Başta edebiyat olmak üzere tüm sanat dallarına gönül veren ve bunu hakkıyla yapan insanları baş üstünde ağırlayan edebiyat, kültür ve sanat dergisi Darağacı Sanat’ın söyleşi köşesinde genel yayın yönetmeni Agâh Ensar Can merak edilenleri sizler için yanıtlıyor.
Moderatör: Çağla Fulya
- İlk olarak bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Adım Agâh Ensar Can. 1999 yılında İstanbul’da doğdum. Marmara Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü okudum. Kalemi 2014 yılında elime aldım ve o günden beri bırakmadan yazmaya, üretmeye devam ediyorum. Beni mutlu eden, yaşamaya devam etmemi sağlayan yegâne olgu, yazmak. 2016 yılında ilk romanım Bir Siyasinin Hikâyesi’ni yayımladım. 2020 yılında Sevgili Eyüp Saka ile birlikte Darağacı Sanat’ı kurdum. 2022 yılında yeni romanım Çilekeş Kardeşler’i yayımladım. Darağacı Sanat’ın yayın yönetmenliğini sürdürürken, Fihrist Kitap’ta da editör olarak çalışıyorum.
- Yazarlığa nasıl adım attınız? Sizin için nasıl bir andı?
Benim için sıradışıydı. Yaşım çok olmasa da bir arayışım vardı. Şimdilerde bunu söyleyince tuhaf yaklaşanlar oluyor ancak insanın kendini arayışına çocukken başlamasını doğru buluyorum. Bunu tuhaf karşılayanlar, kendini halen bulamamış olanlardır. Benim arayışım çocukluk yıllarımda başladı. Duygularımın, düşüncelerimin bir anlamı olmalıydı. Bu anlamı aradım. Bulmam epey bir zamanımı aldı. Belli başlı konularda arayışım devam etse de hayatımın anlamını o yıllarda buldum. Kaderim yazılırken payıma kalem düşmüştü ve ben o kalemi havada yakaladım. Yazdığım ilk anın bende uyandırdığı şey, bugünle aynı: haz.

- Yazarlığa atılmanız konusunda çevrenizden aldığınız tepkiler nasıldı?
Biraz ketum bir insan olduğumu söyleyebilirim. Dolayısıyla yazarlığa atıldığım yıllarda bunu çok yüksek sesli dile getirmedim. Yaşımdan da kaynaklı olarak kırılgandım o günlerde. Zaten çok kırılmışken bir de sığındığım tek limandan olamazdım. Bu yüzden kendi kendime kalmayı tercih ettim. Daha sonra kitap çıkarma noktasına gelince, yazmak kendime saklayabileceğim bir şey olmaktan çıkmıştı. Kitap çıkarmak havalı bir durum. Bu şekilde duyulması, yani bir şey başarmışken duyurmak olumlu bir yaklaşımla karşılaşmamı sağladı. Ancak daha sonra belirli aralıklarla abuk tepkiler aldım. Bu tepkilerin sahipleri şu an nerede bilmiyorum. Ailemin tepkisi ise işin en kıymetli tarafı. Onlardan daima destek gördüm. Hayatımın her döneminde ne yaptığını bilen bir insan olduğum için bu yöndeki atılımım da onlar tarafından itibar gördü.
- Yazmak sizin için ne anlam ifade ediyor?
Yazmak benim için bir başkaldırı, mümkün olan yeni bir yol ya da mümkün olmayanı mümkün kılan bana has bir güç. Geride bıraktığım yıllarda yazmayı bu üçgen içerisinde tanımladım hep. Sıralaması da bu şekildeydi. Önce başkaldırıydı fakat son zamanlarda yazmanın bendeki esas tanımının güç olduğuna kanaat getirdim, bana has bir güç olduğuna. Öyle bir güç ki bu, benden başka kimse erişemez, kimse yönlendiremez. Saf özgürlük bu olsa gerek. Yıllar geçtikçe insanlar daha çok kutuplaşmaya başladı. İdeolojiler, inançlar ve çıkarlar etrafında yaşanan kutuplaşmalara karşı ben sadece yazmak üzere içime kapandım. Kalem çirkinleşen bir yağmanın etrafında boğazıma kadar batabilecekken tutunduğum bir can simidi gibiydi. Onda kendimi buldum ve onun bana açtığı yollarla kutuplara, kalıplara sığmaz oldum.
- Yazmak konusunda kendinize disiplinli diyebilir misiniz?
Bu soruyu neden sorduğunu çok iyi biliyorum. J Esasında çok disiplinliydim. Hatta o disiplinin ekmeğini yiyerek bugünlere geldim. Ancak salgın dönemiyle birlikte bu disiplinden biraz uzaklaştım diyebilirim. Yazma disiplini konusunda altın çağım, Darağacı Sanat’ın kurulduğu ilk yıldaydı. Şu anda müthiş bir takımımız var ama o dönem bir elin parmaklarıydık sadece ve çok fazla yazı yazıyordum. Belki biraz onun yorgunluğu biraz da salgın döneminin haddinden fazla uzun sürmesi beni disiplinimden kopardı. Halen özlemini duyduğum o disipline yeniden kavuşabilmiş değilim ama bu konuda hevesimin olduğunu da bilmeni istiyorum. J
- Bir yazar olarak kaleminizin tarzını hangi kelimelerle ifade edersiniz?
Hani bazen koltuğun altına kaçar da bir şeyler, eliniz yetmez onları çıkarmaya. Uzun bir şey ararsınız da onun yardımıyla çıkarırsınız. Kalemimin buradan ilham aldığını söyleyebilirim. Elin, görmenin ve hatta bilmenin bile yetmediği şeyler vardır. Görürsünüz, orada olduğunu bilirsiniz, elinizi uzatırsınız ama tutamazsınız. Ben kalemimle herkesin ulaşamadığı şeylere ulaştığıma inanıyorum. Bu yüzden kalemimin ucu daima sivri olacak ama değdiğinde kağıdı değil, kelimelerin canını acıtacak.
- Kendinize örnek aldığınız bir yazar, size ilham aşılayan bir şarkı ya da sizin için yazmayı çekici kılan bir ortam da olabilir; ilhamınızı destekleyen bir olgu var mı?
Sevdiğim pek çok yazar ve şair var. Rıfat Ilgaz, İlhan Berk ve Tanpınar’ı başa yazabilirim. Ancak onlardan ilham değil, haz alıyorum. O haz bana kışkırtıcı şeyler yaptırabiliyor fakat bunun adı ilham değil. İlhamın tamamen bana dair/kişiye dair bir şey olduğunu düşünüyorum. İlhamımı destekleyen olguya gelince, bu soruya genellikle hayattan ilham alıyorum cevabını veriyorum. Hayatın akışında beni besleyen tonlarca şey var. Sokaklar yeniliğin habercisi bende ama esas destek aldığım olgu aşk. O’nun için, o’na dair. J
- Kendiniz için ‘yazıyor bu hayatı’ diyorsunuz. Bu iddianın altında yatan sebep ya da fikir nedir?
Bir önceki soruya olan yanıtımın bir kısmını referans gösterebilirim bu noktada. Hayattan besleniyorum, kaleme koşuyorum. Yazmak ve yaşamak eşdeğer benim için. Yazdıkça yaşıyorum, yaşadıkça yazıyorum.
- İlk basılı eserinizi elinize aldığınızda ne hissettiniz?
Hayatımın en değerli anıydı. 6 yıl geçti ve tesiri hâlâ üzerimde. Çocuk denebilecek bir yaşta, 17 yaşında çıkarmıştım ilk kitabımı. Zor bir süreçti. O günlerde öyle şeyler olmuştu ki, galiba çıkmayacak dediğim anlar oldu. Çok uğraşıp bir karşılığı olur mu diye düşünmediğim zamanlardı. Hiçbir şey kontrolümde değildi ve ben kontrol edemeyecek kadar küçüktüm o tarihlerde. Kitabımı ancak çıktığında, kitap fuarındaki stantta görebilmiştim. Hatta bu kontrolsüzlük bende öyle bir etki bıraktı ki, yeni kitabımın dizgisinden bandrolüne her aşamasında yer aldım. J
Tam bu noktada bir küçük anımı paylaşayım Sevgili Çağla, fuara girdiğimde heyecanlı bir şekilde yayıncının standını arıyordum. Bulduğumda gördüğüm ilk şey kitabımdı. Pes edişim, pes etmekten vazgeçişim ve ona gelişim canlandı gözümde. Sonra onu elime aldım ve dolu gözlerle bakakaldım. Stanttan biri beni görünce çılgın bir okur sanarak seslendi, yazarı gelecek birazdan diye ve ben de müstehzi bir tebessümle yanıtladım, o benim!
Şimdi baktığımda Bir Siyasinin Hikâyesi’nin bana tek katkısı bugünüm. Olması gerekiyordu ve oldu.
- Bu yıl çıkan Çilekeş Kardeşler isimli mizah romanınızın basılı ikinci eseriniz olduğunu görüyoruz. İlk kitabınız ise 2016 yılında basılmış. İki kitap arasındaki 6 yıllık boşluğun sebebi nedir?
Bir Siyasinin Hikâyesi çıktığı dönem sevilmiş bir kitaptı, en azından ulaşabildiği kadar. Ben de bir süre bu rüzgarla oradan oraya savruldum. Çok yazar arkadaşım oldu. Kitaplarını okuma, edebiyattan beklentilerini anlayacak kadar onları tanıma imkanım oldu. İşte tam bu noktada haddimi bildim. Aynı yolun yolcusu olmadığımızı ve onların çizgisinin benim kırmızı çizgim olduğunu fark ettim. Kendi özeleştirimle yüzleştim. Kitabımın eğrisini doğrusunu tarttım. Eğrisi ağır bastı. Tüm taslaklarımı rafa kaldırdım, anlaşmaları da. Henüz genç bir yazar bile değildim, köşeme çekilip arayışıma devam etmeliydim.
Ettim. 2018 yılında resmi olarak yayıncıyla bağımı kestim ve o tarihten sonra herhangi bir dosyayla herhangi bir yayıncıya başvurmadım. Önce üniversiteyi kazandım ve tam anlamıyla edebiyatın içinde yüzdüm. Yazarları okudum, düşündüm, yazdım, sonra bir daha düşündüm, sonra bir daha ve bir daha. Bol bol okudum, bol bol eleştirdim, bol bol yazdım. Körler sağırlar birbirini ağırlar düzeni bana göre değildi. Bu yüzden günü kurtarmak için rüzgar yönüne göre politika belirleyen yayıncı kurnazlığına karşı, kendi yönümü çizdim.
Bu süreçte yazmayı bıraktığımı, bambaşka bir hayata yelken açtığımı düşünenler oldu. Oysa ben her zaman kendi yolumdaydım. Unutulmak ya da yapamadı bıraktı sözlerine maruz kalmak gibi endişelerim yoktu. Yazmak endişeye maruz bırakılmayacak kadar kıymetliydi. Bugün baktığımda aldığım bu karardan son derece tatminim. Birbirine benzeyen kitaplar yazıp o tarihlerde parlayan, şimdilerdeyse pili bitenlerden değilim.
Bu altı yılı boşluk olarak değil, dolu dolu geçirilmiş bir hazırlık dönemi olarak görüyorum. Her şey planladığım gibi gittiği için de keyfim yerinde.

- Çilekeş Kardeşler’e dönelim. Kitabınızın içinde bunun açıklamasını görüyor olsak da kitabın yazarından bir kez daha duymak istedik, neden Çilekeş Kardeşler?
Çünkü neden olmasın? J Çilekeş Kardeşler benim ilk olarak, 2016’nın Mayıs ayında olabildiğince kabataslak şekilde planladığım bir kitaptı. Plan: böyle bir kitap yazacağım, at cebe kalsın. O tarihte Bir Siyasinin Hikâyesi için imza günü yapıyoruz ve küçük yaşlarda bir kız çocuğu da gelmiş. Kitabımı almak istiyor ama ben pek niyetli değilim çünkü yaşına uygun olmadığını düşünüyorum. E haksız da sayılmam. Sonrasında o rica etti, herkesin okuyabileceği bir kitap yaz Ensar abi diye. Sipariş üzerine cebe attığım bu fikir, hayatımın en özel uğraşı olacaktı 3 sene sonra.
İsimle ya da hikâyenin içeriğiyle ilgili sürpriz bozan detaylardan kaçınmayı tercih etsem de bu soruyu kitabın ismini bulma anımı anlatarak yanıtlayabilirim. Kitabın adı … kardeşler olacaktı. Net olan buydu. Fakat önüne getireceğim kelimeyi bir türlü bulamıyordum. Bu öyle bir kelime olmalıydı ki, bir taşla iki kuşu ürkütmeliydi. Kitapta kardeşlerin bir doğum lekesi vardı ve bunun üzerine düşünüyorduk. Görünür şekilde leke bırakacak şeyleri sayarken ağabeyim birden “Çilekeş Kardeşler” deyiverdi. Nasıl anlatılır, tam bir aydınlanma anı. Ağabeyimin gözleri parlıyor, benim kulaklarımda çınlıyor. Kitap tam olarak ismiyle müsemma diyebilirim. J
- Çilekeş Kardeşler’i bize kısaca özetler misiniz?
Çilekeş Kardeşler’i yazmaya başladığımda aklımdan geçen şey, herkese hitap eden bir kitap yazmaktı. Yediden yetmişe herkesin okuyup kendinden bir şeyler bulabileceği, bir babanın okurken yadırganmayacağı ya da bir gencin rahat rahat elinde tutarak odaya girebileceği bir kitap yazmak istemiştim ve bunu başardığıma inanıyorum.
Çilekeş Kardeşler, ikiz kardeşlerin muzip maceralarını anlatıyor ancak komik olsun, insanlar gülsün diye yazılmış bir romandan çok, mizahın propagandaya varmadan, sanatsal çizgi içerisinde yanlışın eleştirisini yapma gücünün kullanıldığı bir roman. Tamamıyla kendi inşa ettiğim bir semtte, büyümekte olan küçük insanların kendilerinden büyük şeyleri taşladığı bir roman.
- Kitaptaki ikiz kardeşlerden birinin adının Agâh olduğunu görüyoruz. Karakterlerden biri ilk adınızı taşıyor yani, bunun sebebi nedir? Öte yandan, ikiz kardeşlerden biri ilk adınızı taşıyorken, diğeri neden sizinle bağıntısı olmayan bir isme sahip?
Çilekeş Kardeşler’i 2018 yılının sonlarına doğru yazmaya başlamıştım. O tarihlerde Agâh ile pek aramız yoktu. Daha çok Ensar’dım. Sanki iki ismim iki ayrı karakter gibi olmuştu. Öyle ki sevgili Ayhan Şahin, Şairin 12’si kitabını imzalarken, “Agâh’a ve Ensar’a” diye imzalamıştı. Agâh ile bir şekilde barışmamız, bütünleşmemiz gerekiyordu. Bu yüzden bu ismi bir kitabımda kullanmam gerekiyordu. Amacıma ulaştığımı söylemem mümkün. Tabii bu işin romantik kısmı. Bir başka nedeni de Agâh’ın hikâyede yazar olması. Bu yüzden ona kendimden bir parça eklemek istedim. Agâh’ı yazmak çok keyifliydi. Şimdilerde nihayet her ikisiyim. J
Alper’in isminin Alper olmasının çok özel bir nedeni yok. Kabul edilebilir bir öztürkçe isim olması gerekiyordu. J Burada bir eksik anlamanın önüne geçmek isterim. Agâh’ın yazar olması ve ismimi taşıması benden izler taşımasını doğruluyor ama onu doğrudan ben yapmıyor. Ona bakarsak Alper ile çocukluk yıllarımda bıraktığım futbolculuğumu yaşatıyorum. Yani birinin bir diğerine yazar torpili yok. J
- Kitapta Malamat adı verilen bir semtten bahsediyorsunuz. Bu ismi seçmenizdeki en önemli faktör nedir? Malamat, gerçekte var olan bir semti sansürlemek için seçtiğiniz bir isim mi?
Malamat, kurallarını benim yazdığım bir yer tasarlamamı sağlıyor. Herhangi bir sansür durumu söz konusu değil. Hayal gücümün sınırlarını test etmek istediğim için bilinen bir yerden ziyade, benim gösterdiğim bir yere çekmek istedim okuyucuyu. Aldığım tepkilere göre İstanbul’da Malamat’ı arayanlar var. Mutluluk verici. J
- Çilekeş Kardeşler’de kendinize en yakın gördüğünüz ve sizinle hiçbir benzerliği olmayan iki zıt karakteri sorsak, bunlar hangileri olurdu ve sebebi nedir?
Biri mahallenin tek hakemi Ofsayt Nuri, diğeri mahallenin tek hâkimi olduğu için kendini mahallenin hâkimi sanan Mithat Erdoğdu. İlk bakıldığında çok karton gibi görünen ama okudukça şaşırtıcı derece sarsan karakterler.
Ofsayt Nuri despot, kabakomik ve işini iyi yapmayan bir karakter, tüm hakemler gibi. Mithat ise gizemli müzesi ve erişilmez bağlantıları olan tehlikeli bir adam. Hiçbir bağımız yok ama bayılıyorum onlara. 🙂
- Çilekeş Kardeşler’in finali ucu açık bırakılmış. İkinci bir kitabın geleceğinden bahsetmek mümkün müdür?
Kulislerde yüksek sesle konuşulmaya başlanmış bile!
- Mizah türünde son derece iyi bir iş çıkardığınızı görüyoruz. Devam etmek istediğiniz rota bu mudur? Yoksa romantizm, polisiye ya da başka herhangi bir türe yönelme düşünceniz var mı?
Bir yöne geçme ya da o yönde kalma gibi bir düşüncem yok. Mizah “ilerlemeye” devam edeceğim bir alan ancak bir edebiyatçı olarak kendime bir tür aramıyorum. Romantizm türünde henüz yayımlamadığım tamamlanmış bir romanım ve yazmayı düşündüğüm bir gerilim romanı planım var. Türlerle değil, eserlerimle anılmayı arzu ediyorum.
- Toplumsal konulara değinmekten ya da edebiyat camiasındaki özellikle genç isimleri ya da yönelimleri eleştirmekten çekinmeyen bir kaleminiz var. Bu yöndeki fikirlerinizi ortaya açıkça sermenizdeki en büyük etken nedir?
Ben bir edebiyatçıyım. Çevremde olanları takip etmeyi istediğim gibi onları eleştirmekten de çekinmem. Edebiyat camiasında birbirine zıt üç zümre gözlemledim. Biri gerçekten edebiyat yapmak isteyenler, ikincisi edebiyatı popüleriteye mâl edenler, üçüncüsü de kirli ideolojilerini edebiyatla sevimli hale getirmeye çalışanlar.
Şimdiye kadar ikinci zümreyle çok uğraştım. Uğraşmaya da devam edeceğim çünkü tiksindiğim bir durum. “Ben ünlüyüm” triplerinde olan, her gün takipçi sayan, deli saçması şeyler yazıp binlerce okunduğunu sanan boyama kalemleri var camiada. Bir yerde oturup beş dakika edebiyat konuşamazsınız bu insanlarla. Çünkü ne yazmayı bilirler ne de yazılanların altını çizmeyi. Boyamadan anlarlar bir tek. Kitap ciltlerini, şömizlerini, sayfalarını, posterlerini, rozetlerini -evet kitap yanında veriliyor- ve tüm bunlarla müşterilerinin gözlerini. Boyama kalemleri ile müşterilerin ilişkisi gerçekten içler acısı. Bu genç isimler, kitaplarının kapaklarında yer alacak modelleri ikna etmeye ayıracakları vakti yazmaya çalıştıkları karakterlere ayırsaydı hiç değilse saygın bir yer edinme imkanı bulabilirlerdi.
Üçüncü zümreyle ile çatışmamız yeni yeni başlıyor. Kötü niyetli yazılar kaleme alan ve kalemi yazmak için değil, düşman gördüklerine saplamak için kullanmaya çalışanlardan oluşuyor. İdeolojik dünyaları duygularını sığlaştırmış durumda. Binlerce yıllık literatürü değiştireceklerini sanıyorlar. Çıldırmış gibiler. Onların hali daha da acınası.
- Kitap yazmanın yanı sıra Darağacı Sanat adı verilen edebiyat kökenli sanat dergisinin de kurucu üyesi ve editörü olduğunuzu görüyoruz. Buna ilaveten çeşitli türdeki yazılarınız dergide yayımlanıyor. Aynı zamanda Fihrist Kitap isimli bir yayınevinde de tam zamanlı olarak editörlük yapıyorsunuz. Yayın sektörüne bu kadar yakın ve sıkı sıkıya bağlıyken içinde bulunduğunuz yoğun tempoyla aranızın nasıl olduğunu anlatır mısınız?
Yapmak istediğim şeyleri yapıyorum. İşi biliyorum, işe gitmiyorum. J Tempoyla aram gayet iyi. Yayıncılık sektörünün kan ağladığı bir dönemde adım adım büyüdük ve bir sanat dergisi çıkarmaya başladık. Darağacı Sanat’ı hazırlamanın, çıkarmanın tadı anlatılmaz. Eşsiz ve benzersiz bir tattır bu. Bir de şahane bir takım eklenince üstüne, gerek mutfağında yer alanlar gerek yazı yazarak katkı sunanlar, doyum olmuyor tadına.
Fihrist Kitap ise hayatımın en büyük dönüm noktalarından biri. Tam anlamıyla idealist ruhların kütüphaneci titizliği ile yayınevleri arasında parıl parıl parlayarak meydan okuması. İki farklı meydan okumanın bendeki temposu yorgunluk değil, tatminkârlık olsa gerek.

- Darağacı Sanat’ı kurma serüveninizden bize bahseder misiniz?
Darağacı Sanat’ın fikir tohumları 2019 yılının Mart ayında ekilmişti. Marmara Üniversitesi’nde sınıf arkadaşım Eyüp Saka ile birlikte kütüphanede haddinden fazla hayalci olduğumuz günlerden birini yaşıyorduk. Sonra ona durup dururken birden dergi mi kursak dedim ve sonra birden bir masa etrafında dergi hazırlığına girişirken bulduk kendimizi. Nasıl yaparız, olur mu, olmazı nedir diye düşünmeden olursa nasıl olurun peşine düştük. Birkaç hocayla görüştük fakat hevesimiz kırılıvermişti birden. Çünkü herkes bize nasıl olmayacağını anlatmaya çalışıyordu. Kağıt o zaman da pahalıydı, bizim cebimiz öğrencilik yıllarında epey bir delikti. Neticede isim aramaya başladık ama birden kesildi tüm bu düşünceler. Kabullendik olmayacağını ve kapattık konuyu, üstelemedik.
Dil kapattı tabii ama gönülde ismi belirsiz bir proje olarak kaldı Darağacı Sanat. Aradan 1 yıl geçti. Biz yine aynı noktaya geldik. Yine bir Mart gününde ama bu sefer tam anlamıyla koyulaşmış bir istekle. Basamasak bile dijital çağa hizmet edebilirdik ya da dijital çağ bizim hayallerimize hizmet edebilirdi. Marmara Üniversitesi’nin kütüphanesinde bilgisayar başında iki ortak kurduk Darağacı Sanat’ı. Yedi sanatı bir yerde buluşturacaktık. Dedikodu, Bulut Ekspresi, Yazar Neden Yazar gibi projeler bir bir yazıldı kağıtlara. Sonra eve gittik ve akşamına Türkiye’de ilk koronavirüs vakası açıklandı. 1-2 gün içinde de tamamen eve kapandık. Hep düşünür dururum, evlere kapanmasaydık derginin hali ne olurdu? Daha iyi olur muydu diye? Evlere kapanmanın iyi yanı dergiyi inşa etmek için çok fazla vakit bulmuş olmamızdı. Tabii bu dönemde çok fazla git-gel yaşadık ama temellerini sağlam attığımız bu dergi bize çatı olmuştu artık.
- Darağacı Sanat’ın vizyonu hakkında bilgi verir misiniz?
Darağacı Sanat kökünde edebiyatçı kurucuları olduğu için edebiyat kökenli bir sanat dergisidir. Yani hiçbir zaman sadece bir edebiyat dergisi olmamıştır. 2020 yılından bu yana sanatın eksiksiz her dalında nitelikli eserleri okuyucuya sunmuştur. İyi olanın peşinden gitmiş, kötü edebiyata karşı bir tavır sergilemiştir. Ben İlkyaz sayısını çıkardığımız günden beri Darağacı Sanat’ı bir dergi olarak değil, bir edebiyat topluluğu olarak görüyorum çünkü birbirini destekleyen ve birbirine saygı duyan bir topluluk olduğumuza inanıyorum. Ben bu derginin yayın yönetmeniyim ve tüm yazılar benim elimden geçiyor. O yazıları okurken gerçekten mutlu oluyorum. Güçlü kalemleri bir arada toplayan bir dergiye sahip olduğum için. Bu yazılar arasında bazen çalıştığım oluyor, yazarlarıyla tartıştığım oluyor. Bundan çok keyif alıyorum. Bir edebiyatçı olarak, bu derginin yayın yönetmeni olarak sanata gönül vermiş kalemlere değmek mutlu ediyor beni. Bu hepimiz için geçerli. Yaşça küçük arkadaşlarımızın ilk yazılarıyla şimdiki yazıları arasındaki yükseliş, Darağacı Sanat’ın vizyonudur. Darağacı Sanat iyi sanatı sergilerken iyileştirici gücünü de tesir eder kalemlere.
Ayrıca Darağacı Sanat tekdüzeleşmiş sanata omuz vermiştir. Birbirini ağırlayıp hem birbirlerine hem çevrelerindekilere körleşip sağırlaşanlara karşı sesi gür çıkan, belirli ekollerin peşinden gitmeyip kendini ekolünü oluşturmaya çabalayan bir dergidir Darağacı Sanat. Zamanla oluşturduğu birliğinden aldığı kuvvetle daha da büyümektedir ve büyüyecektir.
- Derginin mutfağından küçük sırlar paylaşır mısınız?
Derginin mutfağında ciddi bir disiplin söz konusu. Yeni tarifler yazılıyor, bazıları ön tadım aşamasında, bazıları zamanını bekliyor. Yakın tarihte Darağacı Akademi’yi hayata geçireceğiz. Dergimizdeki akademik değeri yüksek araştırma/inceleme yazılarını düzenli bir bölümde bir araya getirerek kolay ulaşılabilir hale sokacağız. Bunun yanı sıra devamlılığı olan içeriklerimizi artıracağız ve sanata dair yeni köşelerimizi okuyucularımıza sunacağız. Yedi sanatı bir arada tutma amacımızı da kalıcı hale getirme noktasında çalışmalarımız var. Yaz sayımızda sinema ve resim sanatlarına yer verdik. Devamı gelecek hem site üzerinden hem de basılı sayılarımızda.
Çılgın bir projemiz var. O da basılı sayımıza küçük bir ek! Yılbaşından beri hazırlıklarımız sürüyor. Beklemede kalın. J
- Darağacı Sanat’ın 80’den fazla yazarı ağırladığını ve yüzlerce içerik yayımladığını görüyoruz. Bu kadar çok yazara ulaşmak ve yazıların okura sunulmasında büyük rol oynamak sizin için nasıl bir his?
Gurur dolu. Bu yazarlar arasında yeni isimler olduğu kadar yıldız isimler de var. Bazılarını basılı iki sayımızda ağırladık ve buna devam etmek istiyoruz. Edebiyatımızda yer edinmiş, büyük isimlerle aynı dergide yer almak her birimiz için kıymetli.
Bugün pek çok yazarımız var ve her birini tanıyor olmak beni çok mutlu ediyor. Dediğin gibi iki yılda 80’den fazla yazar yazdı Darağacı Sanat’ta ve ben sadece 1 yazı yayımlamış yazarı bile hatırlarım şu an yazısıyla birlikte. Kalemleriyle tanıdığım, kimiyle zaman içinde samimi olduğum, kimiyle yazar-editör(okur) ilişkisi çerçevesinde iletişim kurduğum yazarlar. Başlangıçta kaç kişiydik ki? Senin geçtiğimiz Şubat ayında yayımladığımız son e-sayımızda yazdığın bir yazı vardı. İlk haftasonu programlarımızdan birinde yazar sayısı kadar kuş illüstrasyonu kullandık diye. Şimdi devasa bir takımız ve bu takımın bir araya gelmesinde rol oynadığım için mutlu hissediyorum. Büyük şans, güzel insanlarla bir araya geldik. Yaz Dostum diye bir yazma yarışması yapmıştık ve o yarışmadan bu yana bizimle yürüyen üç şahane arkadaşımız var, resmen kurucu yazar gibiler artık. Demem o ki güzel bir enerji yaydı Darağacı Sanat ve Türkiye’nin hatta dünyanın dört bir yanından kalemleri buluşturdu. Darağacı Sanat benim can evim. Bugün 702.günü, usanmadan yazı yayımlamaya devam ediyorum. 10 gün geçsin de yeni sayının hazırlıklarına başlayalım diye can atıyorum. Bunda yazarların ve yazılanları okuyanların payı çok. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum, bir hayali paylaştıkları ve bizi hayalini dahi kuramayacağımız şeyleri yüksek sesle söyleyebilecek noktaya getirdikleri için.
- Son olarak, bir Türkolog, yazar ve editör olarak yazarlığa adım atmak isteyenlere önerileriniz nelerdir?
Her şeyden önce yazarlığın bir yolculuk olduğunu bilmek gerekiyor. Düşmeyi, yerde sürünmeyi ve emeklemeyi ancak o sayede kalkılabileceğini göz ardı etmeden kaleme tutunmalı yazar. En çok da okumayı ama. Yazmak sonra gelir hep.