Z’Arif – Yansıma (2.Bölüm)

BÖLÜM II

Tek başıma olmak, bu kadar sessizlik, hele ki Melda’nın artık hayatımda olmadığı günlere uyanmak muhteşem hissettirmişti bana.

Gelişimin ertesi günü harika bir yürüyüş yaptım. Biraz etrafı keşfetmek için çıktığım gezide, özgürlüğümüm tadını çıkardım uzun uzun. Hayatımda ilk kez bu kadar yalnız oluşumu kutladım, dalga seslerine gülümserken.

Akşamlar genelde kendime yemek yaparak, bir şeyler içip müzik dinleyerek ya da kitap okuyarak geçiyordu. Kerem’in annesinin kütüphanesi gerçekten zengindi ve istediğim her tür kitabı neredeyse bulabiliyordum.

Dolaşmaya çıktığım bir gün yine o değişik kadın ve köpeğiyle karşılaştım. Neyse ki bu defa tasmasını tutuyordu vebeklenmedik bir kaza yaşamadık. Hiç bakmadan yanlarından geçeyim dedim ama olmadı:

“İnsan insana en azından bir selam verir, ne biçim insansın yahu sen?” diyerek beni yolumdan etti.

“Rahatsız etmek istememiştim sadece” dedim kibarca ama bu kadın gerçekten değişik biriydi.

“Selamdan kimse rahatsız olmaz. Ama sanırım senin asıl sorunun Dost, öyle değil mi?”

“Ne alakası var?” dedim bu kez gerilerek.

“Korkuyorsun ya, sana bulaşmasın diye sessizce uzaklaşmaya çalışıyorsun”

“Korkmadığımı söylemiştim” dedim, artık gerçekten sinirlenmiştim. Derdi neydi ki bunun?

“Ya evet, muhakkak” diye dalga geçmeyi sürdürdü. Muhtemelen tatil beldesinde çok insan olmayınca, sıkılıp bana sarmıştı.

“Size iyi günler diliyorum” deyip yürüdüm ama arkamdan konuşmayı kesmedi:

“Bu kadar korkacak ne var ya? Hayvanlardan ne istersiniz, niye sevmezsiniz gerçekten anlamıyorum. Asıl insanlardır zararlı olan” diye tahrik etmeye devam edince, konu artık uzamasın diye sertçe dönüp:

“Sevmiyorum hayvanları, var mı itirazın? Sevmiyorum ve bunun için sana hesap vermek zorunda da değilim. Sus artık ya! Nedir derdin anlamıyorum, her karşılaştığımızda bir saldırganlık, bir kavga etme çabası! Az geçimli olmayı denesene sen, bak hayatın kolaylaşır gerçekten” dedim. Tam ağzını açacakken ondan önce ben konuştum yine:

“Ayrıca, artık bana cevap yetiştirmeyi, laf sokmayı ve arkamdan da dırdır etmeyi bırak. Hadi eyvallah” deyip hızlı adımlarla uzaklaştım yanından. Muhtemelen bir süre idrak etmeye çalışıp sonra kendi kendine kudurmuştu. Kendiyle kavga etmiş bile olablirdi, onda görmüştüm o potansiyeli ben.

Hayvanları gerçekten çok seviyordum ama elimde olmayan bir çekingenlik vardı. O da bunu anlamamakta ısrarcıydı, niyeyese.

Gerginliğimi atmak için daha uzun, daha uzağa yürüdüm. Ne kadar uzaklaştığımı fark etmeden, bilmediğim yerlere kadar yürümüştüm. Oturup düşüncelere daldığım yerde üşüdüğümü hissedince kendime geldim. İyice soğumuştu ortalık ve artık dönmem gerektiğini fark ettim. Çünkü hava yavaştan kararmaya başlamıştı. 

Arkamı dönüp yola doğru birkaç adım atmıştım ki iki araba gördüm. Durup ne olduğunu anlamaya çalışırken, öndeki arabadan birileri inmeye başladı. Beş tane adamı görünce şaşırdım ama bir endişe de belirdi içimde. Yanıma iyice yaklaşan ve tek kelime etmeyen adamlara:

“Hayırdır?” dememe kalmadan vurmaya başladılar. Karşılık verme çabalarımın bir kısmı sonuç bulsa da, sonunda aldığım darbeler beni yere yığılmaya mecbur bırakmıştı. Tam düşmüştüm ki, adamlardan ikisi kollarımdan tutup beni dizlerimin üzerine çöktürdüler.

‘Kesin babamın adamları, ya gelip kendi de dövecek ya da beni buraya gömecek’ diye geçirdim içimden ama arkadaki arabadan inip bana doğru yaklaşan babam değildi.

“Sen!” dedim sinirle.

“Ben ya, özledin mi sevgilim beni?” diyen Melda’ya iğrenerek baktım.

“Çok özlemişsin, belli” dedi yüzüme alay ederek bakarken.

“Ne istiyorsun?!” dedim öfkeyle ama o çok rahattı.

“Ne istediğimi biliyorsun bence, sen zeki bir adamsın Arif. Ama istersen yardımcı olayım anlamana, iyice kafana girsin. Gerçi çok uzun süre kalmayacak muhtemelen” deyip gülünce ne demek istediğini anlamaya çalıştım. O ise konuşmasını sürdürdü:

“Sen, beni öyle ortada bırakıp gitmenin hesabını vereceksin. Yıllardır beni oyaladığın, kandırdığın, sonra da yüz üstü bırakıp da herkesin karşısında küçük düşürmeye çalıştığın için bedel ödeyeceksin. Ben kimseye beni terk ettiğini anlatamam, kimsenin benim arkamdan yüzüstü bırakıldığımı söyleyip eğlenmesine izin vermem. Anladın mı beni?”

“Senin asıl derdin çevrene gösteriş yapmak değil mi? İşte hala anlayamadığın bu, senden bu yüzden ayrıldım! Seni bu yüzden sevmiyorum! Çünkü senin tek düşündüğün senin hayatın, senin cemiyetteki yerin! Sen çünkü kendinden başka kimseyi sevmiyorsun!”

Benim bağırmama karşın o çok sakindi.

“Olabilir, ama her ilişki muhteşem bir aşkla kurulmak zorunda değil. Bizim seninle her anlamda mükemmel bir uyumumuz vardı. Ailemiz, zenginliğimiz, cemiyetteki yerimiz, yaşımız, okuduğumuz okullar… Daha sayayım mı? İşte bak, bütün bu uyumu bozan tek bir nokta var, o da senin aptallığın. Ama ben hayatımda aptal birini de istemem. O yüzden…” deyip derin bir nefes aldı ve öfkesini gözlerine doldurup:

“Sen hayatımdan çıkacaksın” dedi yüzüme yaklaşıp.

“Zaten çıkmıştım, hala yanımda ne işin var?” dedim ben de sinirle.

“Hayır, hayır tatlım öyle çıkmak değil. Sen benim ve herkesin hayatından, yani aslında hayat denen kavramdan tamamen çıkacaksın. Herkes senin tatil için geldiğin bu yerde, bilinmeyen birileri tarafından saldırıya uğradığını ve öldürüldüğünü sanacak. İşte şanssızlığa bak ki etrafta da kimsecikler yok, ne şahit ne de seni kurtaracak biri. Burada geberip gideceksin ve ben de arkadan acılı bir kadın gibi bir süre yas tutacağım. Ama sonra işte hayat da bir yandan devam edecek malum, kendime uygun birini bulup evleneceğim. Sen çürürken!”

“Sen hastasın!”

“Hayır, hasta olan sensin. Bütün rahatını bozup, babanın sana vaad ettiklerini ve en önemlisi benim gibi bir kadını bırakıp da kendi sonunu hazırladın”

“Ne yaparsan yap, her şey seninle olmaktan daha iyidir. Ölüm bile!” dediğim an yüzünde korkunç bir kin gördüm. 

“Halledin” dedi adamlara ve arkasını dönüp yürüdü. Sonra durup yeniden döndü:

“Öldürmeyin, her yerini kırın ki, acı içinde sürünerek ölsün. Bir zavallı gibi” deyip yeniden döndü ve arabasına bindi. Adamlar beni döverken keyifle izlediğine emindim, bu yüzden hiç sesimi çıkarmadım onca darbeyi alırken.

Gücümün son kırıntıları kalmıştı, gözlerim çok net seçemiyordu etrafı. Başımdan ayak ucuma kadar her yanımda ağrı hissediyordum ama kımıldayamıyorum. En son duyduğum şey, arabaların çalışması ve giderek uzaklaşan motor sesleriydi.

Gerçekten sonum gelmişti. Belki de Melda’nın dediği gibi, kendim getirmiştim sonumu. Ama yaşadığım özgür birkaç gün, hayatımın en huzurlu günleriydi ve ölürsem de mutlu bir şekilde ölebilirdim…

Soğuk beni daha da güçsüzleştirirken, artık göz kapaklarımı taşımak zorlaşmıştı. Giderek gözlerimi örüttüler ve sonrası koca bir karanlık…

***

Etrafta konuşma sesleri duyuyorum, ama ne dediklerini anlayamıyorum. Gözlerimi kımıldatmak bile zor, neler oluyor?

Aklımda bu soruyla beraber, kendimi zorlayarak açtım gözlerimi. Kısa bir an bulanıklıktan sonra görüntüler gelmeye başladı. Biri vadı arkası dönük, telefonla konuşuyordu. Kim olduğunu anımsamaya çalışırken bana döndü ve anladım, köpekli kızdı bu!

“Ah uyandı, gerçekten gözlerini açtı. Tamam, bekliyorum” deyip telefonu kapadı ve bana doğru gelip:

“İyi misin?” dedi gülümseyerek. Hala olanları idrak etmeye çalışırken, bu huysuz kızın bana gülümsüyor olması da ayrı bir tuhaflıktı.

“Nerdeyim ben?” diye sordum zorla.

“Hastanedesin. Ama merak etme durumun iyi” diye yanıtladı.

Anlamlandırmaya çalışıyordum olanları. Hatırlıyordum her şeyi, Melda beni ölüme terk etmişti ama başaramamıştı, hayattaydım. Peki ama nasıl? Nasıl hayatta kaldığımla beraber, ne halde olduğumu da merak ediyordum fazlaca.

“Durumum nasıl?” dedim yine zorlukla.

“İstersen doktor anlatsın sana, hemen çağırıp geliyorum” dedi ve odadan çıktı hızla. Onun söyleyemeyeceği kadar neyim olabilirdi ki? Korkuyla ayaklarımı oynatmaya çalıştım, biraz ağı gelse de hissetmiştim ve derin bir nefes aldım.

Kısa sürede gelen doktor bana vücudumdaki kırık kemikleri ve zedelenmeleri saydı. Birkaç gün daha kalacağımı, duruma göre sonra taburcu edebileceklerini de iletip gitti. O gidince köpekli kıza:

“Saat kaç?” dedim.

“Saat şuan akşam sekizi yirmi geçiyor”

“Kaç saattir buradayım” dediğimde hafifçe gülümsedi.

“Saat değil, dört gündür buradasın”

“Nasıl yani, dört gün mü geçti?”

“Evet, hastaneye geleli dört gün oldu”

“Peki nasıl geldim buraya?” diye sordum ama telefon çaldığı için cevap veremedi. Kısa bir konuşmadan sonra:

“Seninle konuşmak isteyen biri var” deyip bana uzattı. Telefon benimdi, “Kerem” ismini görünce anladım. Kulağıma götürdü telefonu ve Kerem’in sesini duydum:

“Kardeşim, Arif orada mısın?”

“Buradayım ama sen bağırma olur mu?” dedim, kulaklarım uğuldamıştı bağırmasından.

“Tamam, yavaş konuşayım. Çok merak ettim abi, ondan paniğim ama şükür ki iyisin. Günlerdir haber alamıyorum, Zarif aramasa delirecektim”

“Zarif kim ya?” der demek köpekli kız gülmeye başladı. 

“Ya telefonu açan kız işte, adını bilmiyor musun?”

“Yok. Neyse sen merak etme ben iyiyim. Korkma yani” dedim. Konuşurken biraz zorlanıyordum, yavaş yavaş normale dönüyordu çünkü..

“Sana bunu kim yaptı?”

“Sonra konuşuruz bunları”

“Ben zaten geliyorum, birazdan yola çıkıyoruz çocuklarla”

“Tamam. Ama başka kimse bilmesin”

“Merak etme, sadece biz biliyoruz. Seni şimdi dinlen, biz sabah karşı gelmiş oluruz”

“Tamam, bekliyorum” dedim ve adının Zarif olduğunu öğrendiğim kadından telefonu almasını istedim.

Çocukların gelecek olması iyiydi, bu halde tek başıma kalmam zor olurdu. Ama hala yaşıyor olmam daha iyiydi tabi, Melda’nın beni öldürememiş olması. 

Aklıma takılan soruyla ona dönüp:

“Beni kim buldu?” diye sordum yine.

“Bana iki dakika izin ver, kendime bir çay alıp geleyim ve sonra sana her şeyi anlatayım” dedi. Mecbur kabul ettim ve gitti. ‘Acaba kaçtı mı?’ diye düşünmeden edemedim ama gelmesini bekledim çaresiz.

Ve beni yanıltıp geldi, elinde bir koca bardak çayla hem de.

“Hadi, artık anlat” deyince ciddileşti yüzü:

“Önce sen, sana bunu kimin yaptığını anlat” dedi. 

“Anlatamam, önce arkadaşlarımla konuşacağım” dedim. Kısa bir süre sessiz kalıp yüzüme baktı, sonra da:

“Peki, madem öyle diyorsun ben anlatayım sana” deyince:

“Lütfen”dedim ve biraz merak, biraz endişeyle dinlemeye başladım:

“Seninle karşılaşmıştık hatırlıyosundur, biraz atışmıştık da. İşte sen gittikten sonra ben de evime geçtim. Dost da benimle evdeydi. Kaç saat geçti bilmiyorum, hava kararmıştı artık. Yemek hazırlarken Dost bir anda kapıya doğru deli gibi havlamaya başladı. Kapıyı açtım çıksın diye, tuvaleti falan geldi sandım. Ama o bahçe kapısının önünce koştu, iki tane araba geçiyordu, onlara resmen saldırmak ister gibi havlayıp bir yandan da bahçe kapısına patilerini dayayıp garip garip hareketler yapıyordu. Hiç öyle huyları yoktur, ilk kez yapınca korktum. Seve seve sakinleştirip eve aldım. Sevdiği mamasından falan verdim ama yemedi. Öyle bir tuhaf oturdu kaldı, arada kapıya saldırdı. Veterinere falan da sordum ama anlam veremedik. Tam yattım uyuyacağım derken alt katta ağlamaya başladı. Saat gece yarısını da geçmişti, korktum artık. Diğer sitede bir arkadaşım var onu aradım. Gelince durumu anlattım. Bir şey hissetmiştir aç kapıyı dedi. Kaçar gider diye tasmasını taktım, çıktık dışarı. Biz dostla yürüdük, arkadaşım da yanımızda arabayla geldi. Dost’u görsen, nasıl çekiştiriyor beni, bir yere götürdüğü kesindi yani. Galiba iki saatten fazla yürüdük ve senin yanına yaklaşınca iyice çıldırdı hayvan. Fenerleri tutunca yerde yatan birini gördük, yaklaşınca baktık ki sen”

“Beni Dost buldu yani” dedim gülümseyerek. Etkilenmiştim gerçekten.

“Evet, sevmediğin köpek senin hayatını kurtardı diyebiliriz” dediğinde mahçup hissettim.

“Sevmiyorum dediğime bakma, ben hayvanları çok severim. Sadece, küçüklükten köpeklerle ilgili hoş anılarım olmadığı için biraz çekiniyorum”

“Korkuyorsun deyince kızdın ama”

“Korkmuyorum, sadece ne yapabileceklerini kestiremiyorum. Hiç  yakın olamadım çünkü. Yani sebebim var” deyince gülümsedi bu kez:

“Anlıyorum, merak etme. Ama Dost öyle korkulacak bir köpek değil, çok akıllıdır. Cüssesi büyük sadece”

“Akıllı olduğunu anladım, hisleri de kuvvetliymiş baksana hayatımı kurtardı”

“Evet, onun sayesinde bulduk seni”

“Peki, sonra ne oldu?”

“Arkadaşım bu arada tıp sektörüne yakındır, ilk yardım konusunda bilgisi çok. Önce kontrol etti seni, sonra vücudunu etraftan tahta, sopa falan bulup sabitledi. Arabaya koyup buraya getirdik işte”

“Polis falan?” diye sordum kendimi tutamayıp ve şüpheli bakışlarına maruz kaldım.

“Polisten korkmanı gerektirecek bir durum mu var?”

“Ne olabilir ki?” dedim ama bir yandan da işe polis karıştı mı diye endişe içindeydim.

“Ne bileyim, çete işi, uyuşturucu işi, kaçakçılık işi, yani hesaplaşmak için seni bu hale getirmiş olabilirler. Direkt polisi sorduğuna göre” derken ciddi görünüyordu. Anlamıştı muhtemelen gerginliğimi ama yanlış yorumlamıştı.

“Saçmalama” dedim gülümsemeye çalışarak ama yumuşamadı.

“Kış günü tatil beldesine geliyorsun, sonra birkaç gün geçiyor ve öldüresiye dövülmüş halde bulunuyorsun. Sence normal mi bu?”

“Normal değil farkındayım ama herhangi bir suça da karışmadım. Ayrıca kış günü tatil beldesinde olan tek ben değilim, sen de buradasın”

“İyi de ben hep burada yaşıyorum”

“O daha şüpheli ya”

“Kafamı karıştıramazsın”

“Yoo, öyle yapmaya çalışmıyorum”

“Bana neler olduğunu anlat, yoksa polis çağırırım”

“Haydaa!”

“Yok hayda falan, anlat dedim sana”

“Bak, lütfen sakin ol. Arkadaşlarım gelsin, önce onlara sonra da sana anlatırım”

“Arkadaşlarınla ne ilgisi var, beraber hikaye mi uyduracaksınız?”

“Ya sen deli misin?”

“Bir parça, ama konumuz bu değil. Anlat diyorum Arif!”

“Adımı nereden biliyorsun ya sen?”

“Aslında sen öyle suç falan işleyecek zekâda da değilsin, senden boşuna mı şüphe ediyorum ki? Arkadaşlarınla konuştum, hastaneye kayıt yaptırdık falan hani. Nasıl bilebilirim başka? Kafana çok darbe aldın diye mi böyle oldun ki sen?” 

“Dalga geçmeyi kes!”

“Sen de anlat! Gerçekten, eğer bir suçluysan ve pisliğe bulaştıysan, ben bunu saklayamam”

“Değilim diyorum kadın değilim!” diye bağırınca, göğüs kafesimde korkunç bir ağrı oldu ve acıyla inledim.

“Arif” diye yerinden fırlayıp yanıma geldi. Nefesimi düzene sokup ağrının dinmesini beklerken, kocaman olmuş, açık kahve gözleriyle karşılaştım. Endişeyle bakıyordu bana, samimi gibiydi bakışları.

“İyiyim” dedim sakinleşsin diye, ben de yavaş yavaş kendime geldim.

“Özür dilerim, canını yakmak istememiştim. Bir anda gaza geldim ben, gerçekten üzgünüm” diye konuşmayı sürdürürken

“Zarif” dedim sakince ve anında sustu. “İyiyim, lütfen sakin ol”

“Tamam, sakinim”

“Sana her şeyi anlatacağım, ama önce bir söz vermeni istiyorum”

“Ne sözü?”

“Arkadaşlarım gelip de onlarla konuşana kadar bu anlatacaklarımı kendine saklayacaksın”

Söylediğimi duyunca düşünmeye başladı. Dayanamadım:

“Yemin ederim ki suç işlemedim, bu kişisel bir konu. Anlattığımda anlayacaksın ama bana söz ver” diye ettiğim ısrara dayanamayıp kabul etti ve oturdu karşıma.

Ona, baştan sona her şeyi anlattım. Düşündüğümden de fazlasını, çocukluğumda yaşadığım şeyleri, üstümdeki baskıları, ne hissettiysem anlattım ve ben anlatırken, inanılması zor ama tek kelime bile etmedi. Sadece gözleri yine kocaman açılmış, duygudan duyguya geçerek beni dinliyordu.

Bitirdiğimde:

“İnanamıyorum” dedi.

“Evet, inanılmaz ama gerçek hepsi” diye cevapladım.

“Hayır” dedi. “İnanılmaz olan senin yaşadıkların değil, yaşadıklarımızın benzerliği”

Şaşırdım bu söylediğine.

“Anlatayım o zaman da sen karar ver. Nasılsa sabaha çok var. Ama önce çay alacağım” dedi ve bardağını alıp çıktı odadan, çaysız yapamıyordu. Bu kez geleceğinden emindim ve meraktan ölüyordum duymak için. Çok geçmeden geldi nihayet ve karşıma geçip oturdu.

“Hadi anlat, seni dinliyorum” deyince gülümsedi.

“Anlattığımda, hayatımızın birbirinin yansıması gibi olduğunu göreceksin sen de. Şaşkınlığım bundan”dedi ve koltukta bağdaş kurup iyice yerleşti. Eline de çayını aldı, nihayet hazırdı anlatmaya:

“Benim babam okumamış, biraz cahil ama babadan kalma tarlaları, topraklarıyla çok zengin bir adamdır. Para parayı çeker misali, hep dahasını istedi durdu hayatı boyunca, bunun için çalıştı durdu. Benimle çok işi yoktu, o erkek kardeşimle ilgilenirdi hep. Rahattım yani, okuluma falan da ses etmezdi.İçten içe beni sevmediğine inanıyordum, erkek çocuğu daha kıymetli olgusuna küsüyordum. Babamla da mesafeliydik bu yüzden hep. Ama bana bulaşmadığı için de çok sorun olmuyordu en azından.

Üniversiteyi kazanınca da ses etmedi, evden ayrıldım o zaman ben. Bir gururlandı benimle, ev falan tuttu, dayadı döşedi. Çok şaşırmıştım o zaman. İkinci yıl araba da aldı, para dersen gani. Ben de salak, babam beni de önemsiyor diye kendi kendime mutlu oluyorum. Ama bu yalan mutluluk dördüncü sınıftayken bozuldu, her şeyin sebepleri de ortaya çıkmaya başladı.”

Bir şey sormadan dinliyordum merakla, onun yaptığı gibi sessiz.

“Ara tatile gittim, evde bir bayram havası var görmen lazım. Dedim kendime, mezun oluyorum, az kaldı diye bu mutluluk. Ama yemeğe başladıktan kısa süre sonra patlattılar bombayı. Babamın asker arkadaşı varmış, onunla ortak olacaklarmış, bu ortaklığı pekiştirmek için de beni oğluyla evlendirmek istiyormuş. Şaşkınlıktan konuşamadım önce, hayatımda biri yoktu öyle sevdiğim falan ama yine de ters geldi bana. Olmaz dedim, önce çıldırdı babam. Sonra tatlı dille ikna etmeye çalıştı. Git bir tanı, bir gör, istemezsen zorla olacak değil falan gibi yalan cümlelerle kandırdı beni. Dedim gidip görsem ölmem, istemiyorum derim kapanır konu. Aklıma yatarsa da tanırım ne olacak.

Neyse çocukla tanıştık, o da mühendismiş, ben mühendislik okudum bu arada. Görüştük işte, iyi birine benziyordu, öyle rahatsız etmedi beni. Hoş da biriydi, boy pos yerinde. Konuşurken açıkça söyledim bu işlere karşı olduğumu, o da benimle aynı fikirde oldu önce. İçimi rahatlattı, iyi arkadaş oluruz bakarsın falan dedi. Sevindim ben de.

Ben gittim okulu bitirdim, döndüm ve asıl bombayı kucağıma o zaman bıraktılar. Biz tabi onunla, ben okuldayken görüşüyorduk telefonda. Babasının arattığını söylüyordu, sınavları bahane ediyordu, derslerle ilgili bir şeyler konuşuyorduk, bana tüyolar veriyordu ve bu neredeyse her akşam oluyordu. Meğer o da istiyormuş da ben ona alışayım diye belli etmiyormuş. Ben bir noktadan sonra tamam dedim, denemekten zarar gelmez. Çünkü sohbeti falan da iyiydi, anlaşabiliyorduk. Biz sevgili olduk bununla, artık o şekilde görüşmeye başladık. Sürekli bir araya geliyoruz, planlar programlar falan. Ama ben hep tetikteyim, olmayacak bir şeyini görünce ayrılacağım.

Sonra garip tavırlar baş gösterdi. Kıskançlıklar, iş yerime gelip kontrol etmeler, kısıtlamaya çalışmalar, her şeye karışmalar falan derken ben de dayanamadım. Tepki göstermeye başladım. İlk hakaretler başladı, aşağılamalar, arada küfürler ediyordu. Hayatımı artık çember içine almış gibi davranıp beni boğmaya başlamıştı. Bir ki kez küçük çağta şiddet de gördüm. Tokat attı, saçımı çekip sarstı falan beni”

“Yok artık!” dedim dayanamayıp.

“Bu daha başlangıç, dinle sen” deyince gerildim. Devam etti anlatmaya:

“Ben artık gerçekten hem korkmaya hem de tahammül edememeye başladım ve beni eve bırakırken, ayrılmak istediğimi söyledim. O gün arabayı bir yere çekti sapa, orada ağzımı burnumu dağıttı benim, öyle dövdü. Sonra da tehditler etti.

Sesimi çıkaramadım, her gün kadın cinayetleri okuyoruz, duyuyoruz. Gerçekten çok korktum ve hiçbir şey demedim. Eve varana kadar sakinleşti, özür falan diledi ama korkudan iyi ya da kötü bir şey diyemedim. Sonra bıraktı beni eve, o halde içeri koştum hemen. Babam sordu işte ne oldu diye. Anlatınca bir de o dövdü beni. Ne varmış işte sahpleniyormuş, ben onun karısı sayılırmışım, herkes duymuş bizi, ayrılmak da neymiş, namusunu iki paralık falan filan işte klasik cahil cümleleri.

Ne yapacağımı bilemedim. Birkaç gün işe gitmedim, evde kaldım ve planlar yapmaya başladım. O arada çiçekler, hediyeler falan yağdı eve. Önce haksız olduğumu kabul ettiğime inandırdım hepsini. Yoksa evden çıkartmadan nikahı basarlardı bana. Birkaç hafta onunla da hiç sorun yokmuş gibi görüştüm. O sırada da, babamın evdeki kasasından kendime para stoğu yapıyorum tabi” dediğinde güldüm.

“Gerçekten bak burası da benziyormuş” deyince o da güldü.

“Evet, hakkım olanı aldığımı düşünüyorum hala” dedi kendinden emin ve devam etti. “Epey para stokladım, Cuma günüydü işte sabah çıktım evden. Arabamı aldım, işe falan gitmeden planımı uygulamaya koymak için harekete geçtim. Seni birlikte kurtardığımız kişi, benim üniveristeden en iyi arkadaşlarımdan biri. Onu aramıştım, planı onunla yaptık. Beni bekledi o, almaya geldi. Biz şehirden çıkmadan benim arabayı da sattık, o parayı da aldım. Ve, buralara geldik. Bu evi aldık bana ama benim üzerime değil. İki yıldır öyle kayıtsız bir şekilde burada yaşıyorum işte.”

“Vay be” dedim kendimi tutamayıp. “Senin eksik tek parçan, seni bulamamış olmaları işte”

“Evet, bulamadılar ama ben de ortaya çıkamadım. Kaçak gibi yaşıyorum burada. Şehir bile değiştiremeden, kimseye bulaşmadan hayatıma devam ediyorum. İsmim aslında Zarife, ama Zarif dedik kısaca. Herkes de öyle bilir”

“Ne diyeceğimi bilemedim. En iyisini yapmışsın o insanlardan kaçarak, ama keşke özgür olabilseydin”

“Özgür olmak için bedel ödemem lazım ve benim ödeyeceğim bedel seninki kadar hafif olmayabilir. Seninki de hafif değildi gerçi ama benimkinin geri dönüşü, kurtuluşu olmayabilir. Biri o tenha yerlerin birinde kafama sıkıp beni denize de atabilir”

“Allah korusun”

“Korusun tabi ama bazen özgürlüğün bedeli öyle basit olamıyor. Onlar yüzünden piskolojim alt üstü oldu. Kendimi yeni yeni toparlıyorum sayılır.”

“Peki gelecek için planın nedir?” diye sordum dayanamayıp. Tam cevap verecekken içeri büyük bir telaş ve gürültüyle bizimkiler girdi. Onlarla ilgilenirken bir yandan da Zarif’e bakıp konuşmaya devam edeceğimizi işaret etmeye çalışıyordum. Sanırım anlamıştı, gülümsemesinden belliydi…

Esra Barın

Z’Arif’in ilk bölümünü okumak için tıklayınız.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.