Bir sonbahar akşamıydı. Yağmur hafiften kendini gösteriyor, şimşekler bulutların arasından dans ediyordu. Ben koltuğuma yaslanmış bir şekilde bu seremoniyi izliyordum. Elimde kahvem, üstümde kalın kıyafetlerle oturuyordum. Ne kadar gözlerim bu gösteriyi izliyor olsa da düşüncelerim ve duygularım bambaşka bir yerde öylece çırpınıyordu. Kendimi kurtaramadığım bu hareketli düşünceler ardında kapana kısıldığımı hissediyorum. Beynime nüfus etmiş bir şekilde oradan oraya düşüncelerim zıplıyordu ki, artık evin içinde, dört duvar arasında durmak eziyet hâline geliyordu. Düşüncelerim ve hislerimin bu kadar karmakarışık olmasından o kadar rahatsızdım ki bir süredir doğru düzgün kararlar veremiyordum. Kalbim tüm düşüncelerime hükmederek mantığımı devre dışı bırakmıştı. Hislerimle hareket ettiğim bu zamanlarda her şey tepetaklaktı.
Akılsızca verdiğim kararlar geri dönülemez bir yola girmeme sebep olmuştu. Sevmediğim işimi hiçbir gerekçe olmadan bırakmıştım, tek gelir kaynağım oyken. Neden böyle aniden karar verdiğimi açıklamak zordu. Çok sevdiğim sevgilimi, çok severek ondan vazgeçmek zorunda kalmıştım. Bu sevgi artık acı veriyordu, mutlu etmesi gerekirken gözyaşlarıyla sürüyordu. Kendi sevgim bana zarar veriyordu. Ailemle de uzun zamandır konuşmuyordum. Doğrusu, kimseyle konuşmuyordum. Arkadaşlarım mesaj attığında anca onlara dönüyor, başka türlü kimseyle sohbete girmiyordum. Telefonumun bildirim sesi ancak operatörden gelen mesajla çıkıyordu. Evim bile bu sayede fazlasıyla sessizleşmişti. Bu sessizlikten dolayı kendimle baş başa kalmam düşüncelerimde boğulmama neden oluyordu. Arada açtığım müzikler ortamın atmosferini dağıtsa da kısa süreli etkili oluyordu. Bundan sonra ne yapacağımı, ne yol izleyeceğimi bilmiyordum. Kendi yolumdan sapmak beni fazlasıyla dağıtmıştı.
Düşüncelerimle geçirdiğim vakitten sonra elimdeki kupada olan kahve çoktan soğumuştu. Küçük masaya kupayı koyduğumda ayağa kalktım. Düşüncelerimden boğulacak gibiydim ve dışarıda oluşmaya başlayan fırtına umurumda değildi. Kendimi bu dört duvar arasından atmalı ve nefes almalıydım. Nefes alamıyordum! Kapüşonu başıma geçirdiğimde kendimi hızla dışarı atmıştım. Ağaçlardan yere düşüp kuruyan yapraklar üzerine bastıkça çatırdıyordu. Kendimi çatırdayan yapraklar gibi hissettim. Dışarıdan maruz kaldığım kuvvetle bende parçalanmıştım. Parçalarımı toplayıp nasıl eski hâle dönebilirdim? Yağmur şiddetini artırıyordu ve gök gürültüsü ona eşlik ediyordu. Sonbaharın en sevdiğim yönü buydu. Yağan yağmur arasında kimse acıyla akıttığın gözyaşlarının farkına varmıyordu. Bende bu yönü yapmayı seviyorum. Akan gözyaşlarım arasında sokakların içinde yürüyorum. Kimse böylelikle beni sorgulamıyor, yanıma da yaklaşmıyor. Yağmur yağan bu sonbahar gecelerinde yaptığım bu olay bir alışkanlık hâline gelmişti. Bir süreliğine yaptıklarımdan kaçıyordum. Düşüncelerim susuyordu, gözyaşlarım akıyordu.
Ne zamana kadar toparlanacağım, emin değilim. Tekrardan yola girip mantığımla hareket etmem uzun sürecek gibi duruyor. Acıyla dolan kalbimin yara bantlarını sarmak baya zaman ve güç alacak. Bir süre daha kendimle baş başa durup düşüncelerimi kontrol içinde tutmam gerekecek. Geriye döndüğümde bu yol ayrımından pişman olmadan çıkmak istiyorum. Bunun için de çok zamana ihtiyacım olacaktı.
Sonuçlarım hayatıma yön verdiğinde kabuğuma çekilip onları kabul edecektim.
Ece Bozkurt
Müthiş yazmışsınız kaleminize sağlık
BeğenLiked by 1 kişi