Sevgilim ümit besleme
Benim yalancı sözlerime
İnanma aldatır seni
Abartmalarıyla övgüleriyle
Şair okudu şiirini. Bir kutlama ve sevinç… Gizli bir sığınakta değil bu, okulun edebiyat kulübünde. Evet, sınıfta çok kişi yoktu, çok da kişinin dikkatini çekmemişti. Fakat bizim çekmişti işte bilhassa benim.
Şiir yazan her öğrenci tek tek okuyordu şirini. Bazısı çekine çekine, bazısı bağıra bağıra, bazısı gülerek, bazısı cömertçe, bazısı cesurca harcıyordu sözcüklerini. Ama en güzel okuyuş bir tek Şair’e mahsustu. Kendine özgü okuyuşuyla mest ederdi insanı. Zaten o değil miydi kurucusu kulübümüzün. En iyi iş yapanı da… Yine insanın ruhuna üfledi nefesini. Yaktı gönlümüzü şiirle. Tek istekle doldu insanın içi: edebiyat. Bir arzu ve heves düşünüp duruyorduk, ne yazsam, nasıl yazsam? Nasıl yazılırdı, ne yazılırdı?
Bilmeyiş deli eder insanı. Bir yerden sonra anlayamaz kendini de dünyayı da. Bu fikre onun şiirlerini okuduktan sonra vardım. Göz önünde duran bir gerçekmiş de görmeyi becerememişiz!
Beni de o almıştı bu kulübe. Neden almıştı? Ne görmüştü bende de almıştı? Bir ışık görmese alır mıydı beni? Gel aramıza şiir yazmasan da öykü yazmasan da. Pişersin en azından. Pişmek… Çiğ olan insan ruhunun pişmesi veya olgunlaşması…
Fakat o, 12. sınıftaydı artık. Gidecekti, zamanı çok az kalmıştı. Ben onsuz ne yapacaktım? Onsuz iki sene nasıl geçecekti? Pişmemiştim henüz, ya onsuz nasıl pişebilirdim?
Küçük kulübümüzde şiir yazmayan ve dolayısıyla okuyamayan tek kişi bendim. Nasıl okuyabilirdim? En çekingeninden çekingendim. Yazmadım ya dedim oysa yazmıştım. Okumadım. Cesaret yoktu bende. Özgüven de güven de kararlılık da…
Sahi ne vardı bende? Ona duyduğum sevgiden başka. Olmadı, karşılıksız sevgi demeliydim. Doğrusu buydu da kimse kabul etmezdi çıplak gerçeği. Bilir misiniz siz çıplak gerçeğin hikâyesini?
-Görkem! Bu sefer gel de benim bir şiirimi oku.
-Ama ağabey ben okuyamam!
-Okuyacaksın sadece, gel bak senin için yazdım hem.
-Ağabey ama…
-Gel hadi, herkes senin şiir okumanı merak ediyor bak.
Aldım kâğıdı. Bir iki öksürdüm sesim açılsın diye. Üç çeyrek saat geçmişti bir cümle etmemiştim doğru dürüst.
Ey sevgilim güzelliğin öyle büyüledi ki beni
Şu gökyüzünün sultanı, o üstüne şiirler yazdıran
Yedi diyar güzellerinin cemalini taşıyan
Karanlığı ışığıyla kendine köle eden ay
Gözümden düştü.
Senin sevginin kalbimde bıraktığı iz
Mutluluğumdur benim
Kimseler duyamasın, bilmesin diye
Adını sakladım dilimden
Yazdığım şiirleri hep sana yazdım
Sen bilmezken
Göz göze geldik okurken şiiri. Bana öyle geldi veya. Fakat ben Şair’in, şiiri okurken göz ucuyla bana baktığını biliyorum. Biliyordu Şair, onu sevdiğimi besbelli. Yoksa böyle bir şiir yazmazdı. Onun kalemine tersti bu şiir. Hem benim için yazmamış mıydı? Nereden öğrendi onu sevdiğimi, nasıl anlayıverdi?
Güzeldi. Güzel hissettirdi bana bu şiir. Okumak da fena sayılmazdı. İşte onun karşısında ilk kez bir şiir okumuştum. O kulübümüze girdiğinden beri çok nadir yazan ben destanlar yazmıştım da hep yazmadım dedim. Şimdi işte karşımda duruyor, beni alkışlayanlar arasında. Üstelik şiir benim değilken. Sade okuyuşumu beğenmiş. Bir şey değildi bu, ona yazdıklarımın karşısında. Sevgi sözcükleriydi dudaklarımdan dökülenler sadece. Hâlbuki sevgi sözcükleri ağırdı. Bir yüktü konuşmayan için. Oysa konuşmak bu kadar da kolaydı. Cesaret de kararlılık da bu kadar yakın. Basitti de. Ne idi bu bizdeki korkaklık, çekingenlik, özgüvensizlik? Bir de sahiplik, benimcilik, takıntılık, anlayışsızlık, toprakçılık vardı değil mi? Hastalık…
Benimkisi de bir hastalıktı aslında. Söylenmemişse bile fazla durduysa içinde sen bir hasta olmuşsundur. Sadece korkak bir hasta, cesareti olmayan… Bir olsa neler olurdu?
Gazete okumuyor musun sen ya da haber izlemiyor musun?
Çok konuştun!
Benim de sorunum bu. Dışarıya değil içe konuşmak, ama hep fazla konuşmak.
Edebiyat, şiir sohbeti dönüyordu ortada. Hayaller uyanıyor, yapılmak istenenler havada uçuşuyor, sözcükler mutluluk saçıyordu. Dünyayı değiştireceğimizi sandığımız yaşlardaydık henüz. Ben mi? Bense kafa sallıyordum. Konuşmuyordum. Sizinle konuşuyorum ya…
Tek hayalim ve tek isteğim. Karşımda duran, kiremit rengi kıvırcık saçlı, ela gözlü, gamzeli yanaklı edebiyat düşkünü kız ile konuşmak. O; şair, öykücü, denemeci, oyun yazmak istiyor bir de. Ben yokları oynayan hayalbaz.
Neden o tek! On iki erkeğin bulunduğu bir kulüpte neden tek o var? Okulda kız mı yok? Sanatla ilgilenen kız?
Beni en çok bu yönü çekti sanıyorum. Ders konuları dışında bir konuyu konuştuğum ilk kız olması belki de. Sahi… Kaç kez böyle karşımda durdu. Kaç sohbette istemsizce baktım ona? Sevgi bir karmaşaydı neyi, nedeni, niçini olmayan. Sevdiğin bir şeyi başka birinde olduğunu gösteren ayna belki de. Sevgi, sevda, aşk aynı şeylerdi oysa. Biz görmemiştik.
Bugünkü toplantı bitti. Dağılmaya başladı birer ikişer üyeler. Karar vermiştik konuşacaktım. Beraber karar vermiştik konuşmaya. Ben ve siz! Öyle değil mi? “İnşallah konuşur, keşke konuşsa, konuşsana ulan!” demediniz mi hiç öykümü okurken. Konuşmaya gidiyorum. Konuşuyorum işte!
-Leyla bir dakika bekler misin?
-Efendim, Görkem?
-Bu senin için.
-Ne bu?
-Şiir… Yazdığım şiirleri hep sana yazdım, sen bilmezken. Ve istedim ki bilesin.
Eyüp Saka