“Adrenalin şu an aristokratların işi…” diye başlayan öfkeli bir ses duyuluyor,
Bir sokak arasında, çayın buğusuyla ısınmış körpe bir kahvehane masasından.
“Hoş!” diyor; “Gerçekliğin kenar mahallerinden geçmeden henüz, adrenalin nedir öğrenmişler…”
“Giriş katında oturdukları gecekondunun, bir lağımın patlamasıyla mahvoluşunu hiç yaşamadan hem de…”
Elinde tuttuğu gazetenin sayfalarını daha bir sert tutmaya başlıyor ardından,
Sanki ağzından öfkeyle çıkacak diğer cümleleri de böyle tutmak istiyor.
Emekli maaşıyla geçindirmeye çalıştığı evi,
50 kuruş daha ucuza alabilmek için, her akşam fırının önünde girdiği bayat ekmek kuyruğunu düşünüyor.
Eskimiş paltosuna sarınırken soğuk gün dönümlerinde, Gogol’un hikâyesine istemsizce sokuluyor.
Bürokrasi, lüks, şöhret ve kahkahalar var, önünden geçtiği kimi evlerin salonlarında.
Bilmiyor, sanayi devrimiyle yükselişe geçen Avrupa’da değil sadece bu eşitsizlik.
Farklı yüzyıllar ve farklı coğrafyalar değiştirmiyor adaletsizliğin kana bulanmış suretini.
“Beklemiş olanından bir çay daha versene!” diyor, az önce öfkesini kusamayıp gazeteye sarılan adam.
Sonra kendi kendine söyleniyor, “3 bayat çay, 2 ekmek eder… Bunu da içeyim, kalkar biraz daha kağıt toplarım…”
Ayşete Yavaş