Esrar Kargaşası’nın ilk bölümünü okumak için tıklayınız.
2.BÖLÜM: ÖLÜM REÇETESİ
Işıltılı, göz kamaştıracak kadar ışıltılı ve her daim gürültülü olan şehrin sokakları, gece nedir, karanlık nedir bilmezler. Bulut yığınlarının yollarını kesen binalardan bakılınca bir karıncadan daha büyük gözükmeyen insanlar sorgulamaktan uzaktırlar. Nereden geldikleri nereye gittikleri bilinmezken sadece çalışırlar, yetişmeye çalışırlar… Yegâne amaçları, hedefleri, çabaları, gayeleri yetişebilmektir. Neye? Neden?
Parçalanmış kimliklerinin kırıntıları etrafa saçıldığından haberdar değillerdir. Kimse görmez, kimse bilmez, kimse ses çıkarmaz. Sessiz bir kargaşadır bu. Bir sırrı paylaşmanın sarhoşluğu falan değil, sırdan bihaber olmanın şaşkınlığı ve daha nicesi.
Aralarında karınca kadar olduğunu hissettiren bu binalardan uzaklaştıkça onların birer perde olduğu sokakların, evlerin farkına varırsınız. Yeni bir dünya keşfetmiş duygusuna tutulursunuz. Kristof Kolomb kadar olmamış olsanız da yeni keşfiniz merak uyandırır.
O sokaklar sıkışıklığa, karanlığa ve en çok da sessizliğe bulanmıştır. İnsan ruhunu ürperten bir suskunluktur bu. Fazlaca dolaşmayın bu sokaklarda aman! Bilmediğiniz bu sokaklar sizi yutabilirler. Bir ihtimal kusabilir de.
Sessizliğin mabedi olan bu sokakların birinde bir gece suskunluğu yırtan kara bir ses sonrası, “Merhaba!” ertesi güne. O sabah, daracık sokakları polis şeritleriyle sarmaş dolaş olmuştu haliyle. Soğuk asfalt buz kesmiş kanlarla boyanmıştı. Kimse yaklaşmıyordu. Merakına yenik düşen üç beş göz geziniyordu ancak. Neden? Kırmızıya boyanmış asfalt ortasında uyuyan bedenin örtüsü olan gazete kâğıtları, bedeni tam örtmeyi başaramamış, uykulu kafa örtüden mahrum kalmıştı. Gerilmiş kasları, aralık kalmış ağzı, yuvalarından fırlamak üzere olan iki kahverengi göz ve tüm bunlara rağmen alnındaki kırışıkların sayılabilebilecek olan bu yüz üşür gibi duruyordu. Acaba insanlar bu kellenin üşümesine yardımcı olamayışlarının getirdiği üzüntüden mi ortalarda gözükmüyordu? Düşündürücü.
Okyanusa açılmış mavi gözleriyle cesede bakan Kadir sanki cesede değil de, derinlere bakıyordu. Düşünüyor, taşınıyor, değerlendiriyor, yorumluyor ve bir saptamaya varamıyordu.
Dik vücudunu iyice dikleştirdi. Belinde kavuşturduğu ellerini çözdü. Uzun boyunun ardından, başını çevirmekten itina ederek, etrafını gözden geçirdi. Bu yetersiz geldi ve başını hafifçe oynatarak devam etti bakınmaya. Fakat onun dikkati gözlerinden çok kulaklarında idi. Bir ses bekliyordu ve o ses gelmedikçe gözleri kısılıyor, sabrı daralıyordu.
İleriden Kemal göründü. Koşar adım temposu tutturmuş ona doğru geliyordu. Gelene kadar bekledi, bekledi. Kemal nefes nefese onun yanına sokuluncaya kadar da gözlerini onun üstünden ayırmadı. Kemal hissetti bu bakışların ağırlığını. Çok, oldukça çok rahatsız oldu bu bakışlardan. Fakat aldırmaz, umursamaz gibi tavır takındı. Becerebildiği kadar takınmaya alıştı bu tavrı Kemal. Neden böyle görünmek istedi? Onu ve bütün insanları önemsemeyen Kadir’i önemsediği için mi?
Kadir, “Anlat!” demeden anlatmaya başladı Kemal: “Adam, ilerideki sokakta sağdan ikinci sıradaki 4 katlı binanın ikinci katında oturuyormuş. Yeni taşınmış diyorlar ama iki yılı var bu yeninin. En fazla 49-50 yaşında olduğunu söylüyorlar. Bunun yanı sıra gördüğünüz üzere başında tek bir saç teli bile yok. Bu bilgiyi size söylememin nedeni ise maktulün kendisine ‘Kel!’ denildiğinde oldukça sinirlenmesidir.”
Bu arada Kemal, yerde yatan adamı çileden çıkaran bu sözcüğü dile getirmesinde cesedin rahatsız olup olmadığını merak edip göz ucuyla cesede baktı. Cesedin gerilmiş kaslarından birisi güneşin sıcaklığının etkisiyle titredi, hareket etti. Kemal korkudan uçuk çıkaracaktı az daha. Hemen gözlerini elindeki not defterine çevirdi ve tüm düşüncesini notlarda toplamaya çalışarak okumasını sürdürmek istedi ama o titreşim düşüncelerini karışıyordu. Gerçekten ceset hareket mi etmişti yoksa bu bir yanılsama mıydı? Bilgileri toplarken çok yorulmuştu apaçık bir gerçekti bu. Kemal bunu bir yanılsamaya ve bu yorgunluğa bağlamak istedi. O bu istem içerisindeyken gözleri notun üzerinde geziniyor, dudakları da okuyordu: “Zaten daima gergin ve asabi, uyumsuz ve geçimsiz bir tip olduğunu söylüyorlar. Boyunun tahminen 1.60 kilosunun ise 120 olduğu söyleniyor.”
“Bunları geç!” dedi Kadir sabırsızlanan ses tonuyla. “Asıl istediklerimi ver bana!” Kemal, Kadir’in gözlerine bakmadan anlatmaya devam etti:
“Yalnız yaşıyormuş, ailesini veya akrabasını gören bilen yok. Geleni gideni de yokmuş. Gece bekçiliği yapıyormuş…”
“Yeter bu kadarı!” dedi Kadir. Bu sozleri söylerken sesinden “Beceriksiz!” bakışı fırlıyordu. Kemal ise en çok bu bakıştan çekinirdi. O beceriksiz değildi! Oysa Kadir’in yüzündeki insanı şüpheye sokan, güvensizliğe sürükleyen bakış yerine küçümseyici ve üstten bakan bu bakış etkilerdi onu. O güvenilmek, takdir edilmek istiyordu ama o eğer yaşasaydı ancak yıllar, yıllar sonra bu duyguların beyhudeliğinin farkına varacaktı.
Kadir cesedi uyandırmaktan çekinen sessizliğiyle cesede yaklaştı, eğildi. İncelemeye koyuldu. İnceleme işine o kadar kaptırmıştı ki kendisini, arkasından kendisine doğru ayaklarını yere vura vura yaklaşan savcıyı, savcının konuşmaya başlamasına kadar fark edemedi.
“Kadir, hevesini kursağında bırakacağım ama hiç ipuçları arama, karmaşık teoriler üretme! Çünkü katil az önce teslim olmuş. Gece kafayı çekmiş gençler ile tartışmış maktul. O gençlerden birisi yapmış. Gençler kavganın çıkış nedenini hatırlamadıklarını iddia ediyorlar şimdilik!”
Kadir şaşkına dönmüştü. Yüzünde şaşkınlık belirtisi olmasa da konuştuğunda ne kadar şaşırmış olacağını öğrenebilecekti savcı da Kemal de. Fakat o hiç konuşmadı.
Hevesi kursağında kalmış, bir hüsranın içine düşmüştü. Zira aynı bu durum çok değil henüz dört gün önce başına gelmişti. Kadir, garip bir hisle bu katileri belli iki cinayetin birbiriyle bağlantılı olduğuna inanıyor ve içten içe kıkırdıyordu.
Eyüp Saka
One thought