Eskiden Olsa

Alarmın çalmasıyla yeni güne gözlerini açtı genç adam. Sisli hava odasını gölgelemiş ve direkt ruh haline etki etmişti. Tülleri havalandıran rüzgar içeriye ıslak toprak kokusu taşıyordu, yağmur yağmış olmalıydı. Başını çevirip pencereye baktı. Demek ki her yerinin ağrımasının sebebi buydu, pencere açık uyumuştu. Sıkıntıyla bir nefes alıp verdi. Kaç kez söylemişti karısına pencereleri açık bırakmaması gerektiğini.

“Neyi aklında tutuyor ki?” diye söylendi kendi kendine.

Yanındaki zarif beden kıpırdanınca irkildi genç adam. Bir kez daha iç çekti. Şimdiye uyanmış olması gerekirdi kadının ancak uyuyordu işte. Kocası için hiçbir hazırlığı yoktu, ne kahvaltı ne de başka bir şey.

Öfkeyle doğrulup oturdu adam. Öyle hızlı hareket etmişti ki kadın sıçrayarak uyandı.

“Ne oldu Alper?”

Genç adam, karısına çevirdi bakışlarını. Uyku mahmuru gözleri endişe ve korkuya çevriliydi. Bir zamanlar dokunmaya kıyamadığı yumuşacık yanakları al al, okşamaya doyamadığı saçlarıysa dağınık bir halde omuzlarına dökülmüştü. Eskiden olsa bu görüntü karşısında nefesi kesilir, tüm öfkesini unutup karısına sokulur ve işe gidinceye kadar olan tüm vaktini onunla geçirirdi. Ne değişmişti?

Çok severek evlenmişlerdi Alper ve Ceyda. Öyle ki nice zorluklara birlikte göğüs germiş ve en nihayetinde aynı hayatı paylaşmaya başlamışlardı. Henüz birkaç yıldır evliydiler ancak daha şimdiden bir şeyler eksilmişti Alper’de. Ceyda hâlâ ilgiliydi kocasına karşı ve ilk günden bugüne değişen hiçbir şey yoktu. Ancak yine de…

“Ne mi oldu?” diye sordu genç adam. Yataktan kalkıp dolaba yöneldi. “Kaç sabahtır sesimi çıkarmıyorum ama yeter artık Ceyda. Bir sabah da evimde kahvaltı yapayım! Ne yapıyorsun da yoruluyorsun bu kadar anlamıyorum!”

Ceyda gözlerini ovuşturdu. Kocasının tepkisi karşısında şaşkındı. “Hayatım? yalnızca bu sabah ve dün sabah uyanamadım ve bunun da sebebini biliyorsun, yorgundum.”

“Ne yapıyorsun ki tüm gün yorulacaksın? Akşama kadar evdesin.”

Ceyda başını eğip yataktan kalktı. “Hemen hazırlarım bir şeyler, üzgünüm.” Tam odadan çıkacakken geri dönüp kocasına baktı. “Eskiden olsa kahvaltıyı hazırlayıp uyandırırdın beni. Bir de tüm gün ev işleriyle uğraşıyorum diye akşam geldiğinde masaj yapardın. Ben de uzun zamandır sesimi çıkarmıyorum ama yeter artık da diyemiyorum Alper. Senin için ne kolay kalp kırmak.”

Yatak odasını terk edip kendiyle bir başına bıraktı Alper’i. Oflayarak üzerini giyinen genç adam karısından duymaya alıştığı laflara pek de aldırış etmedi. Ne bekliyordu ki? Yoruluyordu tüm gün. Nasıl kalkacaktı? Hem eşinin elinden bir şeyler yemek onun da hakkıydı. Acaba abartıyor muydu?

Üzerini giyindikten sonra yatak odasından çıkıp mutfağa yöneldi ve tezgahın üzerinde biriken bulaşıklara baktı göz ucuyla. “Ne kadar zor olabilir ki şunları makineye dizmek? Hayır, elinde de yıkamıyorsun!”

“Gece rahat uyu, ses çıkmasın diye dizmedim.”

“Gündüz yapsaydın?”

“Bunlar dün gece akşam yemeğinden sonra çıkan bulaşıklar Alper. Yemekten hemen sonra koltukta sızdın, nasıl yapsaydım?”

Gözlerini devirdi adam. “Her şeye de bir cevabın var.”

Çırpmakta olduğu yumurtaya uzun uzun baktı Ceyda ve öfkeyle kocasına döndü. “Yahu bir gün şikayet etme bir şeyden! Yorgunum neden anlamıyorsun?”

“Ben de yoruluyorum Ceyda, farkında mısın? Hatta her yerim ağrıyor şu an çünkü gece pencereleri açık bırakmışsın!”

“Böyle havalarda burnum tıkanıyor, nefes alamıyorum biliyorsun!”

“Her şeye bir bahanen var zaten!”

Ceyda, öfkeyle yumurta çırptığı kabı yere attı. Halıya bulaşan sarı lekeye aldırış etmedi. “Al kendin yap! Madem ben iyi bir eş değilim -ki tavrın bunu gösteriyor- o halde her şeyini kendin yap!”

Mutfaktan çıkmak üzere olan karısının kolunu tutup onu durdurdu Alper. “Bana haksızmışım gibi davranma!”

“Konu haklı ya da haksız olmak değil. Konu tamamen sensin. Biz niye evlendik ki? Ben böyle bir hayatı istemiyorum. Değer görmediğim bir eve hanım olmak, bana değer vermeyen bir adama da eş olmak istemiyorum. Bir hizmetçi tutsan kendine çok daha iyi. Hayat müşterektir lafını da unutma diye aklına çiviyle kazımak lazım ama şüpheliyim aklın böylesine kalıcı bir yazıyı tutacak kadar istikrarlı mı?”

“Saçmalıyorsun! Ben sana değer veriyorum.”

Alayla güldü Ceyda. “Bunu gösterme şeklin çok ilginç!”

Kocasının tutuşundan kurtulup mutfaktan çıktı. Alper de peşinden gidiyordu. Kapının yanındaki portmantodan çantasını ve deri ceketini alan Ceyda hızlıca hazırlanıp evden çıktı. Alper ona durmamasını bile söyleyemedi, sadece izledi. Sertçe kapanan kapıya boş gözlerle baktı birkaç saniye ancak hemen sonra o da evden çıktı.

Apartmandan ayrıldığında yolun karşı tarafına geçmeye hazırlanan karısı ilişti gözüne. Koşarak yanına gitti. “Sen ne yaptığını sanıyorsun?”

“Sana ne bundan?”

Alper dişlerini sıkarak konuştu. “Eve gidiyoruz, konuşacağız!”

“Seninle bi süre aynı ortamda durmak istemiyorum Alper!”

“Ben sana bayılıyordum zaten!”

Ceyda şaşkınlık ve hayal kırıklığıyla dolu bakışlarını kocasına çevirdi. “Ben sana ne yaptım?” diye sordu buruk bir sesle. “Ne yaptım da benden nefret eder hale geldin?”

Alper kaşlarını kaldırdı. “Bunun sırası mı? Ayrıca ne ilgisi var? Ben senden nefret falan etmiyorum.”

“Ediyorsun!” diye bağırdı Ceyda. Sokak inlemişti sesiyle. Herkes dönüp onlara bakmıştı. Alper rahatsızdu bu durumdan. Biraz ötelerinden geçen arabalara baktı göz ucuyla. “Eve gidelim.”

“Gelmeyeceğim! Henüz gelmeyeceğim, sen git! Bir şey almam gerek!”

“Ceyda, eve!” diye gürledi genç adam. “Hemen!”

Kadın ondan uzaklaştı. “Git başımdan!”

“Yeter Ceyda! Çocuk gibi davranmayı kes bıktım!”

“Bıktın demek!” derken Ceyda’nın gözleri doldu. “Eskiden olsa bana için giderdi. Şimdi giden tek şey sevgin, geri gelmemek üzere.”

“Ceyda…”

Başını iki yana salladı genç kadın. “Boş versene.”

“Eve gidelim.”

“Rahat bırak beni Alper,” dedi Ceyda. Omuzları düşük, sesi buruktu. İç çekti usulca. Kocası ağlamasından da hoşlanmaz olmuştu son zamanlarda. Duygusal bir kadındı ve Alper de epey tahammülsüz.

“İyi o halde!” diyerek arkasını döndü Alper. “Nereye gidersen git umurumda değil!”

Kulaklarına acı bir fren sesi ilişti. Hemen sonra tanıdık bir ses yankılandı. Eşi Ceyda…

Arkasını dönüp baktığında yolun ortasında, bir arabanın önünde yatmakta olan eşinin bedeniyle karşılaştı. Yüreğine çöken ağırlık başından aşağı dökülen kaynar suyla kapışırdı. Koşmayı akıl dahi edemeden ayakları onu eşinin yanına götürdü. Yere çöküp eşinin kanlar içindeki başını kucağına aldı. Arabadan inen sürücü yanlarına geldi ve bir şeyler söyledi ancak Alper sadece boğuk bir uğultu duyuyordu. Ceyda hareketsizdi. Kesik nefesler alıyordu. Alper’in aktığından bile habersiz olduğu gözyaşları yanaklarından süzülüp eşinin yanaklarına bulaşan kanına karıştı.

“Hayır!” derken sesi ürkütücü derecede sancılıydı. “Hayır! Sevgilim hayır!” Ah nasıl da acıyordu canı, yerde yatmakta olan Ceyda olduğu halde. Nefes alamıyordu Alper sanki. “Yalvarırım ölme!”

“Ben…” dedi Genç kadın pürüzlü bir sesle. “Sadece sana ekmek alacaktım.”

Alper gözlerini kapatıp kendine lanetler okudu. Karısına en çok yakışan kırmızı, evlenirken beline bağlanan kuşaktı. Kanlar içindeki kadına bakmaya yüreği el vermiyordu şimdi. Yine de açtı gözlerini. “Ah!” dedi, gerisi gelmedi. Göğsü bir körük gibi inip kalkıyordu. “Ah!”

Haykırarak ağladı Alper. Bulutlar çarpıştı ve sağanak yağmur bulundukları semti, belki de daha fazlasını kapladı. Çevreleri kalabalıklaştı. Ceyda gözlerini kapatmadan Alper’e bakmaya devam ediyordu. Canı, bedenini terk etmeye hazırlanıyordu, hissediyordu. Son kez kocasının yüzüne bakabilmek için gayret ediyordu.

“Ben… Yine de… Sana kızgın değilim… Hakkım helal olsun.”

Alper’in göğsü sarsıldı haykırışıyla. Kendini yerden yere vurmak, helak olmak istiyordu. Omuzlarını döven yağmur onu zerre rahatsız etmiyordu. Gökyüzü adeta ağlıyordu.

“Yapamam sensiz!” diye bağırdı Alper, boğazı yırtılırcasına. Yaşadığı korkunç acıya tahammülü yoktu. Karısıyla yaşadığı tüm güzel anılar gözlerimin önüne doluştu. Çok seviyordu onu hatta herkesi karşısına almıştı onun için ama ne olmuştu da sevgisini esirgemişti ki?

“Allah’ım!” diye haykırdı. Yağan yağmur şiddetini arttırdı. Bulutlar kavgasına devam etti ve bilinmeyen yerlere yıldırımlar düştü. Gökyüzü gürlerken Alper’in haykırışlarını bastıramadı. “Allah’ım al canımı! Yalvarırım al canımı!”

Gerçi dileği gerçekleşmişti, canı alınmıştı ondan. Ceyda ruhunu teslim edeli çok olmuştu belki de ve gözleri açık kalmıştı. Genç adamın yüreği un ufak oldu. Kalbi yaşadığı acıya dayanamayıp bir isyan başlattı, göğsünü korkunç bir ağrı kapladı. Görüşü karardı Alper’in ve kayıp bir ana, zamana sürüklendi. Karanlığa hapsoldu.

Üşüyordu. Islak toprak kokusu dolduruyordu ciğerlerini. Her yeri ağrıyordu. Ceyda pencereleri açık bırakmış olmalıydı. Gözlerini açtı Alper ve yanında uzanmakta olan zarif bedene çevirdi bakışlarını. Yastığı ıslatan gözyaşları hâlâ tazeliğini koruyor ve yanaklarını da süslüyordu, hissediyordu ıslaklığını. Elini güzeller güzeli eşinin yanağına yasladı.

“Şükürler olsun.” Göğsünde hâlâ korkunç bir sızı vardı ancak dağılıyordu usulca. “Şükürler olsun.”

Gözlerini açtı Ceyda. Uyku mahmuru bir halde gülümsedi. “Günaydın sevgilim.”

“Seni hiç üzüyor muyum ben?” diye sordu genç adam. Rüyasında gördüğü kendisiyle uzaktan yakından alakası olduğunu sanmıyordu. Eşine hiç öyle sert davranmamıştı en başta.

“Hayır ama biraz ilgisizleştiğini kabul etmem gerek,” dedi karısı.

“Sana söz veriyorum bu bir daha olmayacak.”

Ceyda tekrar gülümsedi. “Seni seviyorum.” Birden doğrulup oturdu. Bir şey unutmuş gibiydi. “Ah ekmek yok evde! Hemen gidip alayım.”

Alper korkuyla doğruldu. “Ben alırım. Sen otur oturduğun yerde. Hatta kahvaltıyı da hazırlama, döndüğümde beraber hazırlarız.”

Çağla Fulya

3 thoughts

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.