Açık Cam

Sokakta sesler birbirine dolanmış yine. Camı açtığında, evde olduğunu hissedebilir ancak. İlk siftah eve gitmemek için ağlayan şişman, kara çocuktan geldi.  Baba sakin ama, başka şeyler düşündüğünden. Meşguliyet bazen, küplere binmene bile izin vermez.  Uyumsuz bir çöp bidonu duruyor sokak lambasının biraz ötesinde. Öylece duran,  arada bir kızlı erkekli çocuk grubunun tekmeleriyle sesini duyuran metal çöp bidonu… Kafası çok karışık olan biri var, kendisi diyor bunu her gördüğü komşusuna. Hatta uzun uzun anlatıyor, kafa karışıklığının hayatın akışına katıldığını. Bir uzvunu koparıp atmak kadar zor bunu hayatından söküp atmak da. Bir insan bazen öylece sokaktan geçerken,  derin anlatabilir kendini. Laf olsun diye konuşacağını sanan tüm komşulara, hatırlatabilir derinliğin laf olmadığını ve belirli bir yerinin olmadığını. Mevzu bahisleri için güzel mekanlar seçemediği için özür dilemesi de beklenmemeli.  Suratlarını kendileri görse tüyleri diken diken olur şu “koşalım sürüsünün.” Duyabildikleri tek ses ayakkabı tıkırtıları ve alarm sesleri de olabilir. Şekeri olan gülüyor, annesinin elini bırakmıyor, eve gitmemek için hiç de sızlanmıyor. Sadece bu gönlünü etmeler, pürüzsüz gözüküyor. Gönlünü etmeler, sokağı daha çok aydınlatıyor, yakıcı güneşin ayarını kısabiliyor ya da suratını kurutan ayazda daha sıcak tutabiliyor. Yürüyüşe çıkan bazı huysuzlar, etrafı da pür dikkat inceliyor. Beyazları çıkan her insan, bir şeyleri biraz hep şikayet etmeli; biraz da gereksiz sevinçli ve heyecanlı olmalıdır. Örf ve adetler gibi yazılı olmayan kurallarımızdandır bunlar. Doymak bilmeyen bir neslin geldiğini söyleyen ana babaların çocukları bir şeyler istiyor, ne istediklerini kendileri de asla bulamıyor. Ortak bir karar vermeye çalışıyorlar arkadaş gruplarında ama seçenek çok,  –Büyükler böyle söylüyor-,  günün yarısı boşa gidiyor. Seyyar satıcılar yok artık, çok görünmüyor. Batan birkaç mağaza ve çok da işlek olmayan dükkanlar var tek tük. Yokuş aşağı yürüyüp, sola dönersen bir AVM bulursun, içeri girebilmek için hafta sonları kapısında kuyruk oluşan…

Camı kapattı, içeriye yaşam karışırsa uyuyamaz. Bir kere ses, öylece içinden geçip gitmez insanın, tüm organlarını yoklar, duyguları bir tartar, anormal bir durumda hemen uyarısını verir, kendine getirir ya da kendinden uzaklaştırır. Yani bir şeyleri karıştırır içinde,  ya da tam yerini bulur koyar bir şeyler içine.  Uyarı verdi işte mesela şimdi. Ağır basan duyguyu azarladı sokaktan gelen bir ses. Sorguladı, yargıladı, canından bezdirdi. Başka bir ses de içindeki mezarlığın üzerinde ev dikip oturttu oraya seni. İhtiyacın olanı, eliyle koymuş gibi bulan bir ses. Kendini rahat bırakmasını çok kere söylemişti, kendine. Ruhuna işleyen sesleri ninni sanıp kapatmıştı gözünü kaç defasında, bilincim yerinde dediği bir gün bir çocuk zırıltısı gitmemişti kulaklarından. Alacakaranlığa kadar kafasındaki zırıltıyı kendi zırıltısıyla harmanlamıştı. Hayatın eve karışmasına bir diyeceği yoktu, mahmurluğu atıp ayılması lazımdı ama hayatın içine karışmasına içten içe sinir oluyordu. İçine karışan her şey, hayata biraz daha bağlar insanı, sorgulatır, analiz ettirir. Bunlar zor işler, ona göre değmeyecek de işler. Bilinçaltı habersiz çekerse sesleri, anca o zaman ilacın etkisindeymiş gibi uyuşuyor ruhu, istememek yasaklanıyor o an, her nefes alışverişi kontrollü yapılıyor, her bir detay kafada evriliyor, çevriliyor. Bazen rüyalara da giriyor. Rüyalara girince,  ayılmak için camı daha çok açmak gerekiyor. Evin daha uzun havalanması gerekiyor ki bu da hayatın içeri daha çok dolması demek. Kontrolsüz, havalanıyor ev. Kontrolsüz ve daha çok. Sesin de hayatın da fazlasıyla uğraşacak hali yok. Kontrolsüz fazlalığa ceza veriyor ve günlerce camı açmıyor, gözünü açamayacak mahmurlukta olsa bile…  Bir kere de değil iki kere de değil, defalarca görmüştü bu hurra ses karışıklığının içine işleyişini. Her şey az ve öz olmalıydı. Her sesten biraz ve az miktarda. Bilinçaltı çok eziyet çektirir yoksa insana. Ayarlanması lazımdı her şeyin.  Uykuya dalmadan son düşündükleri buydu. Görüntülerin, gürültülerin, kokuların, üzüntülerin, sevinçlerin…  Hız ayarlanmazsa, fren tutmazsa insan çok güzel ölebilirdi, daha da kötüsü tekrar tekrar dirilip tekrar tekrar ölebilirdi.

İrem Özdemir

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.