Ona Rağmen

Biliyor musun, ben onu hiç yazmadım. Ben onu çok yazdım.

Bir rivayete dönüştü yaşamak şimdilerde. Başımı sokacağımız bir yer buluyor oluşumuz altın değerinde. Oysa ne tuhaftır zaten hakkın olana şükretmek. Hayat bize yüzünü dönmüş. Zaten kimse sevmez alacaklısını. Hayat bize borçlu.

Ruhsuz bir günün ortasında geceye hapsolmuş gibiyim çoğu zaman. Nereye dönsem harabe. Takılıyorum deprem sonrası yere düşenlere. Çatısı kayıp dört duvar, demiri eksik merdiven… Hissizleşiyor insan bir raddeden sonra. Sorgulama yeteneğine gölge düşerken muhakeme yapabilmek kayıp bir anda koşuşturuyor. Ayaklarıma dolanıyor sanki sarmaşıklar. Düşmüyorum. Düşsem en azından kaçmaya çalışmam artık. Yerde sonumu beklerim ya da miladımı ama düşmüyorum, düşemiyorum. “Güçlüsün sen,” derler genelde. Sanki çok büyük bir maharetmiş gibi. Ben güçlü olmak zorunda kalmayı istemiyorum.

Engin denizlerde kaybolma hayali kurdum ne zaman bir kıyıya varsam. Boğulmak nasıl bir his? Ölüm kurtuluş mu? Bunu arzulamak korkaklık mı? İntihar girişimleri sessiz yardım çığlıklarıdır benim nazarımda. Beni görün… Beni duyun… Beni, sevin… Ancak hiç kimse intiharla cezalandırılacak kadar kıymetli değil. Büyük bir ders verme saçmalığıyla tırabzanlara tırmandığımda anladım bunu. Arkamdan gelenlerin bakışlarında gördüm. Vicdan azabından korkan bakışlardı karşılaştığım; benim yokluğumdan değil. Üç gün dökülecek gözyaşı olurdu karşılığım. Yıllar sonra mezarımın bulunduğu arsa artık her yere uzak olurdu, kimse gelmezdi. Zaten gelmesinler de. Kalkıp sarılamayacaksam en sevdiklerime ve onlar da yalnızca kendi yüklerini hafifletmek için dokunacaklarsa soğuk mermerime, gelmesinler. Vakti gelince beden ölür, teni soğur, çürür. Vakti geçince anlamını kaybeder bazı şeyler. Vakti geçince hisler ölür, sessizlik çöker ve vazgeçişin ilk adımları atılır. Nefesim hâlâ benimleyken inanırım gelen çiçeklerin samimiyetine. Bir gülümsemem için girilen zahmetin arkasındaki hevese inanırım. Kuru toprağıma bırakılacak çiçekler hiçbir anlam ifade etmeyecek oysa.

Başımı yastığa huzurla yasladığım geceler sayılıdır benim. Çocukluğumu es geçelim, bahsetmek bile istemem. Yetişkinlik zamanımda da kıramadığım bu zincir sanki birer pranga ayak bileklerimde. Tepemde bir ışık varmış gibi hissediyorum. Aydınlık olan tek yer. Geri kalan her yer karanlık ve ben karanlığın içinde kaybolan zincirimin kökleri nereye varıyor göremiyorum. Hiçbir şeyden korkmayacak kadar hissizleştiğim zamanlar oldu. Hiçbir şey hissetmediğim zamanlar… Hissedebilmek büyük nimet oysa. Acı çekebilecek kadar insan kalabilmek büyük lüks. Karşımda kafasını duvarlara vuran bir canavar görüyorum. Elini kaldırım taşıyla ezen, kollarını kör bir bıçakla defalarca kesen bir canavar. Kırmızıya dönüşen halı, asla geçmeyecek lekeler… Ve hissetmiyorum. Ne korku, ne üzüntü, ne de keder.

Biliyor musun, ben onu hiç yazmadım. Ben onu çok yazdım. Canavar hiç şüphesiz o olmuştu.

Boş bir yüreğin öfkeli getirileri oluyor. Geçirdiğin cinnetle sayısız şeyi öldürüyorsun ve hepsi sana dair oluyor. Sonra uyumak istiyorsun. Denizin, yeşile kıyı olduğu bir yerde uyumak mesela. Esen rüzgârın seni üşütmediği, günü aydınlatan güneşin tenini kavurmadığı bir yerde uyumak. Yerden metrelerce yüksekte, yerin metrelerce altında uyumak. Fakat bir kendine kıyamıyor insan işte. Çünkü umut kırıntıları varsa patikanda, kırıntılardan oluşan yolu takip etmek istiyorsun. Yolun sonu iyi olan her şeyle süslü bir eve de çıkarabilir, bir uçurumun yamacına da.

Neler konuştuk yine, farkında mısın? Yaşamak bir rivayete dönüştü şimdilerde. Eli hiç kana bulanmayan katille büyüdüm. Öldürülen gülüşlerimdi. Bana anlatılan hiçbir masala inanmadan büyüdüm. Anneannemin ıvır zıvır için kullandığı boş odasında kendime oyuncak edindiğim oyuncak olmayan şeylerle büyüdüm. Şimdi dönüp baktığımda geriye, nadir mutluluk anlarımı sönük bir mumla aradığımı fark ediyorum. Mumu kim üfledi, beni karanlığa kim mecbur kıldı artık biliyorum. Ben onu hiç yazmadım. Ben onu çok yazdım. Geride bırakması mümkün olmayan dünlerimin sebepleri hep ona çıktı. Demiri eksik merdiven göğe uzandı. Çatısı eksik dört duvar beni bu hastalıklı zihne mecbur kıldı fakat yoluma devam ediyorum.

Ona inat değil, ona rağmen.

Çağla Fulya

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.