayılı gün ne de olsa, hep hasret bitmeden izin biter. Ailesi tarafından heyecanla karşılanan gurbetçi gözyaşıyla uğurlanır bu defa. Her yıl sınır kapısından geçerken bir damla gözyaşıyla bir dilek bırakır gurbetçi vatan toprağına. “Keşke…” der. “Keşke biraz daha kalabilseydik.”
Gurbetçilerin bu dileği geçen yıl kabul olmuş olacak ki, bu yıl koronavirüs salgını nedeniyle ülkemizi riskli bölgeler listesine dahil eden, başta Almanya olmakla beraber bazı AB ülkeleri, bu seyahat uyarısını hiçe sayarak yaz tatilini Türkiye’de geçiren insanlardan geri dönüşte en fazla 48 saat önce yapılmış negatif bir Covid-19 testi istedi. Gezmekten tozmaktan gündemi takip etmeye vakit bulamayan Almanya gurbetçisi Hasan Öztürk ve ailesi gecenin bir yarısı apar topar gittikleri İstanbul Yeni Havalimanı’ndan, ellerinde negatif test sonuçları olmadığı için uçağa alınmayıp İstinye Darağacı Sokak’taki evlerine, Birlik Apartmanı’na sabaha karşı tıpış tıpış geri dönmek zorunda kalmışlardı.
Uçak biletleri yanmış, cepteki son lirayı da taksiciye kaptırmışlardı. Üstelik önceden 110 liraya yapılan özel Covid-19 testleri, Almanya zorunlu tuttuktan sonra 220 liraya çıkarılmıştı. İzin sezonu olduğu için dudak uçuklatan rakamlara satılan uçak biletlerinden bahsetmiyorum bile. Neyse ki gurbetçilerin kıyıda köşede, yastık altında, bazen de teki olmayan bir çorapta her zaman birkaç kuruş avrosu bulunurdu.
Ancak seneye geliriz düşüncesiyle kapattıkları Birlik Apartmanı’nın üç numaralı dairesine döndüklerinde, onları hayaletler gibi karşılayan beyaz örtülü oturma grubunun üzerine kendilerini tamamen yorgun ve bitkin bir halde bırakıp bu işin içinden nasıl çıkacağız diye kara kara düşünmeye başladılar.
“Sana geçenlerde aldığımız bileziği mi bozdursak hanım?” diye sordu Hasan tereddütlü bir şekilde eşi Nazmiye’ye. Onun altını ne kadar çok sevdiğini biliyordu fakat bileziğin parası hem geri dönüş biletlerini hem de covid-19 testini karşılayacak kadar ederdi herhalde. Dünyanın parasını saymıştı o açgözlü sarrafa. O kadar da demişti oysa ki “Nazmiye elimizde paramız olsun almayalım şu bileziği.” diye. Bak şimdi lazım olmuştu para.
Nazmiye’nin halsiz bir şekilde kanepenin üzerine sarkan bedeni birdenbire canlanarak doğruldu. Doğru mu duymuştu? Adam 20. evlilik yıldönümünde aldığı hediyeyi bozdurmak mı istiyordu?
“Benim bileziği niye bozduruyormuşuz?” diye sordu Hasan’a gözlerini kısarak. Sesindeki öfkeyi gizleyememişti. Sol elini sağ bileğinin üzerindeki tam tamına 50 gramlık 22 ayar altın bileziğin üzerine sahiplenircesine yerleştirerek “Senin bankaya yatırdığın bir miktar para vardı, onu çeksene. Benim bileziğime mi göz diktin!” diye çemkirdi.
Hasan alnını buruşturup bıkkın bir şekilde Nazmiye’ye baktı. Eşinin yüz ifadesi adeta canımı al ama bileziğimi alma diye bas bas bağırıyordu. Başını olumsuzca sallayarak “Kadın kısmı işte! Altın gördü müydü gözü başka bir şey görmüyor ki.” diye geçirdi içinden. Eşini ikna etmek düşündüğü kadar kolay olmayacaktı. Her yıl evlilik yıldönümü bahanesiyle kolunda bir altın bilezikle Almanya’ya dönen Nazmiye’nin gözü hâlâ doymamıştı altına. Bir de o kadar altını güvenli bir şekilde muhafaza etmek için kasa kiralıyorlardı Almanya’da. Fuzuli masraf işte.
“Uzun vadeli yatırdım o parayı hanım, çekersem faizini alamam.” diye cevap verdi ses tonunu sakin tutmaya çalışarak. Bu işi tatlılıkla halletmekti niyeti. Hazırda bilezik dururken uzun vadeli hesabından ne diye para çekecekti ki.
Nazmiye tekrar kanepenin üzerine sarkarken “Onu da almayıver bu sene be adam. Sanki alın terin mi?” diye cevap verdi umursamazca. Zaten oldum olası sıcak bakmamıştı birikimlerini faize yatırmaya. İnsanın alın teri olmayan paradan hayır mı gelir? Ona kalsa bu köhne evi satıp daha lüks bir daire alırdı ama eşi sırf yatırım olsun, yıkıldığında müteahhitle belki iki, belki de üç daireye anlaşırız diye birkaç yıl önce burayı satın almıştı çok uygun bir fiyata.
Hasan “Alın terim değil tamam ama…” diye itiraz edecekti ki “Mein Got! Was macht ihr? (Aman Allah’ım! Ne yapıyorsunuz siz?)” diyerek ailenin büyük kızı Azra araya girdi. Lise son öğrencisi olan Azra on sekizinci yaş gününün verdiği özgüvenle biraz dik başlı, zaman zaman çıktığı kabuğu beğenmeyen, hayatta rimelli kirpiklerinin yeterince kıvrık durmamasından başka dert görmeyen, yine de ben herkesten daha iyi bilirim diyen, yasal olarak yetişkin fakat davranış biçimi olarak hâlâ ergen takılanlardandı.
“Almanya’ya gidememişiz, kalmışız burada sizin tartıştığınız konuya bak!” diye çok bilmiş bir tavırla devam etti Azra. “Altın mı bozduruyonuz, para mı çekiyonuz, Ich weiß nicht (bilemiyorum) ama ben eve gitmek istiyom.”
“Aynen!” diyerek Azra’nın bir yaş küçüğü Meyra devraldı sözü. Ablası kadar olmasa da, o da annesinden babasından daha iyi bilirdi hep. “O kadar da demiştik ‘Bu sene gitmeyelim korona var’ diye ama dinleyen kim! Turkei Turkei deyip duruyordunuz, alın size Turkei.”
“Hasan öfkeyle ayağa kalkıp eşinin karşısına dikildi. “Hanım söyle şu kızlarına Almanlar gibi abuk sabuk konuşup benim tepemin tasını attırmasınlar. Biz Türk’üz. Burası da Turkei değil Türkiye!” diye kükrediğinde kapı zili ısrarlı bir şekilde çalmaya başladı.
“Allah Allah! Kim acaba bu şimdi?” diyerek ayağa kalktı Nazmiye. Kapıya doğru yönelmişti ki Hasan harekete geçip eşinin kapıyı açmasına engel oldu. “Dur açma,” diye fısıldadı. “Hulusi Ekrem’dir. O sinsi sansar gitmediğimizi anladıysa bu yıl vermediğimiz aidat parasını almaya gelmiştir.”
“Ne biliyorsun Hasan? Belki de başka biridir.”
Nazmiye eşini kenara iterek kapıya doğru ilerledi. “Hem sen niye vermedin ki aidat parasını?”
“Niye verecekmişim?” diye diklendi Hasan. “Aslı arası şunun şurasında yılda üç hafta kalıyoruz, onu da almayı versinler artık! Apartman apartman değil para toplama kurumu sanki!”
Nazmiye kapıyı açıp kapıda kimsenin olmadığını görünce başını dışarı doğru sarkıtıp üst kattan gelen kikirdeme seslerine kulak verdi. Tövbe estağfurullah çekerek kapattı sonra kapıyı. “Kimmiş hanım?” diye soran eşine “Bizim kapı değilmiş, üst kattaki kızlar oğlanın ziline basmış,” diye cevap verdi.
“O nasıl zilmiş, ta bizim evden duyuluyor,” diye söylenerek tekrar kanepeye yöneldi Hasan. “Zil zil değil kilise çanı mübarek,” derken kendini bitkin bir halde kanepenin üzerine bıraktı. Bütün gece uyumamıştı, çok yorgundu.
“Hadi hadi herkes birkaç saat uyusun da daha kalkıp covid-19 testi yaptıracağız,” dedi esneyerek. Hasan’ın bu sözünü kimse ikiletmedi çünkü hepsi çok yorgundu. Öğlen test yaptırıp akşama Almanya’ya uçmayı düşünmüştü hepsi uykuya dalmadan önce fakat test sonuçlarının negatif çıkıp üç hafta daha karantinada kalacaklarını kimse hesaba katmamıştı.
Bu yıl onlarla birlikte birçok gurbetçi yaşadığı ülkeye hemen dönemedi ve yurtta karantinada kalmak zorunda kaldı. Ne dersiniz? Sizce bu yıl da sınır kapısından geçerken keşke biraz daha kalabilseydik demişler midir?
Hatice Işıktaş
Birlik Apartmanı’nın diğer sakinlerinin öykülerini de okumak için tıklayın.😍