Tiyatrocularla Röportaj | Burcu Görek

Dünya Tiyatro Günümüz kutlu olsun!

“Uyandığımda Sesim Yoktu” adlı oyunuyla dikkat çeken Burcu Görek sorularımızı yanıtladı. Kendisine sıcak sohbeti için teşekkür ediyor, kariyerinde başarılar diliyoruz.

Burcu Görek

Bize kendinizden bahseder misiniz?

Tabii. Ben Burcu Görek. Oyuncu ve yapımcıyım. Aslında lisans eğitimim işletme temelliydi Boğaziçi Üniversitesi’nde. Ama öğrenciyken özel tiyatrolarda oynuyordum. Mezun olunca anladım ki bir seçim yapmam gerekiyor ve ben oyunculuğu seçtim. Ama yaptığım ve ömür boyu yapmak istediğim meslekle ilgili her ne kadar çeşitli eğitimler almış, sahne ve ekran tecrübesi yaşamış dahi olsam, okumayı çok seven yanım, bu konuda bir akademik eğitim almaya itti beni. Kadir Has Üniversitesi’nde burslu olarak Film ve Drama Oyunculuk yüksek lisansı yaptım. Yıllardır da oyunculuk -son yıllarda buna yapımcılık da eklendi- yaparak geçimimi sağlıyorum.

Tiyatro sizin için ne ifade ediyor?

Tiyatro benim için sesle, bedenle, cümleleri oluşturan eylemlerle kendini ifade etme yeri. Özgürlük alanı.

Tiyatro yaşantınız nasıl başladı? İzlediğiniz bir oyunun ya da oyuncunun etkisi oldu mu? En sevdiğiniz oyunu ve tiyatrocuyu bizimle paylaşır mısınız?

Kesinlikle izlediğim bir oyunun etkisi oldu. Lisede bizi Şehir Tiyatrolarının Düğün ya da Davul adlı oyununa götürmüşlerdi. Oyun bitiminde oyuncuları alkışlarken yanımdaki arkadaşımla göz göze geldik, “keşke biz de orada olsak” dedik ve hemen akabinde Şehir Tiyatrolarının gençlik tiyatro kursuna yazıldık.

İyi yapılan ve oynanan çok oyun var. Ama örneğin Şahika Tekand’ın yönettiği Godot’yu Beklerken oyununu çok sevmiştim. Hem beni en etkileyen oyunculardan biri Yiğit Özşener oynuyordu, hem de oyun çok güzel sahnelenmişti. Yurt dışında da Edinburgh Fringe Festivali’nde seyrettiğim Mouthpiece oyunundan çok etkilenmiştim. Sonrasını biliyorsunuz Türkiye’de Uyandığımda Sesim Yoktu olarak yaptık.

İçinde olmak istediğiniz bir hikâye ve oynamak istediğiniz bir rol var mı?

Elbette. Son günlerde Danish Girl’ü oyun olarak uyarlasak ne de güzel sahnelenir ve oynanır diye geçiriyorum aklımdan. Bir de günceli yakalayan komedi işinde oynamak isterim.

Türkiye’de sanat yapmak ve sanatçı olmak nasıl bir duygu?

Evrensel bir alan bu. Türkiye’de yapmak bol direniş gerektiriyor. Her gün karşı durmak istediğiniz bir açıklama ya da haber geliyor, maalesef ele almak için çok konu var.

Kendinizi topluma karşı sorumlu hissediyor musunuz?

İlk olarak kendimden sorumluyum. Eğer ben doğru davranış ve tutum içinde olursam topluma karşı sorumluluğumu yerine getirmiş olurum.

Pandemi nedeniyle tiyatro faaliyetleri durduruldu ve zamanla açık havada yapılması ya da seyirci kapasitesinin yarıya indirilmesi gibi imkanlar sunuldu. Ancak bu dönemde dijital tiyatro adında bir alternatif yol ivme kazandı. Siz tiyatronun dijitale taşınmasını nasıl yorumluyorsunuz? Sizce tiyatro seyircisiz oynanabilen ve kameralar aracılığıyla izlenebilen bir sanat olabilir mi?

Ben tiyatronun online olmasına ilk zamanlar çok iyimser yaklaşmıyordum. Ama yeni bir yol bulma ya da yeni bir yol yapma arayışı çok normal. Oyuncu oynadıkça enerji dolar, yaşar. Sonrasında “dijital tiyatro bu, tiyatro değil” diyerek kendimi alıştırdım. Bu geçici bir durum ama fena da olmuyor. Hem yurt dışından ya da farklı illerden seyirciler seyredebiliyor hem tiyatroya destek olmak isteyenler buradan desteklerini verebiliyorlar.

Toplumun tiyatroya olan tutumunu ve ilgisini nasıl buluyorsunuz? Pandemi öncesinde tiyatroya olan ilgi sizce yeterli miydi?

Bizim oyun özelinde söylemem gerekirse ilgi yoğundu ama ben çok da oyun seyretmeye gidiyordum, orada da gözlemim insanların ilgisinin olduğu yönündeydi.

Günümüze baktığımızda televizyon ve sinemada ekonomik arzuların, reyting ya da gişe beklentilerinin daha öncelikli olduğunu görebiliyoruz. Pandemiden önce pek dikkatleri çekmeyen tiyatrocularda ise bir fedakârlık söz konusu. Sizce tiyatro oyuncusu ile televizyon oyuncusu arasında keskin bir fark var mı? Ağırlıklı olarak tiyatroyla ilgilenen oyuncuların, tiyatroyla ve oyunculukla ayrı bir bağı olduğunu, sanata televizyon ve sinemada yer alan oyunculardan daha vefalı ve duygusal baktığını düşünüyor musunuz?

Aslında oyunculuk bir. İster sinema, dizi, ister tiyatro olsun… Elbette tiyatro çok emek isteyen bir alan ama dizi setleri ya da sinema da bir o kadar emek istiyor. Arasındaki fark birinin ödemesinin düşük, diğerinin yüksek olması. Ama iç içe geçmiş durumda, çok fazla tiyatro oyuncusu dizi, sinema yapabiliyor ama bahsettiğiniz sırf belli ve kısa bir dönem için dizilerde görünen kişilerse, kendilerine ya da mesleklerine bir katkı yapmadan sadece poz peşinde olanların tiyatro yapabilmesi pek mümkün değil. Bu anlamda ister televizyon, ister tiyatro olsun mesleğine değer veren herkesi değerli bulurum.

Uyandığımda Sesim Yoktu oyun afişi

Son oyununuz olan “Uyandığımda Sesim Yoktu” oldukça çarpıcı bir konuyu ele alıyor. Oyununuzdan bahseder misiniz? Bu oyunda oynamak nasıl bir his?

Oyun bir kadının aklından geçen düşünceleri, ikircikli hali, kendiyle, toplumla ve düzenle çatışmasını, yer yer de uzlaşmasını konu alıyor. Çoğu zaman attığım taş ürküttüğüm kuşa değsin diyerek, bir şeyi öylesine yapmak yerine, değecek bir şeyleri yapmanın peşinde oldum. O nedenle bu oyunu her seferinde bastırılmış, sesi kısılmış kadınlar için oynuyorum. Belki her gün yürüyüşe, eyleme katılamıyorum ama sahnede eylemdeyim.

Oyunda iki kadın tek bir kadına hayat veriyor ve bunun yanında oyun içe kapanmış gerçeklerin dışavurumu oluyor. Tiyatro sahnesinde böylesine hassas bir fikrin sesi olmak nasıl bir motivasyonun ürünü?

Bizler sahnede olup sesi çıkamayan kadınların sesi oluyoruz. Sahneye çıkmamış tüm kadınların, insanlığın daha iyi bir hayatı talep etmesi için yapılan bir çağrı.

Dilşad Çelebi ve Burcu Görek

Kostüm ve dekora bakıldığında minimal olduğu kadar zor da bir tabloyla karşılaşıyoruz. Oyun boyunca sabit bir alanda rol arkadaşınızlasınız. Bu durum sizi zorladı mı ve role nasıl hazırlandınız?

Role üç aşamalı hazırlandık. Biri, fiziksel tiyatro olduğu için hareket ve koreografi üstüne, diğeri akapella olduğu için müzik ve diğeri de dramatik oyunculuk çalışması. Üç ay sürdü provalarımız ve günde en az 8 saat çalıştık. Hem fiziksel hem mental anlamda çok çalışarak üstesinden geldik. Her gün biraz daha özgürleştik.

Oyunun Türkiye’de sahnelenmesinde ciddi bir emeğiniz var. Yani sahne performansının yanında sahne arkası performansınız da dikkat çekiyor. Bu oyunla kurduğunuz bağı açıklar mısınız? Sizi etkileyen şey neydi?

Bu oyunu 2017 yılında Edinburgh Fringe’te seyrettiğimde büyülenmiştim. Hem hikâye hem performans, hem bunun sunuş şekli, stili… Tüm detaylarıyla izlemek, ülkemde görmek isteyeceğim bir oyun olarak düşündüm.

Uyandığımda Sesim Yoktu bir uyarlama olmasına rağmen Türkiye’nin gerçeklerine de ışık tutuyor. Bu konuyu nasıl yorumlarsınız?

Oyun Kanadalı iki kadın tarafından yazıldı ve oynandı. Onlar da bu oyunu yazarken hem karşılaştıkları durumlardan hem dünyadaki sorunlardan, bu konuyla ilgilenen kişilerden, Anne Sexton, Sylvia Plath gibi kadınlardan etkilendiler. Ne yazık ki dozu farklı da olsa, yaşanılan sorunlar temelde benziyor. Bu konuyu üzerinde çalışmamız ve artık geride bırakmamız gereken bir durum olarak yorumluyorum. Umarım oynaya oynaya azaltacağız.

Sinemada da rol aldığınız filmler var. Kariyerinizin devamında ağırlığı hangi alana vermeyi düşünüyorsunuz?

Ben oyuncuyum. Ama öncelikli olarak tiyatroda oynamayı çok seviyorum. Hem ortamını hem bana kattıklarını hem de her akşam seyirciyle buluşma hissini… Ama sinemanın da ölümsüz bir tarafı var. Yıllar sonra bile açıp seyredebiliyorsunuz. Anı sonsuza dek kaydetme gücü ve bunu belli bir atmosferde yapmak… Bu düşünce bile daha fazla sinema yapma isteği uyandırıyor bende.

Tiyatroyu seven, tiyatro oyuncusu veya yazarı olmak isteyenlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

Herkes kendi yolunu bulacaktır elbette ama ben bana iyi gelen şeylerden bahsedebilirim. Bir kere açık olmak, empati kurmak, anlayışlı ve hoşgörülü olmak gerekiyor ve sonsuz merak. Oyuncu meraklıdır. Hem karakterini merak eder, niye böyle yapıyor, karşısındakiyle ilgili ne düşünüyor vs. diye. Bugün çok büyük ustaların röportajlarını okuduğumuzda da ortak nokta “öğrenmeye devam etmek” oluyor. Benim için de süreç böyle; çok okumak, izlemek, dinlemek, anlamaya çalışmak ve moralimizi yüksek tutarak yılmadan devam etmek.

Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz.

Ben teşekkür ederim.

Agâh Ensar Can

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.