Ne var ki karanlık öpmeye çalışır yanaklarını
Tenini okşayan rüzgârı kıskanırken üstelik
Gökyüzüm kendi kendini kanatırken ağlıyorum
Duy beni ilk yağmurum, çözülüyorum
Hayatın benimkine karışmazsa ben
İşte o zaman nefes almayı bırakıyorum
Ağaçların dallarında örtü eksilmiş
Bir bir yere düşüyor mevsimin cemreleri
Bir ezan kulağımda, bahşediliyor hayatım
Adımı taşıyorum yarınlarına, korkuyla koşuyorum
Eğer yarınlarına sinmezse kokum
Yeşili görmeyi bırakıyorum
Huzurun dingin alevleri çatırdıyor kuytuda
Aheste gölgeler dans ediyor çentik dolu kavanozda
En derinlerde saklı batmış bir geminin güvertesi
Bir sandık, içinde altın yok, dopdolu içi
Sessizliğimi aydınlatmazsan sen
Kelimelere büyük bir savaş açıyorum
Öfke altın bir kafes mantığı çevreleyen
Değerli desen değil altın ağırlığınca
Önemsiz desen değil üç günlük hasır sepet
Bir rüya ki göğsümde yangın çıkmış
Gözyaşlarımı öpmezse dudakların
Kendimi parçalara bölüp hiçliğe savuruyorum
Akıp giden zamanın başı boş arazisiydim
Çağla Fulya
Bir uğrak yer et beni gönlüne kapı olan
Bakir topraklarına dokunmak istiyorum
Seni sen yapan yapanlara yalnızca ben uzanıyorum
Kitaplığım kitaplığına karışmazsa ben
İşte o zaman yazmayı bırakıyorum