Esasen okur merkezli bir öykü olan Sait Faik’in “Hişt, Hişt!..” adlı öyküsü “Yaşama Sevinci”, Yaşama Istırabı”, “Ahlaklı Yaşama İsteği” ve “İnsan Yalnızlığı” gibi pek çok farklı okumalara elverişlidir. Öykülerinin hem yazarı hem anlatıcısı hem de kahramanı olan Sait Faik son dönem öykülerinin yer aldığı Alemdağ’da Var Bir Yılan adlı kitabında kahraman ve anlatıcı –hatta yazar– arasındaki mesafeyi kaldırmıştır. İlk öykülerindeki dış dünyayı izleyen ve gördüklerini yazan yazar/anlayıcı bu son kitabında gitmiş onun yerine öykünün merkezine kendini, kendi iç dünyasını yerleştiren ve kendi derdini anlatan bir yazar/anlatıcı gelmiştir. Hastalığı nedeniyle olumsuz bir bakış açısıyla yazdığı bu son dönem öykülerinde biyografisine atıflar yapması bu durumun kanıtıdır. Son dönem öykü kitabı, Alemdağ’da Var Bir Yılan, içerisinde yer alan “Hişt, Hişt!..” öyküsü de bu olumsuz bakış acısıyla yazılmıştır. Bu öyküsünde –bize göre– daha çok yalnızlık teması öne çıkmaktadır. Bu nedenle biz makalede yalnızlık teması üzerinde duracağız.
İnsanın Huyu,
“Can çıkar da huy çıkmaz” dedirtecek şekilde başlar öykü: “Yürüyordum. Yürüdükçe de açılıyordum. Evden kızgın çıkmıştım. Belki de tıraş bıçağına sinirlenmiştim. Olur, olur! Mutlak tıraş bıçağına sinirlenmiş olacağım.”[1] Bu başlangıçla biz, okuyucu, yazar/anlatıcının bir şeye sinirlendiğini anlıyoruz. Yazar “tıraş bıçağına” sinirlenmiş olabileceğinden bahsediyor. Yazar, burada “belki” sözcüğüyle kendini sinirlendiren şeyi hatırlamadığını bu şekilde de olayın hatırlanmayacak kadar önemsiz olduğunu ima etmektedir. Yazar, Sait Faik, buradan kendi huyundan bahsediyor. Bilindiği gibi Sait Faik çabuk parlayan, hemen her şeye kızabilen bir adamdır. Bunun yanında yazar/anlatıcı sinirlenme sebebini bir nesne olarak belirtmesi yalnızlığına bir işarettir. İçinde bulunduğu toplumla hiçbir zaman kaynaşmayı başaramamış Sait Faik hastalığıyla beraber toplumdan iyice uzaklaştır. Bu uzaklaşma yalnızlık duygusunun yalnızlık duygusunun artmasına sebep olur.
Yaratılış itibariyle asabi olan insanın sinirlenmek için bahane bulmasının ne kadar da kolay olduğunu göstererek devam ediyor öyküye. Yazar/anlatıcı, otların yeşil, denizin mavi renge sahip olmasını bir mesele olacağını iddia ettikten sonra “Ya yağmur yağsaydı…”(s.79) demesinin ardından otların mor, denizin ise kırmızı renge sahip olma ihtimalinden söz açarak bunun gerçekleşmesinin bir mesele olduğunu dile getiriyor. Bu örnekler arasından akla yatkın olan tek örnek “Yağmurun yağma” ihtimalinin yazar/anlatıcı için bir mesele teşkil ettiğini görüyoruz. Burada yazarın dışarı çıkma niyetinin olduğu çok açık. Bunun yanında akla yatkın olmayan örneklerin verilişi hiç yoktan sinirlenen, kızan insan tipine, kendine, bir atıftır.
Öykünün devamında bir yaprağı çikolata, bir keçiyi ise çağla bademi renginde betimlemektedir. Genellikle sevilen bu nesnelerin doğayla –yaprak– ve hayvanla –keçi– özdeştirmesi yazar/anlatıcının yine yalnızlığını ortaya çıkarmaktadır. Aynı zamanda bu nesneler, çikolata ve çağla bademi, para ile elde ediliyor olması sosyal duruma işaret etmektedir. İlk “Hişt” sesini bu anda duyan yazar/anlatıcı etrafına bakınıp yolda kimseyi, bir insanı görmez. Devedikenleri ile karabaşları görüp onları bir erik lezzetine benzetir ki bu da az önceki nesnelerin karşısında yer alarak parasızlık yani fakirlik, yoksulluk durumunu ifade eder.
Yalnızlığın işaretleri,
Yazar/anlatıcı yoluna devam ederken yine duyar o sesi, “hişt hişt”, bu kez dönüp bakmaz, yazar/anlatıcı, bunu da bakmayı çok istemesine bağlar. Sonra sesin kaynağına dair aklına gelen ihtimalleri sıralar yazar/anlatıcı: kuş, yılan, tosbağa, kirpi. Bu hayvan adlarından hemen sonra “Bir böcek vardır belki hişt hişt diyen.”(s.80) demesiyle yazar/anlatıcı, bir insan düşünmemekte, insanı bir kez göremeyince ondan hemen vazgeçip doğaya, hayvanlara sığınmaktadır. Bu durum, yalnızlık, insandan –toplumdan– kaçarak doğaya sığınma, öykünün yer aldığı kitapta başka öykülerde de göze çarpar. Burada da yalnızlığına vurgu yapan yazar/anlatıcı sesi bir kez daha duyunca isteksizce dönüp bakar ve çalıların arasında birisinin saklandığı duygusuna kapılır. Ama yazar/anlatıcı oraya gidip de bakmaz. Bu insan ihtimalini pek de umursamadığını gösteriyor bize. Bu durum yazarın yalnızlığına çare aramadığına bir işarettir de. Yolun kenarına oturup ötesinde duran bir eşeğe bakar yazar/anlatıcı. Eşeğin ağzını, dişlerini ve kulaklarını güzel bulur. Onun otladığını görünce gelen sesin onun çiğneyişi olduğu tahminini yapar. Eşek onun daha çok ilgisini çekmiştir çalılıktan. Fakat eşeği seyrederken sesi tekrar duyar. Bu kez yazar/anlatıcı bu sesi, “Hani bazı kulağınızın dibinde çok tanıdığınız bir ses isminizi çağırıverir. Olur değil mi? Pek enderdir. Belki de kendi kafanızın içinden sizin sevdiğiniz, hatırladığınız bir ses, ses olmadan sizi çağırmıştır. Olabilir.” (s.80) diyerek yalnızlığını belirginleştirmek için kullanır ve sesin aslında kendi içinden gelmiş olabileceğini düşünür. Bu cümleyle yazar/anlatıcı kendi yalnızlığının yanında insanın –bireyin– aslen kafasının içinde hep yalnız olduğuna ve insanın dış dünyaya gösterdiğinden farklı bir yanının bulunduğuna işaret etmektedir. Yazar/anlatıcı daldığı düşünceden “bir kirli el”i görerek çıkar. Böylece yola devam ederiz. Yolda yürürken yazar/anlatıcı sesi tekrar duyarsa sese aldırmamak için kendini ikna etmeye çalışır: “İsterse sahici sulu bir dost olsun. İsterse kimsecikler olmasın, kendi kendime kulağıma hişt hişt diyen bir divane olayım, ben, aldırmayacağım.”(s.80) Yazar/anlatıcı doğadan sıyrılıp sulu bir arkadaşı düşünüyor bu kez. Bir insana, sahici, sulu bile olsa, bir dost istiyor ama hemen bu isteğinin gerçek olamayacağını anlıyor ve sesi yine içinde arıyor. Yazar/anlatıcı bir yanda yalnızlığının bitmesini isterken bir yanda da bunun olamayacağının farkında. Yalnızlık paylaşılmaz.. Paylaşılsa yalnızlık olmaz.[2]
Yazar/anlatıcı sesin aldırmayacağını söylese de tekrar düşünür sesin kaynağını: kuş, tosbağa, kirpi, balık ve canavar. Bu kez denizin içindeki bir balığı hatta hikâyelerde korku öğesi olan canavarı bir düşünür ama yine bir insan adı gelmez aklına. Yazar/anlatıcı sesten kurtulabilmenin çaresini sesi taklit etmekte bulur.
Yalan dolanla yaşamak,
Sesi aldırmayacağını söyleyen yazar/anlatıcı, sesin kaynağının bir kuş olduğu kararına varmakla halen sesi düşündüğünü söyler bizlere. Bu arada bir bahçıvanın toprağı kazdığını görür. Normal şartlarda diyaloğa yazar/anlatıcının başlaması gerekirken söze bahçıvan girer. Bu da toplumla iletişimi kendi açısından kestiğine işaret etmektedir.
Merhabalaştıktan sonra bahçıvan, yazar/anlatıcıyla ilgilenmeyip tekrar işine bakınca bu kez yazar/anlatıcı “Hişt hişt” sesine başvurur. Bahçıvanın aldırmaması üzerine daha hızla tekrarlar. Bahçıvan, yazar/anlatıcıya bakınca, yazar/anlatıcı kendisinin bir şey söylemediğini dile getirerek hem bahçıvanla oynamış hem de kendi durumunu bir başkasının üzerinde gözlemlemiş olur. Bahçıvan kulağını kaşır, işine tekrar döner fakat yazar/anlatıcı adama tekrar seslenince bahçıvan göğe, kuşlara, denize baktıktan sonra şüpheyle yazar/anlatıcıya bakar. Yazar/anlatıcı yoluna gitmek yerine orada kalarak bahçıvanla konuşmayı devam etmesi ilginçtir: “Bu sene enginarlar nasıl?” (s.81) sorusuna “İyi değil.” (s.81) karşılığı alan yazar/anlatıcı bu kez de “Baklayı ne zaman keseceksin?” (s.81) diye sorar. “Daha ister.” (s.81) cevabını alır bu kez de. Yazar/anlatıcı “hişt hişt” sesini tekrarlayınca bahçıvan da az önce yaptığı eylemi tekrarlar fakat yazar/anlatıcıyla bu konuyu konuşmaz ki bu kez yazar/anlatıcı “Kuşlar olmalı” (s.81) diye devam ettirtir diyaloğu. Yazar/anlatıcı sanki hem konuşmak hem de sesi tekrarlayarak bahçıvan kendisine sinirlenmesini, onu kovmasını ister gibidir. Daha sonra yazar/anlatıcı bahçıvana “Çocuklar nasıl?” (s.82) sorusunu sorumasıyla bahçıvan “İyiler. Dokuzdu sekiz kaldı. Biliyorsun dokuzuncunun macerasını ya…” (s.82) cevabını verir. Bu son diyalogla yazar/anlatıcının bahçıvanı tanıdığını ortaya çıkmış olur. Fakat yazar/anlatıcı ne bahçıvanın adını bize söyler ne de bahçıvanı tanıdığını. Samimiyetten uzak bir konuşmadır bu. Bu son diyalog aynı zamanda yazar/anlatıcının toplumdan tam olarak kopmamış olduğunu, olayları başkasından duyup da biliyor olması, bize açıklar.
Yazar/anlatıcı bahçıvanın yanından biraz uzaklaşınca sesi bir kez daha duyar. Sesin kaynağının bahçıvandan olduğunu düşünerek –az önce kendisi bahçıvana bu sesi yapsa da– “Hadi hadi yakaladım bu sefer seni.” (s.82) deyince bahçıvandan hiç beklemediğimiz bir karşılığı alırız: “Yok vallahi, dedi vallahi daha kesmedim bakla, senden ne diye saklayayım, parasıyla değil mi?” (s.82). Bahçıvanın, yazar/anlatıcının bu sözünü kendinin yalan konuştuğu şekilde algılaması, bahçıvanın hem ses konusunu çoktan unutmuş olduğunu hem de gerçekten de bahçıvanın ilk seferinde yalan söylediğini anlatır bize. Böylece yazar/anlatıcı toplumdan uzakta durmasının, yalnızlığı istememesine rağmen toplumla kaynaşamayıp yalnız oluşunun nedeninin açıklamış oluyor: Toplumu oluşturan insanlar ahlaki değerlerini kaybetmiştir.
Bahçıvan, sesin kendinden çıkmadığını ve kendinin de bir ses duyup nereden geldiğini bulamadığını söyleyince yazar/anlatıcı bir çığlık atar gibi, bir feryat eder gibi “Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin!.. Bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları…”(s.82) yalnızlığını dile getirir.
Sonuç,
“Hişt Hişt!..” öyküsü Sait Faik Abasıyanık’ın son dönem öykülerinde sıklıkla görülen ve bir yakarış haline dönüşen yalnızlık duygusu ve bu yalnızlık duygusundan kurtulmak istemesi rağmen insanlara, topluma yaklaşamamışını, insanların ahlaki değerlerini terk edişinden duyduğu rahatsızlığı anlatan en güzel öykülerinden biridir. “Hişt Hişt!..” öyküsünün yer aldığı Alemdağ’da Var bir Yılan kitabında Sait Faik bu temaları sıklıkla işlemektedir. Yalnızlık teması “Öyle Bir Hikâye” ve “Yalnızlığın Yarattığı İnsan” adlı öykülerinde en üst seviyeye ulaşmaktadır. Ayrıca bu kitabında Sait Faik –bu öyküsünde yer almasa da– insan dışı varlıklarla diyalog kurmaktadır. Bu da onun yalnızlığının en büyük göstergesinden biridir.
EYÜP SAKA
Dipnot:
[1] Sait Faik Abasıyanık, Alemdağ’da Var Bir Yılan, İş Bankası, İstanbul 2019, s. 79. Bu incelemede bu basım kullanılmış olup bundan sonraki alıntılar için sadece sayfa numarası verilecektir.
[2] Özdemir Asaf, Çiçek Senfonisi, YKY, İstanbul 2019, s. 478-479
KAYNAKÇA:
ABASIYANIK, Sait Faik, “Hişt, Hişt!…”, Alemdağ’da Var Bir Yılan, İş Bankası, İstanbul 2019.
KURT, Mustafa, Modernizm ve Gerçeküstücülük Bağlamında Sait Faik’in Son Hikâyeleri, Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/3 Summer 2011, p. 1463-1475 TURKEY.
MORAN, Berna, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul 2018, s. 268-270.
SAĞLAM, Nuri, Bir Öykü, Bir Analiz: Şu ‘Hişt!’ Sesi Nereden Geliyor?, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi Cilt / Sayı LV, s. 63-75.