
Gece sabaha bırakırken yerini sonra birden akşam oluverdi. Pek konuşmadık bugün, nedendir bilmem. Koşuşturmaca dolu bir gündü benim için aslında ama yine de hep bir eksiklikle çalkalandım. Aklım telefonun ucundaki bir yabancıdaydı. Evet, yabancıydı benim için hâlâ. Eğer öyle olmasaydı konuşmak için bir sebebe ihtiyaç duymaz o sebebi aramaya çalışmazdım. Direkt sohbet edebilirdim ancak bu özgürlüğe sahip değildim. Oysa sohbet konusu aramadan konuşabilecek kadar çok tanımak isterdim onu. Sanki pazar kalabalığına girip tezgâhlarda dolaştırıyordum bakışlarımı. Ne aradığımı bilmiyor, hangi yemek neyle yapılır hatırlayamıyordum. Belki de paslanmıştım. Şimdiki zamanlarda insanlar nasıl ilerletiyordu sohbetlerini? Gençtim, ne paslanması? Yaşım daha kaçtı ki? Yirmili yaşlarımın ortasına birazcık kalmıştı yalnızca. Ama çocuk da değildim, neydi bu liseli kız telaşları, ne yapacağını bilememe halleri?
Telefonuma sarıldım ve gün içindeki tek tük mesajlarımızı okudum yeniden. Birkaç kelimeden öteye gidememiştik. Böyle olsun istemiyordum. Heyecan nedir unutan saf kalbimin şimdilerde neye heyecanlandığını bilmesem de bu adamla olan bağıntısı beni ondan uzak durmaktan alıkoyuyordu. Belki sonu yokuştu, belki uçurumdu ama denemeden bilemezdim. Hem en fazla ne kaybederdim?
Uygulama üzerinde yer alan kitaplarına baktım ve içlerinden birini seçerek okumaya başladım sohbet konusu yoksa bunu yaratabilirdim. Bir gün bu mecburiyeti hissetmeyinceye kadar bunu sürdürebilirdim. Kitabını okurken ara ara durakladım, üzerinde düşündüm ve cephanemi doldurdum. Ona mesaj atmak için bir stratejiye sarıldığımı, bunun bir taktik olduğunu düşünürken bir şey fark ettim; kalemine âşık olmuştum.

Düşüncelere daldım, çıkamıyorum. Hoş, çıkınca ne yaparım, onu da bilmiyorum. Kendimi kaybettim de aramaya mı kalktım yoksa saklı hislerime bir bir el uzatan birine mi tutuldum? Kafam çok karışık. Daha dün benim için hiçbir şey ifade etmeyen, sadece kelimeleriyle dikkatimi çeken bir yabancı gitgide aklımı çeliyor. Düşmekten korkuyorum, düşüp de boşluğa, boşunalığa kapaklanmaktan ya da belki de kapağımı bulmaktan.
Çok şey yaşamadım. Bunu ancak artık yaşadıklarını umursamayanların söylediğini biliyorum. Onlardanım. İçe bağımlı, dışa kapalıyım. Kendi kurguladıklarıma âşık oluyor veya aşkını aradıklarımı kurguluyordum. Şimdiyse bir yabancıyla konuşuyorum. Ne sesini ne yüzünü biliyorum ama sanki tanıyorum. Benziyor. Çizgilerini çektiğim, kendi kendime kurduğum o dünyaya ait sanki. Yaptığım betimlemeleri seslendiriyormuş gibi. Kusursuzu kurmuşken ona benzediğini hissettirmeyi bırakıp dile getiren biri. Fazla iddialı ama ilgimi tamamen üstüne çekmeyi başardı.

Yazdığı kitapta kendime rastladım resmen. Öyle büyük bir şaşkınlık içerisindeydim ki ne yapacağımı bilemiyordum. Bundan ona da bahsettim, yazdığı bir karaktere çok benzediğimi söyledim. Karakterden ziyade yazdığı kurguyu da benimsememek mümkün değildi. Kalemi öyle özel, öyle güzeldi ki imrenmiştim. Nadirdir yazarlık egomu bir tarafa bırakıp başka bir yazarın kalemini takdir ettiğim… Nadir olan bu anın içinde bulunmaktan son derece hoşnuttum.
Kendime benzettiğim karakterin gerçekte var olup olmadığını sordum. Kurgu olduğunu öğrenince rahat bir nefes aldım. Bu ihtimal yok yere kıskandırmıştı beni. Sanki buna hakkım varmış gibi…
Beni merak ettiğini söyledi, karakterle benzeştiğimi öğrenince. Tasvir ettiği karakter kusursuzdu. Benim ise merak edilecek bir yanım yoktu oysaki. Güzellik konusunda bir iddiam olmadığını söyledim ama işte, merak ediyordu ve ben de beni görmesini istiyordum. Gözlerimin rengini bilsin istiyordum mesela, yazdığı karakterle aynı renge sahip saçlarımı, o karaktere benzeyen fiziksel özelliklerimin tümünü görsün istiyorum. Beni ona benzetmesini değil, beni ondan daha güzel bulmasını istiyordum.
Beni görmek istiyordu. Ne kaybederdim ki? Ona bir fotoğrafımı gönderdim ve ellerim titreyerek telefonun başında beklemeye başladım.

İleri mi gittim? O bana ne kadar yabancıysa ben de ona yabancıydım. Ancak yaptıktan sonra bana bunu sorgulatan çekim karşısında çaresizdim. İnsan kendini kandırmaya çalışır mı göz göre göre? Olmamış gibi davranıyordum kendime. İçimde kopan gürültüye kulak tıkadım sanıyordum. Oysa bekliyordum. Meraktan filizlenen bu tutkunun sır perdesi anlam veremediğim bir heyecanın esaretine itmişti beni. Başka şeylerle ilgilenmeye çalıştım. Bir zaman girince araya etkisinden hafif de olsa sıyrıldım. Bu da o beklenti havasının dağılmasını sağlamıştı. Esas golü burada yemiştim. Bazı şeyler göstere göstere gelirken insana, her şey birdenbire olmuş gibidir yine de.
Son mesajını açtığımda fotoğraf attığını fark ettim. Dağılan ilgim gözlerimden okunurken fotoğraf iniyordu. Her şey flu olduğunda tahmin yapmak en kolayıdır. Önyargı böyle anların tavrıdır. Fotoğrafın yüklendiği o kısacık anda söylenmeye başlamıştım bile ama flu yerini gerçeğe bıraktığında zamanın bana o güne kadar göstermiş olduğu müsamaha sona ermişti. Kendimi ansızın zamana karşı yarışırken bulmuştum.
Bazı anlarda göz sadece ona hitap edeni görür. Geri kalanlar tanımsız bir “şey”den ibarettir. Aşk daima benim için ağızdaki bakla olmuştu. Dışavurumu olmayan, olduğu yerde kalan, büyük bir laftı. Boyumu aştığı gibi, düşüncelerime de sığmazdı. Ben dilimin altındaki baklayı bir gece yarısı, bir çift göze bakarak çıkardım. Dudaklarımdan dökülen ve itiraf anlamına gelen iki kelime ses olup bir anda, içinde olduğum dört duvara karıştı. Aşık oldum!
Fotoğrafın altına güzellik konusunda bir iddiasının olmadığını iliştirmişti. Güldüm. Güzellik sadece onun iddiası olabilirdi. Gözlerine bakakaldım. Kendini çekerken kamerayı tutturamamış ve haliyle onu gören gözlerimi görmeyen bir çift gözde kalakaldım. O gözlere bir kez olsun değeceğimi hayal ettiğimde irkildim. İçimde bir tuhaf kalkışma! Bir tarafım son sürat âşık olurken, bir diğer tarafım bu süratı sorguluyor. İkisine de aldırmıyorum. Gözleri deyip duruyorum. Gözleri… Bir şiire girmek gibiydi gözleri. Gözleri güneş açmış bir gökyüzü…
Koştum balkondan aşağı baktım. Seyrelmiş sokağı seyrettim. Gökyüzü omuzlarıma değdi değecek, dış kapıya eğilmiş ağaç bana el uzatıyor. Bir gece yarısı serçe sesleri işitiyorum. Akşamsefasına öykünmüşüm sanki, açmak için zamanımı beklemişim. Yeni su değiştirmiş balık gibiyim.
Çarpıntım durulduğunda aklı başında bir âşıktım. Tanımayı deli gibi istediğim ve tanıdıkça daha fazlasına cüret edeceğim bir aşkın izleri çiseliyordu gökten üzerime. Tüm bunları yaşarken ona sadece,
“Güzellik konusunda bir iddianız olmalı.” diyebildim.
Deniz Ardıç