“İyi bir filmin kusurları olması gerekir. Hayat gibi, insanlar gibi.”
Federico Fellini
Gün geçmiyor ki bir televizyon dizisi yayından kaldırılıp farklı bir ad ve farklı oyuncularla benzeri çekilmesin. Klişe sahnelerle dolu, gerçek yaşamdan seksen fersah uzakta olan ve düşü bile bunaltıcı dizilerle geçer oldu günlerimiz. Velhasıl alıştık gitti.
Yeşilçam uzun zaman önce bitti. Kendi gitti adı kaldı. Türk sineması da o zamandan bu zamana bir arpa yol alamadı, diyeceğim de diyemiyorum. Çünkü üç-dört sene aralıklarla da olsa iyi filimler çıkıyor halen. Ama teknolojinin ve imkânların geliştiği –her geçen gün de daha da gelişmekte olduğu– bugünlerde Türk filmlerinin çöküşü akla ve mantığa pek sığmıyor. Ama olan oldu ve Türk sineması BKM’nin tekeline girip uçuruma sürüklendi.
“Ben istiyorum ki; film, siz sinema salonunu terk ettikten sonra başlasın.”
Jacques Tati
Son birkaç yılda yaşanan enflasyonla bilet fiyatlarının yükseldiği bir gerçek de film biletleri ucuzken de filmler kötüydü. Yine seksen milyonu aşan nüfusa sahip bir ülkenin en çok izlenen filminin izlenme rakamı yedi milyonsa burada sinemaya karşı bir ilgisizlik var demektir. (Üstelik en çok izlenen bu filmin yine en çok eleştirilen komedi filmi olması da abes bir durum)
Televizyonun yaşamımıza girmesiyle Türk sinema sektörünün geri kaldığı görünen bir gerçektir. Ama televizyon da bize kaliteli içerik sunamıyor. Üstelik gün geçtikçe dizilerin, haftalık olarak yayımlandığı yetmiyormuş gibi, saatleri de artıyor. Oyuncular tatil yapabiliyorken senaristler senaryolarını yazmaya devam ediyor. (Burada şu dinilebilir: “Senaristler de haklarını savunsun canım, onu da mı biz savunacağız.” Haklısınız. Zira senaristlerde bundan yıllar önce ortak bir yazı yayımlayıp dizilerin uzunluğunun iki saatlik olmasına karşı olduklarını ve bu şekilde çalışmalarının mümkün olmadığını belirttiler. Ne mi oldu? Her koyun kendi bacağından asılır düsturuyla senaristler senaryolarını yazmaya devam ettiler.)
Ben dijital kanalların Türkiye’ye gelmesiyle bu sorunun bir nebzede olsun aşılabileceğini inanıyordum. Yanıldım. Burada da senaristlerin karşısına yine kapitalizm çıktı. (Müşteri ne isterse verilmeli, müşteri her zaman haklıdır, müşteri bizim velinimetimiz. Gibisinden şeyler işte.) Oysa dijital kanal işi iyi başlamıştı. Ücretsiz bir dijital kanalda yayımlanan –her ne kadar Amerikanvari de olsa– özgün bir senaryoya sahip Şahsiyet dizisi yurt dışından ödül almıştı. Yine umutlanmıştım ama yine düş kırıklığı yaşadım. O günden bugüne dijital kanalların sayısı artmasına karşın özgünlük azaldı. (Bir de dijital kanalların senaryolara müdahale etmesi, beni gerçekten tozpembe bir düşten uyandırdı.)
Bu seneki Oscar ödülünde “Her Şey Her Yerde Aynı Anda” filmi yedi Oscar ödülünün sahibi oldu. –bunların arasında en iyi özgün senaryo ödülü var– Oysa biz özgün senaryo üretmek yerine hazıra konmayı (tutmuş bir senaryoyu çevirmeyi) tercih ediyoruz. Neden?
Nedeni çok açık çünkü müşteri! Yani izleyicinin isteği! Televizyon dizilerimizin hepsi buna dayalı. Belli bir yaş aralığındaki insanların talepleri doğrultusunda yapılan diziler tabi ki onların istedikleri gibi yazılacak. Onların yapamadıklarını yapacak.
Senaristler bir çıkmazın içinde yazıp duruyorlar da özgün olarak sunulan senaryoların her anlamda Türk kültür ve geleneklerine uygun olmamasına ne demeli? (Bir de Türkiye geçeklerini yansıtıyoruz ayağına işin suyunu çıkaranların nasıl izlendiğini aklım hiç almıyor.) İzleyicinin başka kültürlere özenmesini bir sonucu bu olur! Kültür yozlaşması içinde kültür ve geleneğimizin yok olduğu da açık. Bu nedenle de yazılan senaryolar çekilen film ve diziler bizleri değil öykündüklerimizi anlatıyor.
Filmler, özellikle de haftalık yayımlanan dizilerle yaşam arasında etkileşim olduğu gerçeği göz ardı ediliyor maalesef. İnsanların özellikle de henüz kendi düşüncelerini oluşturamamış –birey olamamış– kişilerin izlediklerinden etkileniyorlar. (Olumlu davranışlar değil de olumsuz davranışların sahip dizilerin izlenme oranı daha fazla olması insan psikolojisinin incelenmesi gerekli kılıyor.)
Ben bu olumsuz tabloya rağmen yine de umudumu (Polyanna iyimserliği benimki) koruyorum. Üç-dört yılda bir çıkıyor olsa da iyi filmlerin peşindeyim. Yarının dizilerinden umutluyum. İyi ve özgün senaryoların elbet çıkacağına (çıkmadığını nereden biliyorsun, değer göreceğine) inanıyorum.
Sabahattin Orhan