“Aklını mı kaçırmış ya bu!” diye kükredi Kerem anlattıklarımı dinledikten sonra.
“Bence sorgulamak hata, aklını gerçekten kaçırmış” diye sinirle nefes aldı Efe de.
Mehmet daha sakin görünüyordu ama onun da sinirlendiğinden emindim. Sadece kafasında bu olanların değerlendirmesini yapıyordu muhtemelen.
Bizimkiler gelince Zarif dinlenmek için eve gitti. Günlerdir benim peşimde perişan olmuştu.
“Biraz uyuyup yine gelirim” dediğinde fark etmiştim göz altlarındaki yorgunluğu. Çocuklar ona teşekkür edip iyice dinlenmeden de gelmemesini tembih ettiler ve gitti.
Kerem odanın içinde deli gibi dolanıp duruyordu. Dayanamadım:
“Abi az sakin ol ya, tamam geçti gitti işte” dedim ama bu onu sakinleştirmek yerine daha da öfkelendirdi.
“Nasıl sakin olayım Arif? Ne demek ayrıca geçti gitti? Neredeyse ölüyormuşsun oğlum ki amacı da buymuş zaten. Düşünmesi bile deli ediyor beni, yemin ederim haber alana kadar aklımı kaçıracaktım. Gerçi sonrası da çok rahatlatıcı değildi ama…”
“Anladım, anlıyorum kardeşim seni ama kendini bu kadar hırpalama. Bak iyi işte Arif, gerisini beraber halledeceğiz” diyen Mehmet kolunu Kerem’in omzuna attı ve sakinleşmesine yardımcı olmaya çalıştı.
Herkes sustu, ortalık sessizleşti iyice. Bir süre sonra Kerem daha sakindi. Artık bu işin nasıl sonlanacağını konuşmaya başlamışlardı. Ben de anlamaya çalışarak izliyordum onları. Hepsinin ortak fikri Melda’dan intikam almaktı ve garip garip planlar yapıyorlardı. Artık dayanamadım:
“Beyler” dedim sakince. “Bu işin intikamı falan olmayacak, lütfen uzatmayın ve kapayın konuyu”
Bunu demem, bu kez üçünü birden delirtti ve dakikalarca söylenip durdular bana. Hepsi gerçekten korkmuşlardı ve Melda’nın canıma kastetmiş olmasını kabullenemiyorlardı. Bedelini ödetmek istiyorlardı ve onları bu fikirden vazgeçirmek mümkün görünmüyordu, her şey bu kadar yeniyken. Olayın şokunu, sıcaklığını ve hararetini atlatmalarını bekleyip sonra konuşmaya karar verdim.
“Tamam” dedim, “Nasıl isterseniz öyle olsun” ve sustular.
Birkaç gün daha hastanede kaldıktan sonra taburcu oldum ve doktorun yolculuk için erken olduğu uyarısı yüzünden Keremlerin yazlık evine geçtik. İyice toparlayana kadar mecburen orada kalacaktım.
Taburcu olana kadar Zarif her gün geldi hastaneye ama geceleri çocuklardan biri kaldığı için, yarım kalan konuşmamızın üzerine hiç konuşamadık bir daha. İçten içe, planını çok merak ediyordum gelecek için ama hiç yalnız kalamamıştık. Eve de uğruyordu, hatta yemek bile yapıyordu bize ama orada da hep bir aradaydık. Çocuklar onu çok sevmişti, birlikteyken de sanki yıllardır bizimleymiş gibi uyum sağlayabiliyorlardı birbirlerine.
Yavaş yavaş kendimi toparlıyordum. Kontrole gittiğimizde, doktor da aynı şeyi söylemişti ama hâlâ yolculuk yapmamı tavsiye etmiyordu. Ben de iyice alışmıştım bu duruma ve şikayet etmiyordum. Amacım zaten buraya gelip dinlenmekti. Birkaç kırıkla, yarayla da olsa istediğimi yapıyordum sonuçta.
Çocuklar işleri toparlamak için gidip gelmeleri gerektiğini söylediler. Tavırları bana biraz tuhaf gelse de bir şey diyemedim. İntikam alma konusunun hiç açılmaması, arada üçünün bir şeyleri bahane edip çıkması falan beni biraz şüphelendirse de, sinirleri geçmiştir, diye düşünüp üzerinde durmuyordum. Benim yüzümden işlerinden geri kalmalarını da istemediğim için gitmelerine ses çıkarmadım.
Onlar gittiği gün Zarif yanıma geldi bana refakat etmek için. Bazı konuları hâlâ yalnız halledemediğim için benimle kalacaktı. Çocuklar beni onu emanet edip öyle gitmişlerdi çünkü.
Günün rutini içinde hiç konuşmadık, yarım kalan sohbetimizi hiç açamadık ama akşam olup da artık yapacak hiçbir şey, içecek ilaç falan da kalmayınca ben dayanamayıp yeniden başlattım konuşmayı:
“Yarım kaldı hastanedeki konuşmamız Zarif, en son gelecek planını sormuştum” dedim ve yüzündeki tepkilerİ izlemeye başladım. Biraz gerildi ama anlatmak ister gibi de bir hali vardı öte taraftan.
“Aslında,” dedi ve derin bir nefes alıp devam etti “Bir planım var mı ya da aklımda plan diye dolanan şeyler işe yarar mı bilmiyorum”
“Nasıl yani, tam anlayamadım ben” deyince, yerde üzerine oturduğu minderde bağdaş kurdu ve çayını iki avucunun arasında tutup gözlerimin içine baktı:
“Yani bu işten pek çıkar yolum yok gibi Arif”
“Ama bir şeyler mutlaka olmalı, hep böyle devam…” derken araya girip:
“Hep böyle devam edemez biliyorum” dedi. “Bir yerde bir kaza geçirebilirim, cüzdanım çalınabilir, bir olaya şahit olabilirim, param bitebilir, ne bileyim yasal anlamda bir şeyler olup yerimi ortaya çıkarabilir. Ne kadar daha bir gölge gibi yaşayabilirim ki değil mi? Ama düşündüğüm, hatta arkadaşımla geldiğimizden beri aklımıza gelen her fikir ya da çıkar yolun ucunda mutlaka büyük bir problem oluyor”
“Nasıl mesela? Yani neler geldi aklınıza? Belki benim de fikirlerim olabilir” dedim merakla. Gerçekten ona yardım edebilirdim belki de.
“Sahte kimlik fikrini düşündük, yurtdışına kaçma, mahkemeye verip kimlik değiştirme ve o arada da koruma talep etme, hatta evlenip benden umutlarını kesmelerini sağlama gibi bir sürü şey daha düşündük” dediğinde en çok evlenme kısmı dikkatimi çekti ama bunu ona söylemedim tabi.
“Sahte kimlik ve yurtdışına kaçma da eğer yasal olmayan yollarlaysa, zaten vazgeçmeniz iyi olmuş. Ama mahkeme kısmı olabilirmiş gibi geldi bana, onu neden denemedin ki?”
“Ben değil kimliğimi, estetik olup yüzümü de değiştirsem bulurlardı beni. Emin ol her şekilde bulur ve cezamı keserlerdi”
“Ya sizinkiler aşiret falan mı?” diye dayanamayıp sorunca kısa çaplı bir gülme krizine girdi. Anlamsızca yüzüne baktığımı görünce, zor da olsa toparladı ve cevapladı beni:
“Böyle işler sadece aşiretlerde olmuyor ki Arif, namus kavramına farklı yerden bakan herkeste olabilir. Nereye ait olduğun, nereli olduğunla değil de kafanın içindeki fikirlerin ne yönde olduğuyla ilgili. Benim babam da cahil bir adam, ama ondan daha tehlikelisi, namus kavramını çok başka algılıyor. Onun için, kızının evden kaçması, üstüne üstlük tanımak için görüştüğü ve artık onun da namusu sayıldığı adamı terk etmesi affedilemez bir hata”
“Çok saçma ya” dedim yine dayanamayıp.
“Saçma evet, ben de bu saçmalıktan kaçtım işte. Ama buraya da sıkışıp kaldım öte yandan”
Derin bir nefes aldı ve çayını yudumladı. Son seçeneği sordum ben de, en çok merak ettiğimi.
“Peki, evlilik dedin ya hani, o neden olmadı?”
“Hmm evet, evlilik. Bu fikir Selim’den geldi, yani kaçmam için bana yardım eden arkadaşımdan”
Daha da merak etmiştim, neyse ki anlatmaya devam etti:
“Ama ben kabul etmedim, çünkü onu da bu ateşin içine atmak doğru değildi. Bana yardım etmek için kendini ailemle karşı karşıya getirmesine, onlardan zarar görmesine izin veremezdim”
“Selim’le aranızda…” diye başladığım cümleyi yine o tamamladı:
“Bir şey yok, sadece çok kıymetli bir dostum. Sana biraz Selim’den bahsedeyim en iyis ben de, aklında ne soru varsa cevaplamış olurum hem”
“Ya yok, soru olduğundan değil”
“Tabi, muhakkak” dedi imalı bir tavırla ve devam etti. “Neyse dinle şimdi. Selim’le biz üniversitede tanıştık, söylemiştim bunu daha önce zaten. Onun bir kız arkadaşı vardı, ta liseden beri seviyorlardı birbirlerini. Kız da bizim bölümdeydi ve not alışverişi yaparken önce Fulya’yla tanıştık”
“Fulya?” diye sordum boşta bulunup ve gözlerini devirerek:
“Antibiyotikler herhalde algılarını kapatıyor, fikir yürütemiyorsun çünkü” dedi.
“Abartma, bir an boşluğuma geldi” dedim ve gülmeyi bırakıp:
“Tamam, şaka yapıyorum alınma” dedi. Kaza geçirmemiş olsam, kesin kavga ediyor olurduk ama başıma gelenlerden sonra bir sakin olmuştu bana karşı. Düşüncelerimi bırakıp:
“Alınmadım, sen devam et hadi” deyince yeniden anlatma moduna geçti:
“İşte biz önce Fulya’yla, sonra da Selim’le tanıştık. Bir de Emel vardı arkadaşımız, biz böyle dörtlü olarak takılıyorduk hep. Okulun ikinci senesiydi, Fulya’yla Selim’in arası biraz kötüleşmeye başlamıştı. Selim, ortamın onu değiştirdiğini düşünüyordu ve sürekli kavga çıkıyordu aralarında. Fulya giderek uzaklaştı bizden ve bir gün hiç açıklama yapmadan terk etti Selim’i. Perişan oldu adam, bütün neşesi gitti, dağıldı resmen. Biz biraz olsun Selim’i toparladık derken, Fulya başka birinin elini tutarak geçti önümüzden ve o zaman anladık, çoktan başkası vardı da görememiştik”
“Yazık olmuş”
“Bu kadarla kalsa yine iyi”
“Ya senin olayların da hep iki perde gibi, ikinci perdede de hep daha kötüsü geliyor” deyince güldü.
“Haklısın vallahi. Ama ne yapayım, çok tercih ettiğim bir şey olmasa da böyle”
“Ee” dedim merakla. “Sonra ne oldu?”
“Sardı bakıyorum”
“Ya beni yorumlamayı bırak da anlat”
“Tamam, devam ediyorum. Fulya’nın ihaneti çok koydu Selim’e. Biz Emel’le toparlamak için uğraştık ama çok zordu gerçekten onca yıldan sonra. Ara tatili oldu, herkes evine gitti işte. Bir gün Selim’den bir telefon aldım. Yani gerçekten biri anlatsa kesin yalan derdim ama filmlerde olan şeylerdeki gibi, adamın başına başka bir felaket gelmişti bu kez”
“Keşke sadede kestirmeden gelsen” diye sitem ettim dayanamayıp.
“Ne sabırsızsın ya, anlatıyorum bekle” dedi ve devam etti olayı anlatmaya:
“Okuldan dönünce, evde bir gariplik olduğunu fark etmiş Selim. Daha doğrusu babasının tavırlarında varmış tuhaflıklar. Sonra olay patlamış tabi. Meğer annesi, babasını aldatıyormuş. Başka biriyle, hem de aile dostu dedikleri biriyle kaç yıllık ilişkisi ortaya çıkmış kadının”
“Yok artık!”
“Varmış vallahi, Selim’e de hayatının en büyük ikinci travması oldu bu. Günlerce konuştuk yine, ama toparlanacak gibi değildi. Hayatında en sevdiği iki kadından aynı darbeyi yemişti”
“Ya kızı geçtim de annesi çok ağır gelmiştir ona” dedim üzülerek.
“Evet, bütün güven olgularını kaybetti. Neyse yine okula döndük, ama Selim eskisi gibi değildi. Böyle nasıl anlatayım, hayatının yapı taşlarından birini çekip almışlar gibi”
“Güven o yapı taşının adı”
“Aynen öyle, güvenini kaybetti. Okulu zorla da olsa bitirdi, ama hiçbir kadına güveni kalmamıştı artık. Hayatına da, o zamandan sonra başka bir kadın sokmadı. Bana bile ‘Arkadaşımsın ama sana bile güvenmem’ der hep. O yüzden, ne Selim’in bana karşı hisler var, ne de benim ona karşı. O sadece beni korumak için böyle bir şey önerdi, ama başına bela olmamak için kabul etmedim. Arkasında güçlü, büyük bir ailesi yok. Babası da yurtdışına gitti zaten, kahrından duramadı adam buralarda”
Aralarında bir şey olmaması nedenini bilmediğim bir şekilde iyi hissettirmişti bana. Ama çaktırmadım:
“Vay anasını ya, hakikaten film gibiymiş başına gelenler” dedim şaşkınlıkla.
“Öyle, gerçekten zordu o zamanlar. Şimdi iyi, kendi işinde gücünde ama kadın defterini kapadı sonsuza kadar”
“Ben de olsam kapardım, gerçekten. Gerçi kapasam da yeridir ya” dediğimde aklına bir şey gelmişçesine gözlerini gözlerime dikti ve:
“Sahi ya, sen şimdi bu Melda olayını ne yapacaksın?” diye sordu, gerilmiştim bu soruya. Anladı gerildiğimi ve devam etti:
“Rahatsız ol diye sormadım, gerçekten merak ettiğim için. Bu kadın belli ki sana fena takık, ölmeni isteyecek kadar. Yaşadığını öğrenince yine sana zarar vermek isteyebilir. Şuan bile tehlikede olabilirsin, hatta olabiliriz. Gelse buraya, ikimizi de öldürebilir belki” demesi beni daha da gerginleştirmişti. Hatta sinirlendirmişti de.
“Sen bu kadar korkuyorsan gidebilirsin Zarif. Bu tehlikeyle yaşamak zorunda değilsin yani” deyince şaşırdı.
“Ben öyle mi dedim şimdi? Niye yanlış anlıyorsun ki?”
“Yanlış anlamıyorum. Korkuyorsun ve korkmakta da haklısın, Melda’nın ne kadar manyak olduğunu gördük çünkü. Sen de benim yanımda olduğun her an tehlikede olacaksın, git bence evine”
“Arif” dedi şaşkınlıkla. Ama kendimi durduramadım:
“Git lütfen” diye öyle katı söyledim ki, kısa bir an gözlerini gözlerime sabitleyip sonra arkasını döndü ve çıktı.
Ona karşı hem kızgınlık vardı içime, hem de bir yandan hak veriyordum deli gibi. Kızgınlığım, yanımda olmanın ona korku veriyor olmasıydı. Bunun nedeni bilmiyordum ama incittiğini hissediyordum bu tavrının beni. Hak vermem ise, zaten kendini korumak için bunca şeyi göze almışken, benim yüzümden başına bir şey gelecek olması riskiydi. O neleri atlatıp kendine yeni bir hayat kurmuştu, sırf ölmemek için gizli saklı yaşamaya katlanıyordu. Benim peşimdeki manyağın, onun bunca çabasını yok etmesine dayanamazdım.
Birkaç saat öyle düşünceler içinde savaştım durdum yattığım yerde. Sonra susadığımı fark ettim ve doğruldum. Suya uzanmak istedim, çok zorlanıyordum gerçekten bunu yaparken. İyice uzanıp tam tutacaktım ki yere düştüm. Bir suyu bile alamıyor olmama küfrederken, Melda’yı bulsam öldürebilirdim o an gerçekten.
Nasıl kalkacağımı düşünürken koluma biri dokundu. Başımı kaldırınca Zarif’i gördüm. Hiçbir şey söylemeden beni tuttu ve koltuğa çıkardı. Sonra su döküp bana uzattı. Suyu içtim ve uzandım, zorlamıştı bu hareketler beni. O ise hiç konuşmadan yine yerdeki mindere geçip oturdu.
Bu sessizliğe dayanamadım:
“Gitmedin mi?” diye sordum, bu kez sakin.
“Gitmedim” derken o da çok sakindi, biraz da üzgün gibi.
“Neden ki?
“Bilmiyorum, gidemedim işte”
“Neredeydin peki?”
“Dışarıda, camın önündeydim”
“Bu soğukta?”
“O kadar soğuk değil dışarısı, hem hava almış oldum. Ayrıca sen bana emanet edildin, bırakıp gidemezdim kovsan bile”
“Kovmadım ya, senin iyiliğin için”
“Ben iyiyim Arif”
“Ama burada tehlike…” derken yine lafımı kesti:
“Tehlike altında olabilirim, ama sen de öylesin. Ve sen beni tamamen yanlış anladın, tehlike altında olmak umurumda değil çünkü”
“Nasıl ya? Korkmuyor musun?”
“Bak Arif, ben yıllarca arkamda yürüyen herkesten korktum. Gece sokaktan gelen adım seslerini duyduğumda kalbimin duracağını sandığım çok zaman yaşadım. Şüphe ve paranoya içinde, gördüğüm herkesin yüzüne ‘Katil mi acaba? Benim peşimde mi acaba?’ diyerek baktım. Sonra fark ettim ki, kaçtığım ailem değil ama bu korku beni öldürecekti. Ben özgür olmak için kaçmıştım ama bu korku beni onların yaptığından daha çok tutsak etmişti. O zaman bıraktım korkmayı ve o Melda denen deliden de, olacaklardan da korkmuyorum. Ne birilerine, ne de onların verdiği korkuya esir olmamaya söz verdim kendime” dedi kararlılıkla.
Söylediği şeyler beni öyle etkiledi ki, üzerine cümle kuramadım…
Bir süre hiç konuşmadan durduk öyle. İkimizin de bu gerginliği atması gerekiyordu ve sessizlikle bunu başardık. Sonra, bulduğumuz saçma birkaç oyun oynadık, biraz kitap okuduk derken saat epey geç olmuştu ve uyku bastırdı ikimize de. Bir koltukta ben, bir koltukta da o ve Dost, uyuduk öylece…
Ertesi günü çok sakin geçirdik. Zarif bana, seçtiği kitaplardan şiirler okudu. İkimizin de okuduğu kitapları, izlediği filmleri yorumladık beraber. Bir ara ben uyurken o da Dost’u gezdirmeye çıkardı. Yemek yedik, tabi ki çay içtik derken yine derken, onun yanında kendimi ne kadar iyi hissettiğimi fark ettim. İlk tanıştığımız gün, ondan neredeyse nefret etmiştim. Ama şimdi, yanımda olması bana o kadar iyi geliyordu ki. Hissettiğim şeyleri kendime tanımlamakta zorlanırken, yaşadığım her andan keyif almanın ne kadar güzel olduğunu düşünüyordum.
Geçen keyifli zamanın ardından, geç saatlere kadar bir sürü şey yapıp sonra yine karşılıklı koltuklarda uyuduk.
Gözümü bahçeden gelen seslerle açtım. Zarif de benimle aynı anda uyandı ve neler olduğunu anlamaya çalışarak birbirimize baktık.
“Ben bakayım” diye ayağa kalkınca:
“Dur” dedim. “Önce perdenin arkasından bir bak”
Söylediğimi yapıp perdenin arkasından yavaşça baktı ve derin bir nefes aldı.
“Çocuklar gelmiş” dedi ve ekledi “Yanlarında bir kadınla bir adam var, eve giriyorlar”
“Kadınla adam mı? Kim onlar ya?” dememe kalmadan içeri doluştu bizimkiler, arkalarından da annemle babam!
Çocuklara, özellikle de Kerem’e öldürücü bakışlarla bakarken, babam ondan daha önce hiç görmediğim üzgün bir suratla yanıma yaklaştı.
“Oğlum, aslan oğlum” dedi beni giderek daha büyük şaşkınlıklara sürüklerken. O kadar şaşırmıştım ki, konuşamıyordum. Annem de geldi ağlayarak, hayretler içindeydim gerçekten.
“Çocuklara kızma, onlar doğru olanı yaptılar” dedi babam. “Bu başına gelenleri bilmek bizim hakkımız. Sana kimse elini uzatamaz, kimse senin canına kastedemez”
“Canım oğlum, çok şükür ki kurtarmışlar seni. Allah korusun, ya başka türlü olsaydı” diye ağlayarak babamın cümlelerini devam ettirdi annem.
“Merak etmeyin, iyiyim” derken hâlâ şok içindeydim.
“İyisin, daha da iyi olacaksın” dedi babam kararlılıkla. “Melda meselesi halloldu, artık ondan kimseye zarar gelmez”
“Öldürmediniz değil mi?” dedim gözlerimi kocaman açıp.
“Ne öldürmesi, katil miyiz oğlum biz?” diyen babama:
“E nasıl çözüldü o zaman” sorunca Kerem konuşmaya başladı ondan önce:
“Biz aslında babanla konuşmak için gittik. Üçümüzün de ortak kararıyla” dediğinde diğerleri de onayladı onu. “Her şeyi halledebilirdik ama bu kız senin yaşadığını öğrenince yine gelebilirdi buraya. Daha kötüsünü yapabilirdi ve bunu göze alamadık. Ethem amcaya gidip durumu anlattık” dedi ve babam devam etti:
“Bana gelip dediler ki Melda Arif’i öldürmek istedi. Her şeyi anlattılar, resimlerini gösterdiler, hastane raporlarını da. Sonra araştırdım, Melda’nın tuttuğu adamları, arabasını, nerelere gittiğini çıkarttırdım” diye anlatırken sinirlendim bir anda.
“İnanmadın değil mi bana böyle bir şey yaptığına? Yine benim mi yalan söylediğimi düşündün?” diye sordum sitemle ama hiç beklemediğim bir cevap aldım:
“Sana kızdığım çok zaman oldu, hor davrandım, baskı yaptım. Onaylamadığım davranışların, huyların var ama bildiğim tek bir şey varsa o da bugüne kadar asla yalan söylemediğindir oğlum”
Bunu duymak hem gururumu okşadı, hem de babama olan öfkemi yumuşatmaya başladı biraz olsun. Babam konuşmayı sürdürürken, onu daha içten dinliyordum:
“Yalan söylemediğini ben biliyordum ama Melda’nın babası bilmiyordu. Kanıt lazımdı ona anlatmak için. Kaç yıllık dostum olsa da, her şeyden önce evladı gelirdi. Ne varsa toplayınca, gittim dayandım kapısına, anlattım her şeyi. Bu üçü de geldi benimle, onlar da söylediler. Her şeyi gösterdik. Kızını çağırdı, ona sordu hepsini. Önce inkar etti ama sonra kabul etmek zorunda kaldı. O bize Melek gibi görünen Melda, nasıl bir şeytana dönüştü, bu gözlerle görmesem inanamazdım o hallerine ”
“Ee, babası mı öldürdü Melda’yı?” deyince Kerem sinirle:
“Taktı öldürmeye ya!” dedi. “Kimse Melda’yı ya da başkasını öldürmedi, merak etme. Melda’yı babası yurtdışında bir kliniğe yatırmak üzere götürüyor. Aslında davranışlarından şüphe ediyormuş ama seninle arasındaki sorunlardan dolayı böyle sanıyormuş. Biz de tanık olduğumuz şeyleri anlattık, adam iyice korktu”
“Yalandır ya, götürmez o” dedim ama:
“Yok, kontrol ettik kardeşim. Dün gece kaydını yaptırmış babası, uçak biletlerini de almışlar”
“Maşallah MIT gibi çalışmışsınız iki gündür” dedim hafifçe gülerek. İçim rahatlamıştı ama.
“Şükür ki çözdük oğlum. Seni bu belaya ben soktum, hepsine ben sebep oldum. Ama sana burada söz veriyorum, artık istemediğin hiçbir şeye zorlamayacağım seni” diyen babama bakıp:
“Bunu söylemene mutlu oldum baba” dedim, gerçekten çok mutlu etmişti beni.
“Seni eve götürmeye geldik” diyen annemin sözüyle bir anda afalladım, gözlerim Zarif’e kaydı. O da bana bakıyordu, şaşkındı benim gibi.
“Ama yolculuk etmem uygun değil, öyle dedi doktor” diye itiraz edecek oldum ama babam her şeyi düşünmüştü.
“Merak etme, ambulansla götüreceğiz seni. Kapıda hazır bekliyor, sıkıntısız gideceğiz. Doktorundan da izin aldık zaten” dediğinde içimin daraldığını hissettim. Gözümü Zarif’ten ayıramıyordum, onun tepkilerini izliyordum an be an.
“Hadi, eşyalarını falan toparlayalım da bir an önce yola çıkalım” deyip ayaklandı annem.
“Ben size yardım edeyim” diye ona seslenen Zarif’i o anda fark etmişti sanırım.
“Siz kimsiniz hanım kızım?” diye sorarken biraz imalıydı sesi.
“O benim hayatımı kurtaran kişi anne” dedim hemen araya girip, sorgulayan ses tonu ve bakışlarıyla onu yormasını istememiştim.
“Ah öyle mi, sağ ol kızım! Allah senden razı olsun, sayende oğlum hayatta şükür” diye bu kez de gidip sarıldı ona. Anne yüreği işte.
Zarif hiçbir şey söylemedi. Annemin ona teşekkür faslı bitince, eşyalarımı toparladılar. Her şeyi hazırlayınca, ambulans görevlileri gelip beni sedyeye aldılar. Yavaşça evden çıkarken Zarif’e ve Dost’a bakıtm, kırık ve yarım gülümsemeyle.
“Görüşmek üzere” dedim Zarif’in gözlerine bakarak. Bu sözün gücüne, bütün kalbimle inanmak istercesine…
Esra Barın