Geçmişten Bir Ev

Taksi! Taksi!
“Merhaba.” dedim. “Merhaba.” dedi. Avucumun içinde buruşturduğum kâğıdı alelacele düzeltip ona doğru uzattım. “Bu adrese lütfen.” dedim. O sözüme bir karşılık vermedi. Taksimetreyi açmakla yetindi. Yola düşmüştük.
Taksici beş dakikadır aynı sokakları dolaşıyordu. Aynı sokağa girdiği her seferde “Allah Allah!” deyip bir benim uzattığım kâğıda bir sokak tabelasına bakıyordu. Sonunda bir evin önünde durdu. Bana dönüp “Verdiğin adreste no: 100 yazıyor ama öyle bir yer yok. Bu 99. sokak. İsterseniz buradaki eve sorabilirsiniz. İstemezseniz sizi istediğiniz başka bir yere götürebilirim.” dedi. “Çok teşekkür ederim ben burada ineceğim.” dedim ve parayı uzattım. Taksiden inmiştim, o bana tekin olmayan buralarda ne arıyorsun, der gibi bakarak yavaşça gitmişti.
Şimdi 99 numaralı evin önündeyim. Tanımlayamadığım bir his var. Tuhaf doğrusu. Beklediğim bu değildi kesinlikle, ondan böyle olmalıydım. İçimi nedense huzursuzluk kaplamıştı. Acaba adresi bulunmamasından mıydı bu yoksa tekin olmayan bu yerin bana bir getirisi miydi? Böyle tenha ve tekinsiz görünen çok sokaklara girmiştim ama hâlâ alışmamıştım demek ki.

Kaç dakikadır evin kapısının önünde bulunduğumu bilmiyorum ama artık tüm cesaretimi toplayıp kapıyı çalmam gerektiği biliyorum. Derin bir nefes aldım içime. Pis bir koku geldi burnuma. Burnumu kapatmak zorunda kaldım kapıyı çalmadan.
Kapı, kapıyı beşinci kez tıkladığımda açıldı. Zili bozuktu, çalmıyordu. Kapıyı açan kadın beni boydan bir süzdü. Sadece bir yabancı değil, buraya da ait olmadığımı sezdiren bir bakıştı bu. Ona kapının açtığı aralığından (kapıyı tam açmamış sadece beni görebilecek kadar açmıştı) adres kâğıdını uzattım. “Merhaba, ben bu adresi arıyorum da!” dedim. Kadın kâğıdı tehlikeli bir nesneyi eline alır gibi yavaşça, tereddüt ederek almıştı ve hâlen kapıyı biraz daha açma nezaketini göstermemişti. Sanırım pek alışık değildi bu tip duruma. Ya da tekinsiz olduğu için buralarda böyle yapmak uygundu. Kadın kâğıttan kafasını kaldırıp tekrar süzdü beni. Ne işin var bu adreste senin, der gibiydi. Sonra aralıktan elini çıkardı. Arka tarafı göstererek “Şu harabe, işte adresteki.” dedi. Arkamı dönüp bakmıştım. Gösterdiği yere ulaşmak için çöp yığınlarının arasında geçmem gerekecekti. Bu çöp yığınlarını görünce kokunun nereden geldiğini anladım. Teşekkür ettim ona.
Eve ulaşmam bir hayli zor olmuştu benim için,  sadece çöp yığınlarını geçmemiş, kokusunun da iliklerime işlemesine mecbur olmuştum. Ancak şimdi aradığım evin önündeydim. Bir harabe demeliydim. Tam bir düş kırıklığı! Aradığım yerin neye benzediğini tam olarak bilmiyor olsam da bu olmamalıydı.
Bu harabede gezindim. Ne diyeceğimi bilemedim. Ben geldim, demek istedim, diyemedim. Bir şey takılır oldu boğazıma. Yutkundum. Sessizce yürüdüm, yıkılmış duvarlarının arasında.
“Gelmişsin ” dedi. “Geldim.” dedim. “Çok geç kaldın.” dedi. “Üzgünüm gelemedim.” dedim. Yalanımı anlamıştı sanki, sinirlenir gibi oldu. “Hayır,  unuttuğun için gelmedin! Unuttun bizi!” dedi. Yığıldım olduğum yere. Düştü gözlerim. “Ama geldim sonunda.” dedim.  “Ama çok geç kaldın gelmekte. Seni beklemekle geçirdik zamanı,  seni beklerken kaybettik birbirimizi, yitip kaybolduk yarınlarda.” dedi. “Dur gitme lütfen!” dedim. Sesim boşlukta yankılanmıştı. Evimi, çocukluğumu,  memleketimi kaybetmiştim. Kimsesiz kalmıştım ve artık ait değildim hiçbir yere.

“Uzun, uzun yıllar önce bir insanın hayatını kurtaran bir evde masallar hiç bitmezmiş… Ne kötüler kaybeder ne iyiler kazanır, masallar hep sürüp gidermiş.”


Eyüp Saka

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.