Bir ufk-ı tehî, bir gece, binlerce sitâre,
Samt-ı ebediyetle bakar hâb-ı bahâre…
Bir kafile, üç beş deve âheste ilerler,
Tâ önde gider gölgeli bir şekl-i mükedder,
Sâkit, mütereddid ve bütün hiss ile mâlî
Bir çan sesi ervâha döker nevm-i leyâlî,
Boşlukta gezen saf, ebedî, gölge dudaklar
Gözlerdeki rü’yâlara bir nağme fısıldar.
A’sâr ile memlû yine bir rîh-i tahassüs
Eyler o karanlıkta, o çöllerde teneffüs,
Ettikçe o bâd, arzı saran otları tehzîz
Leylin gezer esrârını bir şi’r-i hevâ-rîz,
Göklerden inen râz-ı hafî, raz-ı münevver
Zulmette gümüş, gizli periler gibi titrer…
Pür-hande peri gözleri şeklindeki encüm,
Yollar o seferberlere bir gaşy-i tevehhüm…
Ses yok, o derin çölde, ne bir hadşe-i bî-sûd,
Bir kalb-i umumî gibi hep zulmet-i mes’ûd
Dalgın heyecâniyle büyüklükleri dinler,
Lerzişle geçer zulmeti bir necm-i havâ-per …
Lâkin seherin işte emel yıldızı gülmüş
Bir hâre-i nûr ince, soluk zulmete düşmüş;
Bir gölde yüzen zülf-i tahayyül gibi mağmûm
Mehtâba dolan girye-i eşyâ gibi mevhûm…
Her nefha-yı sâfında serinler gibi rüzgâr,
Her nefha-yı sâfında bir âheng-i dua-kâr
Bir ince ziyâ toz dağıtır nûr-ı semâdan…
Ufkun sızar eşbâhına gül dalgalı bir levn.
Gittikçe solan samt ile, rü’yâ ile gaib
Bir mâî ipek boşluğun üstünde kevâkib,
Binlerce ziyâ kuş gibi bir ufka giderken
On gün yürüyen yolcuların boş gecelerden,
Çöllerde süren samt-ı müebbedle bunalmış
Rûhunda açar neşeli bir nûr-ı nevâziş.
Zulmette köpek sesleri, mes’ûd sedâlar
Bir va’d-ı tesellî gibi meskûn havâlar…
(Resimli Kitap, Temmuz 1909)
Piyâle, 1926