Karşı karşıya durmuş, öylece bakıyorlardı birbirlerine. Neşe hesap versin isterken, Murat sadece gitmesini istiyordu. İkisinin ortak hissi, canlarının yanmasıydı sadece.
BİRKAÇ SAAT ÖNCE
Nikahın olduğu salonda, gelin odasına toplanmış arkadaşlarıyla mutlu bir sohbet içindeydi Neşe. Bir yandan da gözü kapıda, Murat’ın içeri girmesini bekliyordu. Sorulara cevap verirken, saati de kontrol ediyordu çünkü yaklaşmıştı nikah vakti. Murat nerelerdeydi acaba?
Dakikalar ilerledikçe gerilmeye başladı, artık insanlar da soruyorlardı. Telefona attı elini, aradı ama kapalıydı. Tekrar aradı, tekrar, tekrar… Ama her seferinde kapalı mesajı çıkıyordu.
Birden gruptan bir arkadaşı:
“Ya kesin sana bir sürpriz hazırlıyordur yine, her zamanki Murat işte. Bence biz salona geçelim yavaştan, orada bekleyelim.” deyince, onun da içinde yeniden heyecan belirdi. Gerçek olabilirdi bu tahmin, çünkü Murat neredeyse her gün Neşe’yi şaşırtacak bir sürprizle geliyordu karşısına.
“Geçelim o zaman.” dedi diğerleri ve hareketlendiler. Sadece bir an, yetimhaneden en yakın dostu Melek’le göz göze geldi ve ikisinin de kalbi hızlandı, gerildiler akıllarından geçen ihtimallerle. Ama hemen toparlanıp gülümseyerek çıktılar gelin bekleme odasından.
Salon fazla kalabalık değildi. Zaten Neşe yetimhanede büyümüştü ve kimsesi yoktu. Murat’ın ailesi de onların ilişkilerini onaylamadığı için gelmelerini beklemiyordu. Okuldan yakın arkadaşları, iş arkadaşları ve birkaç komşusu vardı sadece gelen.
“Hadi sen otur Neşe, Murat da muhtemelen salonun çatısından güller yağdırarak girecek içeri. Ya da paraşütle falan dalacak.” diyen arkadaşı herkesi güldürdü. Neşe de gülüyordu ama içten içe bir huzursuzluk sarmıştı onu çoktan.
Dakikalar dakikaları kovaladı ve nikah memuru da geldi. İlk sorusu elbette:
“Damat bey yoklar mı?” oldu. Neşe panikle ne diyeceğini bilemezken yine arkadaşlarından biri yetişti imdadına:
“Memur bey, bizim damat biraz fazla aşıktır da, her an büyük bir sürprizle içeri gelmesini bekliyoruz” dedi gülerek.
Memur da güldü, ama sırada başkalarının da olduğunu hatırlatmayı ihmal etmedi.
Beklerken oluşan sessizlik, herkesi yavaş yavaş germeye başlamıştı. Neşe, elinde telefonla Murat’ı arayan arkadaşlarına bakıyordu ve birinin ulaşabilmesi için dua ediyordu içinden. O anda sadece, başına bir şey gelmiş olması ihtimali yüzünden korkuyordu bu kadar. Çünkü Murat’ın başka bir sebeple onu burada, nikahlarında yalnız bırakması söz konusu bile olamazdı. Hatta ailesi bile durduramazdı onu.
Neşe bunları düşünürken, artık onlara ayrılan süreyi de geçince memur salondan çıkmalarını istedi. Bunu yaparken de, başına bir şey gelmemiş olmasını umduğunu söyledi.
Herkes toparlandı ve yeniden gelin bekleme odasına geçtiler. Neşe artık gerginlikten ölecekken, polis olan arkadaşına döndü:
“Emir! Kesin başına bir şey geldi onun, kesin. Lütfen, sordurur musun?” dedi ağlamaklı.
Emir başını öne eğdi sıkıntıyla. Bu tavrı Neşe’yi daha da endişelendirince, konuşmaya başladı:
“Neşe, lütfen sakin ol. Murat’ın başına hiçbir şey gelmedi. Hastaneleri, karakolları, aklıma gelen her yeri araştırdım, hatta morgları bile. Gecikmeye başladığı anda sormak için herkesi aradım. Ama yok, hiçbir kayıt yok. Şu durumda sevinir misin bilmiyorum ama, Murat’ın başına bir şey gelmemiş gibi görünüyor”
Onun bu sözleriyle beraber, herkes daha çok gerildi. Neşe ise hiç kımıldamadan Emir’in gözlerine bakıyordu, doğru olup olmadığını anlamak için.
Bir süre herkes ölüm sesizliğinde bekledi, kimsenin söyleyecek bir sözü yoktu çünkü. O derin sükuneti bozan Neşe oldu:
“Tamam, gidip ne olduğunu öğrenelim o zaman!” deyip odadan hızla çıktı, diğerleri de peşinden.
Otoparka gelince:
“Emir, beni Murat’ın evine götürür müsün?” dedi. Kalabalıktan birkaç cümle çıkar gibi oldu ama Neşe susturdu herkesi.
“Melek sen de gel, gidelim bakalım da anlayalım neler olduğunu” deyip Emir’in arabasına bindi. Melek ve Emir de binince yola çıktılar. Herkes çok sessizdi, kimsenin ağzını bıçak açmadı yol boyunca ve nihayet Murat’ın evine geldiler, evlenince yaşayacakları eve.
Bahçeye girdiklerinde, evin derin bir karanlık içinde olduğunu gördüler. Ama Neşe yine de girdi. Çantasından anahtarı alıp kapıyı açtı, bütün evi dolaştı ama kimse yoktu. Kararlılıkla dönüp:
“Ailesinin evine gidiyoruz!” dedi ve çıktı. Emir ve Melek ne kadar ısrar etse de kabul etmedi, götürmezlerse taksiye bineceğini söyleyip inat edince mecburen kabul ettiler ve bu kez Murat’ın ailesinin yaşadığı eve doğru yola koyuldular.
“Kuzum, bak…” diye cümleye giren Melek’i susturdu Neşe.
“Şimdi değil, sonra… Önce ne olduğunu anlayacağım, sonra konuşacağız hepsini” dedi ve sustular hep birlikte.
Murat’ın aile evine varınca, her yerin aydınlık olması şaşırttı onları. Bahçe kapısından içeri girince bu aydınlığın nedeninin, süsler içindeki bahçede her yere asılmış lambalar olduğunu gördüler. Bir şeylerin onun için ters gittiği belliydi.
“Ya acaba ben nikah yerini yanlış mı anladım dersiniz? Yoksa bizim nikahı burada mı yapacaktık biz? Yoksa bu şaşaanın başka bir açıklaması olamaz değil mi?” dedi Neşe. Öyle olmadığını biliyordu ama karşılaşmak üzere olduğu şey de onu korkutuyordu, çok fazla.
Bahçenin yan tarafından geçip de arkaya ulaşınca, içindeki korkunun şekle bürünmüş haliyle karşılaştı.
Kalabalıktı bahçe, bir sürü insan vardı. Herkes dikilmiş, aynı yere bakıyordu. Onların odaklandığı yerde de o korkunç manzara duruyordu. Murat asık bir suratla dikiliyor, yanında bir kadın çok neşeli, ikisinin elleri havada ve ellerini birbirine bağlayan bir kurdele, onların yanında genç bir kız elinde bir tepsi ve elinde bir makasla topluluğa bir şeyler anlatan bir adam… Tek bir anlamı vardı bütün bunların, nişan!
Murat’ın nişanı mıydı bu?
Kalabalıktan birileri Neşe’yi fark etti ve yavaş yavaş gözler ona doğru döndü. Normalde dikkat çekmezdi belki ama üzerinde gelinlik olunca ister istemez fark ediliyordu.
Diğerleriyle birlikte Murat da gördü onu ve asık olan yüzü büyük bir şaşkınlıkla sarsıldı. Konuşmayı yapan adam da susmuş Neşe’ye bakarken, o adımlarını Murat’a doğru atmaya başladı. Gözlerini birbirlerini kilitleyip, karşı karşıya durmuş, öylece bakıyorlardı birbirlerine. Neşe hesap versin isterken, Murat sadece gitmesini istiyordu içinden. Kötü şeyler olmadan gitmesini…
Sessizliği Neşe bozdu:
“İkimizden biri, kesinlikle bir şeyleri yanlış anlamış durumda.” dediğinde Murat:
“Neşe, lütfen…” dedi.
“Yok, bir netleştirelim bu durumu önce.”
“Lütfen git buradan.”
“Olmaz, gitmeyeceğim. Anlamamız gerek, kim neyi yanlış anladı ya da neyi karıştırdı. Çünkü benim seni nikah salonunda beklediğim günde, senin nişanlanıyor olman çok normal gelmiyor bana. Sana öyle mi geliyor?”
Murat sessizdi, yanındaki kadın girdi araya:
“Siz ne saçmalıyorsunuz? Ne nikahından bahsediyorsunuz?”
“Bir saniye, bir şey konuşuyoruz biz müstakbel eşimle. Siz bir susar mısınız?” deyince kadın Murat’a dönüp:
“Murat! Umarım bir açıklaman vardır!” dedi öfkeyle.
Murat ona da cevap vermedi, Neşe devam etti konuşmaya:
“Acaba diyorum sen, nikahla nişanı mı karıştırdın? Ama bir dakika, bu da olmuyor çünkü eğer öyleyse kadınları nasıl karıştırmış olabiliyorsun? Çünkü yanında benim olmam gerekirken başka biri var. Burada tıkandım ben, sen açıklık getirmek ister misin?” diye sorarken gözlerinden alev çıkıyordu ama ses tonu sakindi.
“Neşe, lütfen git buradan, rica ediyorum senden” dedi Murat ve hemen arkasından annesi girdi devreye.
“Sen ne cüretle geliyorsun buraya da nişanımızı basıyorsun bizim?”
Kadının sorusu Neşe’yi daha da sinirlendirdi.
“Oğlunuzun nikahımıza gelmemiş olmasının verdiği cüretle hanım efendi. İzninizle, kendisiyle konuşuyorum ve siz karışmıyorsunuz!”
Kadın misafirlerine baktı, herkesin ağzı açık onları izliyordu. Bu manzara onu çıldırtmaya yetmişti ve:
“Şu kadını derhal çıkarın buradan, çabuk!” diye attığı çığlıkla hareketlendi korumaları.
Murat durdurdu onları ve annesine dönüp:
“Anne sen karışma!” dedi.
“Karışırım! Bu ne olduğu belli olmayan kızdan zor kurtardık seni. Şimdi nişanımızı mahvetmesini izleyemem! Çıkarın dedim!”
“Anne!” diye öyle bir bağırdı ki Murat, kimse kımıldayamadı yerinden. Neşe’ye bakıp:
“Yalvarırım git” dedi, gerçekten de yalvarıyordu bunu söylerken.
“Tamam” dedi Neşe. “Buraya senin nişanını mahvetmeye gelmedim elbette. Sadece kendi nikahına gelmeme sebebini anlamak istemiştim. Çünkü saatlerce, başına bir şey gelip gelmediğini merak ederek bekledim seni. Bu gelinlikle, nikah salonunda korkudan ölerek bekledim. Hatırladın mı, sen aldın bu gelinliği bana. Bunu getirip dedin ya ‘Karım olmanı istiyorum’ diye. Gidip neşeyle nikah işlemlerine başladık hani aynı gün. Bu kadar çabuk unutmuş olamazsın değil mi Murat?”
Murat çaresizce bakıyordu gözlerine. Gelinliği aldığı ve ona evlenme teklif ettiği günü geçirdi hafızasından. Gerçekten karısı olmasını istemişti.
Onlar konuşurken, Murat’ın babası misafirlerden özür dileyerek onları göndermeye başlamıştı bile. Herkes şaşkınlık içinde, arkalarına bak baka ayrılırken, Murat ve Neşe hesaplaşmaya devam ediyordu.
“Aklımı kaçıracağım Murat, bana bir şey söyle! Sen daha birkaç gün önce ölüp bitiyordun benim için. Sesimi iki saat duyamadın diye deliye dönen sen değil miydin? Biz seninle eşyalarımızı seçip evimizi düzenlemedik mi daha geçen hafta? Ne oldu, ne yaşandı da sen bizi bu hale getirebildin?!”
“Lütfen” derken dudakları titredi Murat’ın. Neşe ondan daha beter durumdaydı.
Durdu, derin derin nefesler aldı. Konuşmakta bu kadar zorlandığı başka bir an hatırlamıyordu.
“Ben bu saçmalıklara daha fazla katlanamam” diyen Murat’ın nişanlanmak üzere olduğu kadın nişan yüzüğünü parmağından çıkarıp terk etti orayı, ailesiyle beraber söylenerek gittiler. Murat’ın annesi Neşe’nin kolundan tutup onu çekiştirmeye başlamıştı ki Murat müdahale etti, uzaklaştırdı annesini. Devam etti Neşe konuşmaya:
“Biri bunların olacağını söylese bana, güler geçerdim. Ama karşılaştığım şeylere bak! Sana inandım ben, sen beni gözünden bile sakınırdın çünkü. Saçımın tek teline zarar gelse dünyayı yakacak gibiydin. Saçımın her teline aşık olduğunu, hayatın boyunca onların kokusuyla uyumak istediğini de söylemiştin hatırladın mı?”
Saçlarını da çok seviyordu Neşe’nin dediği gibi. Zaten onların güzelliği aşık etmişti onu Neşe’ye. Belini geçmişti uzunluğu, kestirmesini hiç istemiyordu. Arada tarıyordu onları, her görüştüklerinde önce saçlarını kokluyordu.
“Sen” dedi Neşe gözlerini ona dikip, “Saçlarımı çok seversin!”
Anlık bir hamleyle, yaşlı adamın tepsiye geri bırakıp gittiği kurdele kesmek için duran makası aldı, ensesine götürüp saçlarını tam oradan kesti. Murat’ın ‘Hayır’ diye bağırması umurunda bile olmadı ve uzun bir örgü halinde kesip aldı saçlarını Neşe.
“Al” dedi Murat’a bakıp. “Sende kalsın madem…”
Murat’ın, ucuna kurdele bağlı yüzük takılmış eline bıraktı saçlarını. Gözlerine hiç bakmadı, çünkü orada ağlamayı hiç istemiyordu. Parmağındaki yüzükleri çıkarıp nişan tepsisine bıraktı sakince.
Sonra ani bir hareketle Murat’ın annesine döndü. Dönerken, duvağı da kayıp düşmüştü yere. Murat daha da çöktü olduğu yerde.
“Biliyorum” dedi kadına bakarak. “Beni hiç layık görmediniz oğlunuza. Yetimhanede büyüdüğüm için ailenize yakıştıramadınız. Bu benim tercihimmiş gibi, hep beni suçladınız. Tanımak için bir dakika bile harcamadan, yargılayıp astınız beni. Hatta ne halde olduğumu umursamadan, evinizden attırmak bile istediniz. Ben bir anneyle büyümedim belki, ama anladığım ve gördüğüm annelik de bu değil. Siz benim bu hayatta tanıdığım en kötü kadın, en merhametsiz annesiniz. Körelmiş vicdanınızla umarım mutlusunuzdur, bizi ayırdınız” dedi ve arkasını dönüp yürüdü. Onu bekleyen Melek ağlıyordu. Emir ise öfkeden yumruklarını sıkıyordu sürekli.
“Götürün beni ne olur” deyip Emir’in koluna girdi. Melek de belinden tuttu ve o evden çıkıp arabaya bindiler. Bir süre hiç konuşmadan devam etti yolculuk ama Emir artık dayanamadı:
“Neşe! Lütfen artık bir tepki ver! Ağla, küfret, bağır, bana vur hatta ama susma! Yalvarıyorum bu kez içinde yaşama duygularını!”
Emir’in onca öfkesine, gözlerinden inen yaşlarla karşılık verdi Neşe.
“Ölüyorum Emir, ne olur bağırma bana” diyebildi sadece. Emir uzanıp saçlarını okşadı, sonra yeniden sinirlendi o sahne aklına gelince. Ama tuttu kendini.
“Tamam, özür dilerim. Söz veriyorum bağırmayacağım sana bir daha.” dedi ve sessizce sürmeye devam etti arabasını.
Neşe’yle Melek’in evine geldiler. Tüm arkadaşları orada onları bekliyordu. İçeri girdiklerinde merakla kalktılar hepsi.
“İzin verin, üzerimi değiştirip geleceğim” dedi Neşe ve Melek’le beraber odasına geçti. Gelinliği çıkarmasına yardım eden Melek hala ağlıyordu. Saçlarına baktıkça hıçkırıklarına engel olamıyordu.
“Yeter Melek” dedi Neşe sakince. “Saçlarım uzar, elbette uzayacak ama bu yaşadıklarımın attığı kesikleri nasıl onaracağım ben? Lütfen ağlama, senin gücüne ihtiyacım var benim” dedi. Melek sıkıca sarıldı ona.
“Yanındayım, bütün gücümle yanındayım Neşe’m” dedi. Yetimhanede karşılaştıkları ilk günden beri hiç ayrılmamışlardı ve Melek yine yanında olacaktı onun. Asla bırakmadan…
Üzerini değiştirip, gelinliği de bir çöp torbasına koyup arkadaşlarının yanına geçti. Herkese kısaca olanları anlatıp, artık Murat’ın hayatında olmadığını da söyledi. Saçlarına takılmıştı hepsinin gözü, çünkü herkesi kıskandıracak kadar güzeldi kesilmeden önce.
“Saçlarıma şaşırdığınızı görebiliyorum, onları Murat’a bıraktım. Umarım kendini onlarla asar” dedi ve kırık bir tebessüm belirdi yüzünde.
“Sizi bugün yeterince yordum, inanın ben de çok yoruldum. Lütfen gidip dinlenin, ben de öyle yapacağım. Merak etmeyin, er ya da geç toparlayacağım kendimi. Zor anımda yanımdasınız, hepiniz sağ olun” deyip herkesten gitmesini istedi. Kalmak için ısrar eden Emir’i de zorla gönderdi ve Melek’le baş başa kaldılar.
Odada oturmuş dertleşirken kapı çaldı. Geç saatte kim olabileceğini tahmin etmeye çalışarak gitti açmaya Melek ve bir tartışma sesi geldi Neşe’ye. Kalktı, odasından çıktı ve karşısında Murat’ı gördü.
“Sen ne yüzle…” derken bir anda elinden tutup çekiştirmeye başladı onu. Ayakkabılarını bile giymesine izin vermeden evden çıkardı. Hızla Melek’e dönüp:
“Sadece konuşacağız, kimseye haber verme sakın!” diye hızlı bir uyarıda bulunup Neşe’yi götürdü. Apartmandan çıktıkları anda:
“Sen ne yaptığını sanıyorsun?!” diye bağırdı Neşe.
“Konuşacağız, sana her şeyi anlatacağım ama burada olmaz. Yalnız!” dedi ve arabasına bindirdi onu. Neşe artık üzüntüden o kadar yorgun düşmüştü ki, ne olacaksa olsun diye düşünüp direnmeyi bırakmıştı.
Deniz kenarında sakin bir yerde durdular. Arabadan inip bir banka oturdular yan yana.
“Evet, seni dinliyorum” diyen Neşe’nin sesiyle derin bir nefes alıp konuşmaya başladı Murat.
“Bilmen gereken yegâne şey şu, seni çok seviyorum.”
“Sana inanmıyorum artık.”
“Lütfen kesmeden dinle beni Neşe. Seni gerçekten çok seviyorum. Bugün olan, bu akşam gördüğün ve yaşadığın her şeye rağmen buna inan. Seni isteyerek bırakmadım ben. Yaptığım, dünyanın en zalimce şeyi biliyorum ama başka çarem yoktu, lütfen bana inan.”
Bu sözler Neşe’yi çıldırttı adeta.
“Ya sen Allah aşkına ne dediğinin farkında mısın? Başka çarem yoktu ne demek Murat!”
“Gerçekten yoktu, ne olur anla beni”
“Seni anlamak? Anlamamı mı istiyorsun? Deniyorum, deniyorum ama yapamıyorum ben bir türlü. Çünkü bu kötülüğün anlaşılabilecek bir tarafı yok!”
“Sakin ol! İzin ver bitireyim” deyince,
“Peki, buyur anlat” dedi Neşe ve dinlemeye koyuldu.
“Bizimkiler nikahı öğrenmişler. Evde kıyametler koptu, delirdiler. Çok zor bir geceydi ama bunların hiçbiri umurumda olmadı. Ta ki…”
“Ne ta ki?”
“Beni kardeşimi göstermemekle tehdit ettiler. Kardeşim hasta biliyorsun. Beni görmezse yaşayamaz, bana çok bağlı. Zaten başına gelenler benim yüzümden olmuşken, bir de onu benden uzakta tutmalarına müsaade edemezdim. Yurtdışına göndermekle, izini bulamayacağım şekilde kaybetmekle tehdit ettiler. Annemle babam zaten onu yük olarak olarak görüyorlar. Ben olmazsam, dediklerini yapacaklarına asla şüphem yok. Kardeşim ölür giderdi böyle bir şey yapsalar. Belki ondan bile haberim olmazdı. Annemi gördün, o acımasız, gösteriş düşkünü bir kadın. Kardeşimle senin aranda tercih yapmak zorunda bıraktılar beni Neşe” diye anlatırken ağlamaya başlamıştı çoktan Murat. Neşe de ona eşlik ediyordu. Ama öfkelendi bir anda yine.
“Bak, ben bunu anlardım. Bu durumuna da anlayış gösterirdim ne olursa olsun. Ama anlamadığım şey şu; neden nikaha kadar bekledin? Neden beni orada bıraktın öylece! Bunları baştan söyleseydin, iptal etseydik her şeyi, hiç olmasaydı bunlar ve ayrılsaydık. Bana bu kötülüğü neden yaptın?!”
“Bunu yapmayı ben de istemedim. Ben yalvardım onlara, nikahı yapalım sonra iptal ederiz. Anlatırım, o beni anlar dedim ama annem ortalığı yıktı yine. Bir çıkış yolu aradım, düşündüm sürekli. Sonra bir plan yaptım. Bu sabah, kardeşimi kaçıracaktım evden. Güvenli bir yerde saklayacak, seninle nikahı yaptıktan sonra onu da alıp uzaklaşacaktım buradan. Ama bir şekilde anlamış annem, kardeşimi benden önce götürmüşler bir yere. Nikaha gelmememi, sana hiçbir şey söylemeden terk etmemi o kızla nişanlanmamı istedi. Nişan organizasyonunu bile yapmıştı benden habersiz. Yoksa kardeşimi asla göremeyeceğimi söyleyip mecbur bıraktı beni”
“O kız peki? O nasıl böyle seninle hiç konuşmadan kabul etmiş nişanlanmayı?”
“Annem ona benim adıma bir sürü yalan söylemiş. O da inanmış, zaten bana aşıkmış uzun zamandır. Beni bir cenderenin içine attılar el birliğiyle, kurtulma şansım hiç olmadan…”
İkisi de ağlıyordu, ikisi de perişandı. Düşündü Neşe, ailesinin zalimliğini düşündü. Böyle bir annedense, hiç olmamasının daha iyi olduğunu düşündü. Murat’ın çaresizliğini, arada kalışını, çırpınışını düşündü…
“Kalk.” dedi sonra. “Beni evime götür.”
“Neşe, ne olur beni affet.”
“Seni anlıyorum Murat, inan bana hak da veriyorum. Ben de aynı durumda kalsam, bana ihtiyacı olan kardeşimi seçerdim. Ama seni affedemem. Bana bunları baştan anlatmadığın için, o nikaha bile bile gönderip de herkese rezil ettiğin için, inancımı bu kadar derinden sarstığın için seni affedemem…”
Çaresizdi Murat. Kalktı, arabaya bindiler ve Neşe’yi evine getirdi. Tam inecekken:
“Neşe!” dedi son bir umut. “Ne olur beni affet!”
“Sen dünyanın en iyi abisisin, ama benim için sadece bir hayal kırıklığısın. Seni affetmeyeceğim, bir daha da ömrümün sonuna kadar görmek istemiyorum” deyip indi arabadan ve hızla evine girdi.
İçeri girince, kalbi neredeyse duracaktı. Onu korkuyla bekleyen Melek’e sarıldı ve ağladı, durmadan ağladı. Doğduğu andan itibaren yakasına yapışan talihsizliğine, hayallerine, aşkına, Murat’a, kardeşine, çaresizliğine… Her şeye ağladı içini söküp atar gibi…
Melek de dinledi onu, her şeyi anlattı ona. İkisi de nefret etmekten vazgeçmişti. Ama Murat’ı asla affetmeyeceklerdi…
ÜÇ YIL SONRA
“Ya Neşe, bu tekne çok güzel! Şuraya bak ya, resmen denizin ortasındayız ve bu çok romantik” diye sevinçle zıpladı Melek. Güldürdü onun bu çocuk gibi hali Neşe’yi.
“İşimi bu kez garantiye aldım kızım, başka bir nikah krizini bu ömür kaldırmaz”
İkisi de kısa bir an durup sonra gülmeye başladılar. Üzülecek bir şey kalmamıştı hayatlarında çünkü artık.
Evleniyordu Neşe.
Murat’ın ihanetinden sonra, uzun zaman kendine gelemedi. Dışarıdan iyiydi ama içindeki yıkıklar çok yavaş toparlanıyordu. Güven problemi öyle büyüktü ki, hayatına yeni birini alma cesaretini asla kendinde göremiyordu.
Öyle de yaptı, yeni birini almadı hayatına. Aksine, uzun yıllardır tanıdığı, her şeyini bildiği, kalbi dünyalar güzeli bir adamı sevdi. Emir’i…
Murat’tan sonra bütün dostluğuyla yanında oldu Emir Neşe’nin. Onların ayrılığından hemen sonra, o da terkedildi ve iki dertli iyice yoldaş oldular birbirlerine. Yaşadıkları o süreçte, birbirilerine karşı arkadaştan öte hiçbir şey hissetmediler. Ama her ne olduysa aynı anda oldu. Gittikleri kamp gezisinde, hiç bilmedikleri yanlarını, daha önce kimseye anlatmadıkları derinlerde kalan şeylerini paylaştılar.. Ve o gecenin sabahında, ikisi de farkında olmadan birbirlerine aşık uyandılar.
Bir süre kıvrandılar, emin olmak istediler ve sonunda Emir dayanamayıp anlattı duygularını.
Sonrası bahar bahçe.
Murat’a gelirsek; o evlendi nişanlandığı kızla. Mutsuzdu sevmediği biriyle evlendiği için ama kardeşinin yanında ve iyi olması tek tesellisiydi. Tek aşkı iş olmuştu ve eve olabildiğince geç giderek rol yapması gereken süreyi kısa tutmak için çabalıyordu. Geceleri bazen Neşe’nin saçlarını kokluyordu gizli gizli. Pişmanlık yakasına yapışıp canını acıtıyordu ama bir çıkar yolu yoktu, çaresizdi. Ailesine boyun eğmişti, korkmuştu olacaklardan. Tehditlerine teslim olmuş ve Neşe’yi nikah günü terk etmişti. Yapılabilecek en zalimce şeydi, biliyordu. Ama zamanı geri getiremiyordu işte. Tek belki de hayatının avuntusu, kardeşinin iyileşmiş olmasıydı. Ömrü uğruna, ömründen vazgeçtiği kardeşi… Murat tezatlığın yansımasıydı. Birinin kahramanıyken, diğerinin hayal kırıklığıydı.
Neşe’nin evleneceğini duyunca, hayata tutunduğu bir dal daha kırılmıştı. Ortak arkadaşları söylemişti, yakındı düğünleri. Her delilik geçti aklından ama hakkı olmadığını kabul edip mutlu olması için sessizce bıraktı onu kendi hayatına.
Geriye kalan tek şey Neşe’nin saçlarıydı. Onun avuçlarında, Emir’in aklında, Neşe’ninse kalbinde kabuk bağlamış bir yara olarak…
Esra Barın