Betimlemeler | Ev

Avucumun içinde terleyen elin, içimi kaplayan tuhaf bir sükûnet… Adım adım yaklaşıyoruz yolun sonundaki tüten o ocağa. Üzeri yosun tutmuş kiremitler, boyası dökülmüş pencereler ve bahçedeki kurumuş kayısı ağacı bile sanki bizi bekliyor. Biraz daha yaklaşınca heyecanla
sesleniyorsun. “Ben geldim.” diyorsun. İki yaşlı çınar kapıda beliriyor, hasretle karşılıyor seni. Gülümsüyorsun. Yüzündeki mutluluk kalbime de bulaşıyor.

Hatice Işıktaş

Hiç kendinizi olmanız gerektiği yerde değilmişsiniz gibi hissettiniz mi? Neresiydi olmamız gereken yer? Kendine soluğumuzun olduğu yer mi yoksa soğukta bile içine sığındığımız kendimize ait o dört duvar mı? Neydi bu dört duvarı diğerlerinden ayıran? İçinde sizin olmanız mı yoksa yaşanmışlıklar mı? Bence o dört duvarı diğerlerinden ayıran soluğunuzun onlara sinmeseydi…

Ş. Banu Akça

Kuşların uçsuz bucaksız göklerden yorulduğunda konduğu, gemilerin dalgalarla boğuşmaktan bitap düştüğünde uğradığı, tohumların suyla buluşup çatladığı; yeşerip fidan, uzayıp ağaç olduğu, insanlarınsa hayatları boyunca ait olmak için aradığı, bazen tek bir kişi bazen kalabalık, bazense sadece taş topraktan oluşan; sırtımızı düşünmeden dayayıp yükümüzü paylaştığımız, gözümüzü tereddütsüz kapattığımız yerdir.

Merve Basut

Düşlerin uçsuz bucaksız gökyüzüdür; beyaz tavan. İz bırakan bütün düşüşlerin de şahididir taban. Bazen üzerine gelen dört duvardır, nefesiz kaldığın, kendin olamadığın. Bazen de ferah bir malikanedir, korkusuzca nefes aldığın, kendin olabildiğin. Sığındığın köşelerin, yaslandığın duvarların, baktığın pencerelerin seninle birlikte nefes aldığını hissedersin. Bazen ferah, bazen de kesilen bir nefesle yaşamın kutsallığında yalnızlığın baş köşesindesin.

Burçin Laçin Altay

Gönlünün aralığından sızıp gölgesinde soluklandığım, korkularımdan arınıp sırtımı dayadığım, bal rengi gözlerinde kaybolup bahar kokulu gözlerinde yeniden yeniden doğduğum; her bir hücreme ince ince sinen, ruhuma nakış nakış işlenen, kara kışları bahara döndüren, bereketli elleriyle çorak toprağı yeşerten sevdiğim, yârim, hasretim…

Özlem Polat

Adeta minik bir kutu, ancak iki kişiye yetiyor. Sanki bir oda daha olsa boğulacak insan. Bazen huzurdan taşıyor bazen kaçmak en güzel teklif oluveriyor. Güneş doğuyor, ay batıyor, gece ve gündüz bir anda oluyor. Tavan akıyor, ocak sönüyor, kar yağıyor… Faturalar arşa değiyor, her yer buz kesiyor. Hayat yükü haşin bir akbaba gibi omzumuza çöküyor.

Şimal Yanpınar

Dünyanın sıkması, zorlukların çoğalması, yükümün ağırlaşması gitgide yoruyor beni. Çoğu zaman nefes almaya, tüm olumsuzlukları unutacağım bir meskene ihtiyaç duyuyorum; kapısını kapattığımda her bir şeyi arkamda bırakabileceğim, hayatımı küçük bir pencereden seyredebileceğim bir sığınağa. Her zerresinin huzurla kaplandığı, içerisinde bulunan insanların beni koşulsuzca sevdiği bir limana…

Betül Dağ

Gümüş tenini süslüyor cam gözleri. Ahenginden hiçbir şey yitirmeyeceği belli. Öyle ki, ağzının kenarına takılı ahşap parçası bile bozmuyor sihrini. Nice yaşamaları gözetlerken ruhu elbette kirlenecekti. Yine de yıkık dökük bir harabeye dönüşmeyecekti çünkü içinde yaşanılan o mağaradan gelme dört duvar ancak bekçisi varsa nefes almaya devam edebilirdi ve belli ki misafirleri nesil değişse de daimiydi.

Çağla Fulya

Günün her saati uyanık, olduğu yere kazık çakmış, geleni geçeni seyretmekte. Pek bir ketum; iyiliği de kötülüğü de içine atar hep. İçinden geleni söylese nasıl bakar konu komşunun yüzüne? Bir sihri var ki, gözlerini sıkı sıkı yumduğu o gecede, perdelerinin ardından duyulan kalp atışlarının sesi ikiden üçe çıkıverdi.

Agâh Ensar Can

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.