Annemle karanlık geceler ba’zı çıkardık.
Boşlukta denizler gibi yokluk ve karanlık
Sessiz uzatır tâ ebediyyetlere kollar…
Güyâ o zaman, bildiğimiz yerdeki yollar
Birden silinir; korkulu bir hisle, adımlar
Tenhâ gecenin vehm-i muhâlâtını dinler…
Yüksekte semâ haşr-i kevâkible dağılmış
Yoktur o sükûtunda ne rü’yâ, ne nevâziş;
Bir sâ’ir-i mechûl-i leyâlî gibi rüzgâr
Hep sisli temâsiyle yanan hislere çarpar.
Göklerde ararken o kadın çehreni, ey mâh!
Bilsen o çocuk, bilsen o mahlûk-ı ziyâ-hâh
Zulmette neler hissederek korku duyardı:
Gûyâ ki, hafî bir nefesin nefhâ-i serdi
Rûhunda bu ferdâ-yı siyeh-rengi fısıldar.
Sâkin geceler şefkat olan encüm-i bîdâr
Titrer o karanlıkların evc-i kederinde.
Hüsrân ü tahassür gibi mâtem nazarında;
Gûyâ ki o dargın geceler rûhu boğardı,
Her şey bizi bir korkulu rü’yâyla sarardı:
Zulmet ki muebbed, mütehâcim, mütemâdî,
Eşkâle verir ayrı birer şekl-i münâdi:
Dallar, kuru eller gibi, mebhût ü duâ-kâr,
Zânû-zede dullar gibi hep tûde-i eşcâr…
Çılgın dolaşan bâd-ı leylâlî ki serâir
Pîş ü pey-i seyrinde koşar muzlim ü dâir
En sonda nigâh-ı ebediyyet gibi titrer
Tâ ufka asılmış sarı bir lem’a-yı muğber…
Bir kafile-i rûh-ı kevâkib gibi mahmûr
Zulmette çizer Dicle uzun bir reh-i mahmûr…
Ondan yalınız rûha gelir bir gam-ı mûnis
Yalnız o, karanlıklara rağmen yine pür-his,
Yalnız… Bu kamersiz gecenin zîr-i perinde,
Bir feyz-i ziyâ haşrederek âb-ı zerinde,
Bir kafile-i rûh-ı kevâkib gibi mahmûr,
Zulmette çizer, Dicle uzun bir reh-i pür-nûr…
Dinlerdik onun şi’rini ben lâl, o hayâlî
Lâkin ne kadar hüzn ile tev’emdi meâli,
Lâkin ne kadar târ idi sensiz o nazarlar!
Gûyâ, o zaman, nûrunu, ey mâh-ı mükedder,
Eylerdi semâ lü’lü-i hüzniyle telâfî;
Yıldızları göklerden alıp bir yed-i mahfî,
Eylerdi ve zulmette koşarken yine rûzgâr
Rûhumda benim korku, ölüm, leyle-i târik,
Çeşminde onun aks-i kevâkible dönerdik…
(Resimli Kitap, Mayıs 1909)
Piyâle, 1926