BEŞ ÖLÜM

İlki,

Orta yaşlı, saçı başı birbirine girmiş, kirli sakalına yer yer ak düşmüş adam bir birahaneden çıkıyor. Gözleri, kolları ve bacakları uyuşmuş. Vücuduna dengeyi getiremiyor artık. Bir sağa bir sola yalpalayarak yürüyor. Gözleri kendiliğinden kapanıyor. Yürüyor öyle, başıboş, amaçsız ve rotasız. Yürüyor, insan eksilmiş caddelerde yürüyor. Saat kaç bilmiyor. Işıklar gözünü alıyor, o karanlığa sapıyor. Gittikçe ışığın azaldığını seziyor. Caddelerden ara sokaklara girdiğini kavrayamıyor. Işıktan kaçmak istiyor, insandan nefret ediyor. Bir sokak fenerine işiyor. Bir duvarın kenarına kusuyor. Nereye gittiğini aklı bilmiyor, gözleri bu sokakları tanıyor ama. Lanet okuyor. Ayaklarının onu, istemediği yere doğru götürdüğünü anlıyor. Duruyor. Gerisin geri dönmek istiyor ama yorgun, uyuşuk ve uykulu. Yorgun gözlerine daha fazla direnemiyor. Soğuk bir kaldırım taşına düşüyor bedeni. Uzanıyor boydan boya.

İkincisi,

            Yaşlı bir adam, sıcak yatağında yatıyor. Etrafında evlatları onun ölümünü gözlüyor. O evlatlarının yüzündeki üzüntüyü görüyor. Onları teselli ediyor. İyi yaşadığını, dönüp geçmişe baktığında hiç pişmanlığının olmadığını söylüyor. Onların da öyle yaşamalarını diliyor. Arkasından kavga etmelerini istemiyor. Bu nedenle vasiyetini çoktan hazırladığını itiraf ediyor. Ona bakan meraklı gözleri geride bırakıp kapıyor gözlerini. Uyuyor, uzunca, rahatı yerinde.

Üçüncüsü,

            Bir çocuk. Güneş altında. Oradan oraya koşturuyor. Bir salıncağı boş buluyor. Binmek istiyor ama annesi ötedeki bankta oturmuş telefonuyla ilgileniyor. Ona zaman vermiş, istediği gibi oynaması için. Oysa istediği gibi oynayamıyor. İçi buruk kalıyor. Koşup kaydıraktan kaymaya başlıyor. Bir daha bir daha… Annesine bağırıyor: Anne bak nasıl kayıyorum, diye. Annesi onun sesini duyunca başını kaldırıyor. Onu görünce hı hı, demekle yetiniyor, gömüyor başını telefona. O diğer çocukların ötede toplaştığını görüyor. Toplaşmayı görüp de yana koşan çocukları bir de. Kaydıraktan kayıp o yana koşuyor. Elinde bir kutuyla bir kadının çubuklu şeker dağıttığını görüyor. Koşup bir tane de kendi almak istiyor. Alıp açıyor, şekeri. Tadına bakıyor. Nefis. Saatin kaç olduğunu fark eden annesi onu çağırmak için başını kaldırıp çocuğuna bakınıyor. Onu ağzında bir şekerle öte yanda tüm çocuklarla bir arada buluyor. Ayağa kalkıyor. Çocuğu annesinin kendine doğru geldiğini görünce annesine doğru koşmaya başlıyor. Bir gürültü. Kulağı sağır eden bir gürültü duyuyor arkasında çocuk. Göz gözü görmüyor, her yan toz toprak içinde. Ne olduğunu anlamaya kalmadan, sessizce, mutlu, huzurlu ve canlılık dolu gözleri kapanıyor.

Dördüncüsü,

            Hastanenin penceresinden sokağı, güneşi, bulutu, insanları seyreden genç bir adam. Yürümeye, sevmeye hasret bir adam. Hastanenin bir hastane odasından başka bir hastane odasına sürüklenip durmaktan bıkmış, yorulmuş genç, bilmem kaçıncı ameliyatına hazırlanıyor. Bu kez farklı hissediyor. Doktorunun söyleminin aksini hissettiren tuhaf bir duygu kaplıyor yüreğini. Artık içinde bir umut kalmadığını hissediyor. Dipdiri bedenine karşın ruhunun dinlenmeye ihtiyacı olduğunu seziyor. Kesik kesik soluyor. Sanki bunun son ameliyatı olduğunu biliyor. Babası geliyor yanına. Ameliyat zamanının geldiğini söylüyor. O yatağa yatmadan önce son kez bakıyor göğe, yere. Hüzün kaplıyor içini. Defalarca gördüğü hastane tavanlarını son kez görüyor. Ameliyata giriyor.

Beşincisi,

            Bir ergen. Çok korkuyor. Önünde uzunca bir yaşam uzanıyor, o bu yaşamın ne getireceğini bilmemekten çok korkuyor. Endişeli. Çok şeyden endişe duyuyor. Öfkeli: Herkese ve her şeye karşı. Yalnız: Kimsenin kendini anlamadığından emin. Dayanılmaz bir ıstırap duruyor. Kendisi için en iyisini düşündüklerini söyleyip duran annesi ve babasının sözlerini anlayamıyor. Onun istemediği şeyleri onun iyiliği adına sürekli ona dayatmalarından yorgun. Onları kendinden uzak hissediyor. Bir makine gibi davrandıklarını düşünüyor. Arkadaşlar? Lanet olsun öyle arkadaşlara, diye söyleniyor. Sadece kendini düşünen o pisliklerden arkadaş olmaz. Onunla alay etmekten başka bir şey yapmadıklarından şikâyetçi. Arkadaş böyle yapmaz, diyor: Bezgin. Ya… Sevdiği kız? O da yalancı! Onunla oynamış. Alay etti benimle, diye ağlıyor: Düş kırıklığı yaşıyor. Bir tutamağı kalmadığından emin. Pencereyi açmış bakıyor. Tutamağı olmayan elleri pencerenin mermerini tutuyor. Yüzüne rüzgâr soğuk soğuk vuruyor. Bundan memnun oluyor. Aşağıya bakıyor aşağıya. Ona uzanmak isteği kaplıyor bir an içini, onu tutmak. Eğiliyor aşağı doğru. Biraz daha sarkıyor. Elleri, yeri tutabilmek için pencerenin mermerini tutmayı bırakıyor.                     

   Eyüp Saka

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.