
Sanat bir toplumu besleyen, ayakta tutan ve toplumun yarınlara umutla bakabilmesini sağlayan önemli bir değerdir. Sanat üretmektir, topluma hizmet etmektir, bir kültürdür. Doğru aklın simgesidir, gerçek medeniyetin seviyesidir ama aynı zamanda hor görmenin, yadsımanın ve günden güne değersizleştirmenin de zirvesidir.
Sanat eşsiz bir tattır ama yalnızdır. Öyle ki sanatın tanımını yapmak bile sanatçılara bırakılmıştır. Bizler sanatçı bir tarihin milletiydik. Ne oldu da sanattan kopma noktasına geldik? Yerli yersiz sansürler, çok bilmişlerce söylenen söylemler ve nicesi bitirdi sanatı… demek çok uygun olurdu değil mi buraya? Ama değil. Sanatı biz bitirdik. Toplumca hayatımızdan def ettik. Sanatı hiç sevmemiştik, benimsememiştik zaten. Tiyatroya gitsek sevecektik ama boş iş demekle yetindik. Kitabı elimize alsak bırakamayacaktık ama vakit bulamadık. Sergilere gitsek resme ilgi duyacaktık ama biz ressamlara hakaret eden filmlere gülmekten kendimizi alamadık. Sanattan koptuk. Buna ilk olarak edebiyatı sanattan ayırarak başladık. Edebiyat yapmak sanat değildir diyerek dışladık sanatı. Bilmiyorduk ki edebiyatın olmadığı bir sanatın da olmayacağını. Kalemi kalem olarak değil, silah olarak görmeye başladık. Yazarı yazar olarak değil, taraf olarak yorumladık ve ne yalan söyleyeyim birilerinin bizler için açtığı mezara sağ salimken atladık. Eli kalem tutanla, belinde silah taşıyanı bir tutan bir toplum genç nesline neyi vaat edebilir ki zaten? Bugün her bir evin derdi gençlik olmuş, her aile çocuklarının geleceğinin derdine düşmüş ve onlar yerine plan kurmaya başlamış. Yarış atı gibi çalıştırılan gençler mühendisliğe, tıbba, mimarlığa… aklı başka yerde olup ailesinin istediği yer için kendini bir yarışın içinde bulan gençler ise dikiş tutturamadığı için bizleri koruma görevini göze alarak askeriyeye gönderiliyor. Bazıları ailelerini ikna edip içlerindeki sanatı ortaya çıkaracakları bir bölüme gidiyor ama sonra baskıcı topluma boyun eğip mezun olduktan sonra polis oluyorlar. Baskıcı toplumun içinde sanat yapmak… edebiyatı sokağa taşıyan ve bir sanat olarak görmeyen toplumun arasında sanat nasıl yapılır ki? Bugün bas bas bağırıyor herkes üretici toplum diye. Peki kaçı üretici gençliğe destek veriyor? Her gün yalan yanlış sözlerin altına büyük şairlerin, yazarların ismini kondurarak prim yapan zat-ı muhteremler neden yeni sanatçıların yetişmesini istemiyor? 18 yaşında bir lise öğrencisinin söylediği şarkıları diline pelesenk edip yıldız diye halka arz edenler neden aynı yaş grubunun gençlerine kitap yazdıklarında yazar diyemiyor? Gençlerimizin kötü yola düşmesinden korkan, pis işlere bulaşmasından Allah’a sığınan yetişkinlerimiz neden edebiyat gibi kutsal bir müesseseye burun kıvırarak gençlerin önünü kesiyor? Bunların hiçbirine verilecek bir cevap yok. Bugün tek kitap okumamış, hayatta dedikodu yapmak dışında hiçbir işte başarılı olamamış insanlar çıkıp saatlerce konuştuğu magazin programlarında kendini yazdığı kitap sonrasında yazar olarak tanıtan bir genci alaylarına malzeme edebiliyor ama buna karşın bir dönem haber sunuculuğu da yapmış bir şahsın, memleketin en ünlü gazetelerinden birinde bizim ayaküstü yaptığımız üç satır sohbeti gazetesinin köşesine taşımasına, gazetecilik mesleğini ayaklar altına almasına ve kağıt israfı yapmasına tek ses çıkaran yok. Bu memlekette fenomen olmak ya da arkasına aldığı şöhret rüzgarını nakde çevirmek için değil, sanat yapmak için edebiyatı seçmiş onlarca genç var. Fakat toplumdan saygı görmeleri için edebiyat okumayı seçmeleri ya da oyuncuların, fenomenlerin, cezaevi anılarını anlatan tekinsiz insanların önünde cesaret bulup kendilerini halka sunmaları da yetmiyor. Çünkü biz sanatı sevmiyoruz, sanatçıya değer vermiyoruz. Biz popüler olduğu için fenomenlerin çıkardığı kitapları okuyup sanat yapmak için edebiyatı seçen insanlara yazar demekten geri duruyoruz. Modern edebiyatın öncüsünü, sanatın kıymetli neferini bir televizyon dizisinden tanıyarak öğrendik. En önemli romanlarımızdan birini diziden uyarlama sandık. Yerli ve milli bir ruhun ürünü olan ve duyguyu temsil eden Kürk Mantolu Madonna gibi bir eseri yabancı bir sanatçının hayatından izler taşıdığına inanma cüretine bile dayandık, yetmedi bunu televizyonlarda anlattık ama yüzlerce meşgale varken sanatı seçen gençlere yazar demeye utandık. Yazmayı, çizmeyi bırak, aç kalırsın dedik ama onları aç bırakanın kitap almayarak, sergiye, fuara gitmeyerek bizler olduğu gerçeğinden daima kaçtık. Kitap okuyanla, yazanla alay ettik ama sevgilimizden ayrıldığımızda hemen kitap yazanların yanında bittik. Yok yok şaka değil, biz sahiden tükendik.
Yazana yazar demeyen insanların yazarlığın ne anlama geldiğini dahi bilmediğini biliyoruz. Önce hayata kendini vererek gözlem yapan, gördüklerini duygularında tartan sonra da hayattan kendini soyutlayarak kurduğu dünyada kaybolan ve bunu hiçbir zorunluluğu yokken yapan bir genç, yazar değil de nedir? Sanat değerlidir demesine rağmen sanata değer vermeyen toplum, münafıklığın sonu yanmaktır.
Agâh Ensar Can
2018