Yıl 2033 ya da yeni takvime göre Cs13. Korona aşısı bulundu fakat dünya nüfusu aşı olanlar ve olmayanlar olarak ikiye ayrıldı. Ben olmayanlardanım ve bu yüzden şehirde yaşama hakkımı kaybettim.
Ailemle birlikte şehre yakın bir araba çöplüğünde yaşıyorum. Ailem dediysem… ben ve küçük kardeşim. Babamı ve annemi koronadan kaybettik.
Arabalarla bir bakıma aynı kaderi paylaşıyoruz. Onlar da dünya için zararlı diye bizim gibi çöp ilan edildi ve şehir dışına atıldılar. Bizimle beraber bu çöplükte yaşayan birkaç aile daha var. Diğerleri nerede bilmiyoruz.
Araba yığınlarının gölgesine kurduğum barınak bizi zararlı güneş ışınlarından koruyor. Dünya artık fazlasıyla sıcak çünkü güneşin yüzey sıcaklığı bilinmeyen nedenlerden ötürü hızlanarak artmaya başladı ve derimiz karantinada geçirdiğimiz onca yıldan sonra bu sıcaklığa karşı çok hassas. Sadece sabahın erken saatlerinde ya da akşam üstü avlanmak için çıkıyorum dışarıya. Sümüklü böcekler, çekirgeler, ne bulursam artık bu kurak arazide onu götürüyorum eve. En büyük besin kaynağımız ise araba çöplüğünde gezinen fareler.
Kuru ekmek yemeyi çok özledim, ince belli bardakta şekerli çay içmeyi… Giderek ısınan gezegenimizde daha da hızlı buharlaşan su, günden güne atmosferin üst katmanlarına karışıp uzay boşluğuna kaçarken, bırakın keyif çayını, içecek su bulmak bile eskisinden daha zor artık. Şimdilik hayatta kalacak kadar suyumuz var fakat sizin de tahmin edebileceğiniz gibi uzun zamandır yıkanmıyorum.
Arada gizlice çitlerin dışına çıkıyorum yiyecek aramak için. Şehrin kıyısındaki çöp yığınında yarım bir vegan hamburger bulduğum oluyor ya da birkaç dilim sebzeli pizza, bazen de hafif çürümüş meyve. İşte o gün evde ziyafet yapıyoruz eskiden olduğu gibi, yani koronadan önce. Bu şehirdekiler hiç et yemez mi diye düşünüyorsanız eğer, sizi o konuda da aydınlatayım. İnsan türünü 7,5 milyardan 1 milyara indiren korona sizce besi hayvanlarını atlar mıydı?
Bu akşam dolunay ve ben yine gizlice şehir kıyısına çıkmak için hazırlanıyorum. Her ayın sonunda olduğu gibi yine çöpotiksler (çöp robotları) biriken bütün organik atıkları toplayıp şehrin dışına atarlar bugün. Plastik, cam ve kağıt gibi maddeler atılmaz çünkü hepsi geri dönüşüm yoluyla tekrar kullanılıyor. Bu yüzden çöp yığınlarında yiyecek bulma olasılığım oldukça yüksek.
Kardeşimi her ne olursa olsun barınaktan kesinlikle çıkmaması konusunda sıkı sıkı tembihledikten sonra çitlerin dışına çıkmak için güneşin batıp dünyanın biraz soğumasını ve şehirdeki robot-insan karışımı olan cyborgların uyumasını… ah affedersiniz, şarj moduna geçmesini bekliyorum. Aşı olanların robot insana dönüştürüldüğünden bahsetmiş miydim size?
Ne! Yıllardır çocuklara vurulan her aşıya, reçeteli reçetesiz satın alınan her ilaca, hatta yediğimiz içtiğimiz ne varsa, yani her şeye ağır metaller karıştırıldığını bilmiyor muydunuz? İnsan vücudunun metal objelerle adaptasyonunu kolaylaştırmak için bir zemin hazırlanıyordu ve hepimiz bunun daha sağlıklı, daha uzun bir yaşam için olduğuna inandırılmıştık. Cyborg projesinin bir parçasıymış her şey fakat çok geç anladık. Hepimiz potansiyel bir robotuz şimdi. Ben dahil.
İnsan vücudunun mekanik organlarla sorunsuz bir adaptasyon süreci geçirmesi için son bir aşı daha gerekliydi. Bu aşı adeta bir mıknatıs gibi kandaki bütün metal hücreleri harekete geçirecek ve insanın bir cyborga dönüşmesinin önündeki engelleri kaldıracaktı fakat bunu yapmadan önce yapay yiyeceklerle büyümemiş, topraktan beslenmiş bir neslin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bunu da koronayla yaptılar.
Çocukları hasta bile yapmayan bir virüs yetişkinleri öldürdü. Kimse de sormadı neden diye. Önce babamı ardından da annemi kaybettiğimde çok üzülmüştüm ama şimdi anladım ki ölenler kalanlardan daha şanslıymış.
Araba koltuğundan yaptığım yatağımda sırt üstü uzanıp bir zamanlar sahilde gezdiğim, martılara simit attığım ve ardından bir banka oturup güneşin tadını çıkardığım günleri gözümde tekrar canlandırdım. Ne yalan söyleyeyim… gözlerim doldu. Ne de güzel günlerdi o günler, kıymetini bilemedik. Aslında biz insanlar bu sonu birazcık da hak ettik. Her neyse güneş batıyor, hava kararmaya başladı. Artık yiyecek aramaya çıksam iyi olacak.
Araba çöplüğünden sorunsuz bir şekilde çıkıp bir saat sonra şehir kıyısına ulaştığımda etraf taze organik atık kokuyordu. Arazinin tamamen çöpotikslerden arınmış olduğuna emin olduktan sonra saklandığım yerden sessizce çıkıp yiyecek aramaya başladım. Erzak çantamı kısa sürede tıka basa doldurup bir an önce evin yolunu tutturmayı planlıyordum ki ardımdan durmam için komut veren mekanik bir sesle aniden donup kaldım. Kaçmak için tekrar hareket ettiğimdeyse ensemde yakıcı bir iğne ucu hissettim.
“Ahh… Kahretsin! Yakalandım galiba?”
Gözlerim açık bir şekilde çöp yığının üzerine sırt üstü düşerken gökyüzündeki yıldızlara takıldı gözüm. Yarın uyandığımda yıldızlar yine aynı yıldız olacaktı ama ben… ben kim olacaktım?
Bu arada kendimi tanıtmış mıydım size? Bu ana kadar ben bir insandım. Adım Hava’ydı… Hava, Hava Su Toprak. Bir de Ateş olsa da tam olsaydı dediğinizi duyar gibiyim. Merak etmeyin o da kardeşimin adı ve evet, annemle babam sıradan bir insandı, cadı veya büyücü falan değil. Sadece koyu bir fantastik kitap ve film hayranıymış her ikisi de. “Bizlerin beyni zamanında bu tür saçmalıklarla meşgul edilirken gizli laboratuvarlarda bugünlerin temeli atılıyormuş,” derdi rahmetli babam. Anlamadık, hepimiz koronayı sadece bir hastalık sandık. Değilmiş. Sadece bir hastalık değilmiş.
Hatice Işıktaş
Bu öykü tamamen hayal ürünüdür. Kendimizi ve birbirimizi covid 19’dan korumak için 1,5 m mesafemizi koruyalım ve maskemizi takalım lütfen.
çok beğendim çok anlamlı gerçek aslında
BeğenLiked by 1 kişi
Ve yine yeniden harika.. sinema film senaryosu okumus gibi oldum. Tesekkurler!
BeğenLiked by 1 kişi
Cok guzel olmus emegine eline saglik
BeğenLiked by 1 kişi