Meraklı Gazeteci #3

Bir dönem çalıştığım ve sonrasında fazla merak ediyor diye kovulduğum gazetenin üçüncü sayfasında insanımızın mutsuz olduğuna dair bir yazı okudum. Fakat bu bir tespit yazısıydı. Üstünkörü gözlemlerin bir ürünüydü. Peki mutsuzluğun kaynağı neredeydi?

Çok düşünmeden buldum. Uzun zamandır merak da ettiğimden evimin arka sokağındaki marketin yolunu tuttum. Haftaiçi erken saatler olduğundan market tenhaydı. Girdiğim gibi reyonlara bakmadan direkt kasanın yolunu tuttum. Muhatabımın yanına gitmeden önce birkaç müşterinin ödemesini alış anlarına tanık oldum. Herkes çıktıktan sonra da selam verdim.

“Merhaba!” dedim. Başını salladı. Konuya girdim: “Ben gazeteciyim. İsmim Sıtkı Sıyrık. Vaktiniz varsa sizle röportaj yapmak isterim.”

“Aa gazetecisiniz demek! Her okul zamanı deste deste klasör almanız ve geçen hafta gelen fotoğraf makinesini almanız bundan öyleyse.” dedi. Şaşırmıştım. “Dikkatlisiniz.”

“Ne röportajı bu?”

“Mutsuz insanlar üzerine bir röportaj. Sizi seçtim.”

“Beni mi?” dedi şaşkın bir şekilde. “Nedenmiş?”

“8 aydır bu market burada ve sizi bir kez olsun gülerken görmedim.”

“Durup dururken gülecek değilim ya. Bu mutsuz olduğumu göstermez.”

“Peki… şöyle sorayım: Neden sizin normaliniz surat asmak da gülümsemek değil?”

“Beyefendi her gün saatlerce ayakta dikiliyorum. Burada bir dünya insanın aldığı bir dünya ürünü kasaya okutup ödeme alıyorum. Kartıdır, para üstüdür, fişidir, arkada 15 kişi beklerken istenen iadesidir anam ağlıyor. Nasıl gülebilirim?”

“Surat asmanız yaşadıklarınızın yansıması değil, tercihiniz. Eğer siz ısrarla gülümsemeyi seçseydiniz, bardağın dolu tarafını görebilirdiniz.”

“İyi ama bardak boş!”

“Bunda müşterilerin ne suçu var peki? Akşam yapacağı tatlının heyecanıyla kasaya gelen bir kadın heyecanıyla dokunduğu kakaolu pudingin, işinden memnun olmayan bir kasiyer tarafından kendisine fırlatılmasını hak ediyor mu? Kendi mutsuzluğunuzla insanları neden cezalandırıyorsunuz?”

“Bilerek yapmıyorum.”

“Ama o bunu bilmiyor. Dün aldığı yumurtalardan birkaçının kasadan geçiş esnasında çatladığını evde öğrenenler gibi.”

“Sizin için ne kadar kolay. Almışsınız elinize bir kağıt, bir kalem. Çantanızda fotoğraf makinesi, mikrofon. Oradan oraya geziyorsunuz. Sizin tuzunuz kuru, anlayamazsınız.”

“Anlatın o halde. Onun için buradayım.”

“Türkçe öğretmeniyim ama atanamıyorum. İşe ihtiyacım var ve bu yüzden burada çalışmak zorundayım. Dolayısıyla mutlu olmam ve yalandan insanlara gülücükler dağıtmam mümkün değil. Ben insanım, robot değilim.”

“Bakın bunu bilmiyordum. Peki gerçekten bu mudur teselliniz? Türkçe öğretmenisiniz. İlk ve ortaokul öğrencilerine ders vereceksiniz. Az önce öğrenciniz olacak yaştaki bir çocuğun ‘kolay gelsin abla’ inceliğine kırıcı bir tavır sergilediniz, sustunuz. Dün akşam bir kadının ‘İyi akşamlar kızım’ sözünü yerde bıraktınız. Geçen haftadan bir günaydın borçlusunuz bana, saat daha 8’di, ilk müşterinizdim, pazartesiydi, yorgun değildiniz. Siz bir limana sığınmışsınız, kendinizi bununla avutuyorsunuz. Mutluluk paylaştıkça çoğalır. Siz mutlu insanlar görünce umutlu olmak yerine onları kıskanıyor ve bunu da kabalaşarak gösteriyorsunuz. İnsanların size bir ‘kolay gelsin’ sözünü bile hakaret sayıyorsunuz. Paylaşmalarına müsaade etmediğiniz mutluluğu, yaydığınız mutsuzlukla kapatıyorsunuz.”

“İstemediğim bir işte çalışmanın üstüne bir de baskıcı ortam ekleniyor beyefendi. Çevre baskısı, dedikodular, işe gelince asla tatmin olmayan bir müdür ve memnuniyetsiz müşteriler. Elinde tuttuğu katı yağın nerede olduğunu soran bir müşteriye nasıl kibar davranabilirim? İnsanda hal mi kalıyor?”

“Burada bir müşteriye dayanamazken bomboş zihnine birden sıfat diye bir kelime düşen çocuğun saflığına nasıl dayanacaksınız?”

“O başka.”

“Bence aynı. Sizi 8 ayda sadece geçen hafta marketin önünde düştüğüm zaman gülerken gördüm. Çalıştığı gazeteden kovulduğu akşam bile, geldiğinde size güler yüzüyle merhaba ve kolay gelsin diyen bir adamın yüzüne bakmaya dahi tenezzül etmeden fişini uzatmıştınız. Siz hayattan bir şey istemişsiniz ve olmayınca da pes etmişsiniz. Hayat bir gün size istediğinizi verdiğinde yine gülmeyecek, yılgınlığınızla kalsın diyeceksiniz.”

“Yeter artık! İşimden etme beni. Bağıracağım, nimetten sayıp beni suçlayacaklar!”

“Müşterilere kötü muamele etmeyin lafına uyduğunuz kadar, güler yüzlü olun şartına da uysanız keşke, ucunda ay sonu yatacak maaş olsa bile.”

Agâh Ensar Can

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.