Ne istediğinden emin olamayan insanın çevresine attığı etkisiz bakışı takındım, yürüyorum yolda. Yolun çıkmazı vardır illaki, bulurum birazdan oraları da. Çıkmazlardan çıkmak için çareler düşünürüm. “Boşa kürek çekmek” cümlesini fısıldarlar kulaklarıma. Migrenimle el ele dolaşırız, rüzgâra inat. Bazı çareleri zamansız tükettiğimden yakınırım. Yakındığımı hemen unutmak zorundayım çünkü adımlarım yavaşlamaya başlar unutamazsam. Koşar adım yürümeyi severim. Bol bol zamanım olsa da bir yerlere yetişmeye çalışır gibi yürümeyi severim. İnsan bir yerlere yetişmeye çalışırsa bacakları gibi aklını da hızlı hızlı çalıştırır. Gelen her düşünce sırasını ötekisine verir. Gelen de giden de çok durmaz insanın kafasında. İnsan kafası bu… Mamak çöplüğünü aratmaz. Kokusu bütün uzuvları rahatsız eder. Doğaya karışması zor olan her şeyi biraz kendine çeker insan kafası. Uzun yıllar karışmaz doğaya. Bazen insanın bizzat kendisi toprağa karışana kadar yok olmaz hatta.
Düzenekler aşılması gerekiyormuş, tüm insanlık için hazırlanan yarışmalar varmış bu dünyada. Herkes birincilik için antrenmanlara gidiyor, en güzel eğitimleri alıyormuş. Birileri birilerini geçerse bir şeyler oluyormuş, ödüllere layık görülüyormuş sonra da unutulup tekrar aynı döngüde debeleniyormuş. Kafamdaki Mamak çöplüğüyle koşuşturup durmak, altın madalyamı boynuma takmakla itişip duruyor bu aralar. Yarışmalara katılmak da istemiyorum zaten. Panayırlar da düzenleniyormuş, gezegenin ortasında. Rengarenk suratlı o dansçıların arasına kendi çöplüğümü bırakmak istiyorum her davetlerinde. Hazırlıklarım da yok, tek antrenmanım adımlarım yavaşlamadan yürüyebilmek. Koşar adım yürüyebilmek, çöplüğümü beslemek, madalya gördüğüm yere tükürmek…
Çözülmesi gereken ne varsa önce saçaklanır. Keçe keçe sırıtır da çoğu zaman. Keçe insana “Ben hep buradayım, çözemeden gidemezsin.” der. Panayır davetlerine sövdürtür, tiyatro biletlerini yakar, şiirlerini yüksek sesle okuma diye azarlar, kitaplarını saklar, insanlara öcülük makamını uygun görür. Kendine sarılmadan açılmaz keçe, toplanmaz saçaklar. Yum gözlerini, herkesin içindeki o çöplük sende de var. Karıştır karıştırabildiğin kadar, kokla her şeyi, dokun, ne olduğuna iyi bak, hatta düzenle onları. İnsan ancak böyle toparlar sarkan saçakları. Böyle çözer keçesini. Kendi çöplüğünü iyi tanıyan, yarışmadan kazanır altın madalyasını.
Saçaklanan kaçıncı detay hatırlamıyorum. Ayağıma dolanmayı bırak, tüm bedenimi sarıp sarmalamış ve aşağı bakan milyonlarca ip sarkıntısı hissediyorum üzerimde. Birini çözsem, diğeri inadından daha bir sıkı düğümleniyor sanki. Biraz kıvranıyorum, elim ayağım oynamıyor öyle çok ama yine de çabalıyorum. Çabalamanın gücüne inanarak yumuyorum gözlerimi, saçakları atıyorum üzerimden, cılız bir mum ışığıyla eritiyorum bütün ipleri. Canımın istediği gibi elimi, kolumu sağa sola sallıyorum, bacaklarımı şöyle bir kavrıyorum. Kendini kavramak ne demekmiş asıl o zaman anlıyorum. Kendine dişlerini göstere göstere gülmenin tadına bakıyorum. Bir kere tattın mı tiryakisi olacağın tatlardan biri bu, eminim. Çay tiryakisi bir amcayla bile yarışırım, hangimiz daha tiryaki iddiasını da şüphesiz ben kazanırım.
İrem Özdemir