Soluklanmadan kahvesini doldurdu ve ayakkabılarının çıkardığı sese aldırmaksızın masasının başına geçti. Kolu, yeşillenmiş ince bir vazoya çarptı. Vazo düştü, kırıldı. Yeşillenmiş su her yeri kapladı. Ayakkabılarının topukları vazodan düşen karanfili ezdi. Karanfilin ezilen yapraklarını ayağının altında görünce gözyaşlarına hakim olamadı. Karanfili yerden kaldırıp kalan yapraklarını düzelterek aynı vazonun içine koydu. Gözyaşlarını sildi, masasına tekrar oturdu. Küçük balkonun paslı dantel oymalı demirlerine bir martı konmuştu. Ağzından püskül püskül sarkan ot ve dal parçalarını yerleştirmek için uygun bir yuva arayışı içindeydi martı. Şaşırdı. Ağzında dal taşıyan güvercinler çok görmüştü, başka küçük kuşlar ya da kargalar da. Ancak ilk defa bir martının yerleşik hayata geçeceği gerçeğiyle karşılaşmıştı. Hani martı özgürdü? Dayanamazdı burada. Beyoğlu’nun virane binasının en üst katının balkonunda, özgürlüğüne düşkün bir martı dayanamazdı. İstediği kadar dal, çer çöp getirsin. En rahat yapraklara süslesin bu dantel oymalı metruğu, yine de içine sinmezdi martının. Hem kendisiyle komşuluk da iyi değil. Masasının başına oturup düşünüyor tüm gün. Tırnakları uzun, eski dönem filozofları gibi. Düşünmekten tırnak kesmeye, saç taramaya vakti dahi kalmıyor. Vazonun suyu yeşillenmiş, onu bile görmüyor. Karanfili ezdiğinde anladı aslında tüm olanları. Odanın köşesinde ufak bir musluk üstünde de yarı kırık bir ayna. Masasından kalkıp aynaya yöneldi. Ellerini, yüzünü yıkadı. Aynaya baktı. Tırnaklarından midesi havaya kalktı. Kendi tırnağından kendisi iğrendi, saçlarında bir saniye dahi kalamadı kendi gözleri. Mümkün değildi buraya yuva yapması martının. Demir balkon kapısı açılıp da martı onu görseydi, aklını yitirirdi hayvancık. Bu pisliğin ve bu pespayeliğin karşısında. Aynaya bakmaya devam etti. Bir gün balkona bir martı gelecekti, O kalacaktı. Köşedeki musluğun, kırık aynadaki yansımasında kahvesini höpürdetirken masasında oturmaya devam edecekti. Karanfili git gide daha da solacak, sağlam kalan yaprakları ölmeye yüz tutacaktı. Suyu yeşilden sarıya dönecek belki de küflenecekti. Su küflenmez. Belki de küflenir, Beyoğlu’nun işi belli olmaz.
Balkona yürüdü. Dantel oymaların üstü boştu. Martı uçmuş gitmişti. Dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. Masasına yeniden oturdu. Düşünmeye kaldığı yerden devam etti. Kırık aynanın yansımasına arada bir bakıyordu, gülümsemesine neden olan martının balkon köşesine bıraktığı üç dal çöpünü tekrar tekrar kontrol etti.
Aklını karıştıran binlerce soru vardı. Ağzında dal taşıyan güvercinler çok görmüştü, başka küçük kuşlar ya da kargalar da. Ancak ilk defa bir martının yerleşik hayata geçeceğini izlemişti. Martı özgür kalabilecek miydi?
Şimal Yanpınar