Yetinmek?
Bu çağ,
Bu çağ diğer çağlardan farklıydı.
Bu çağ diğer çağlardan farklı olmaya mahkumdu.
Tek bir kelimenin herkes için başka bir mânâ ifade ediyor oluşu, bu çağı farklı kılan en beter sebeplerinden biri oldu. Kelimenin adı yetinmekti.
Yetinmek, tüm insanlığı çılgınlığa sürükleyen o korkunç kelime…
Köleleşmenin yücelik olduğu bu çağda, çağa ayak uydurmakta gerekliydi.
Kölesi olunan eşyaların, kıyafetlerin, cansız belki de canlı varlıkların değeri sadece köleleşmiş varlıkların oluşturduğu hurafe idi. “Değer” kavramını da köleleştiren insanoğlu, en çok bu çağda değersizleşti. Mahkum etti kendini, varlığı içindeki yokluğa.
Peki yetinmek neydi?
Ahmed Arif’e göre yetinmek, cehennemin öbür adıydı.
Şükrü Erbaş’a göre yetinmek, erdemdi.
Kimin düşüncesi doğruydu? Hangisi bu çağın başlattığı göz nankörlüğünü anlatıyordu?
İkisi de değil.
Çünkü yetinmek, bir parmak izi, bir üslup gibi herkeste farklı mânâlar taşıyordu.
Ve belki de yetinmek, Hz. Fatıma (r.anha)’nın Hz. Ali (k.v) ile evlendiği zaman çeyizi debbağlanmış koç derisi bir post ile içine ağaç kabuğu doldurulmuş deri bir yastıktan ibaret oluşuydu.
Evet,
Tek bir örnek üzerinden pek çok alanda düşünebilmek gerekli sanıyorum.
Düşünebilmek için ise sadece yetinebilmek!
Koskoca dünyaya sığamayıp dört köşelik bir ikamet çukurunda yok olmayı düşünmek…
Yeterli.
Hanım İlayda Çelik