Uyumsuz Varoluş

Soğuk ve yağmurlu bir kış günü, gece 01.30 civarı, eski ve kırık dökük bir evden kadın çığlıkları geliyordu. Kargaların bağırışları, arabaların sesleri derken, gece de bir kaos esintisi vardı. Ama bir dakika içinde bütün sesler sustu, ölümün acı kokusu etrafı sarmış, herkesin dikkatini vermesine yetmişti. O gece, doğum sırasında yaşam mücadelesi veren kadını seçen ölüm, güzeller güzeli oğlan çocuğunu doğduğu an annesinden ayırarak, hayatı boyunca içinde olacak, yalnızlık duygusuna mahkûm bıraktı.

Yıllar geçti, altmış yaşına giren yaşlı adam, büyük evinin minik balkonunda deniz sesinin eşliği ile kutladı o günü. İçinden tekrarladı Melih Cevdet Anday’ın mısralarını;

Yalnızlıktır denizin tek yasası,

Bütün ölüler unutulur,

Yaşayanlar kalır tek başlarına.

 Geceye ölümsüzlük katan sözlerle içini çekerek, sardığı sigarasından bir yudum aldı. Ardından retro tarzı, tekli yatağına giderek, kulağına ninni gibi gelen denizin sesiyle uykuya daldı.

Gece olunca, iki katlı rattan sehpasının üstünden bronz ve altın rengi olan Fransız tarzına sahip abajuruyla; serin, karanlık ve sessiz balkonuna çıktı. Sokaktan insan sesleri geliyordu, ama gecenin sessizliği kulakları sağır edip, insanların yüzlerinde; renksiz, ifadesiz maskeler belirtti. Gecenin, duymasını istediği tek ses denizin dalgalarının kıyıya vuran sesleriydi.     Artan hastalıklarıyla birlikte iyice yorgun düşen yaşlı adam, geceye veda etmek zorunda kalıp, balkonunun; açık mavi rengine sahip, ama duvarın dökülmesiyle oluşan kirli beyaz kısımlara bakarak uykuya daldı. Daha on dakika bile olmamışken, eski görünümlü ama yeni olan yan binanın üçüncü katından bir kadının şarkı sesi yükseldi. Uykusundan uyanıp hür dikkat kadını dinleyen yaşlı adam, birkaç dakikalığına da olsa monoton hayatından sıyrılıp, yeni bir amaç edinmiş gibi hissetti. Uzun, tül perdenin arkasından kadını izledi, onda siyah, sıradan fakat farklı bir maske gördü. Aynı kendisinde olduğu gibi.

Bir hafta oldu, yaşlı adam her gece bu kadının sesiyle yatıp kalktı. En sonunda artık tanışma zamanının geldiğini düşündü, o gece evine gitmeye karar verdi. Apartmanın zemin katındaki sıradan, diğer marketlerden pek farkı olmayan marketten on altılı sütlü çikolatalardan aldı. Küçük hediyesiyle birlikte katları teker teker çıkmaya başladı. Binanın rutubetli kokusunun attığı her bir adımında nergis kokusuna döndüğünü hissediyordu. Nihayet üçüncü kata geldiğinde sakinliğini koruyup heyecanını bastırarak demir kapıyı iki kez çaldı.

Kapıyı ellili yaşlarda, çok güzel bir kadın açtı. Gözleri doğanın yeşilliğinden, kokusu da sanki nergis bahçelerinin özenle seçilmiş çiçeğindendi. Yaşlı adam konuya girerek, kaç gecedir onun sesiyle yatıp kalktığını, kadındaki yeteneği görerek, gecelerine hayat verdiğini söyledi. Kadın gülümseyerek yaşlı adamı içeri davet etti. Ev bir oda bir salon olsa da gümüşten avizeler, desenli vazolarda güller, ahşap bir piyano ve tekir kedisi olan çok renkli biriydi. Takıları, makyajı göz kamaştırıcıydı. 1930’lu yılların ruhunu yansıtıyordu.

Yaşlı adam tekli bir koltuğa oturdu, sohbet etmeye başladılar. Kadın oraya bir ay önce taşındığını, geceleri barlarda şarkıcılık yapıp, eve gelince de prova yaptığını söyledi. Aynı zamanda kitaplarına da düşkün olan bu kadın, yürüyen bir şiir gibiydi. Saat geç olunca yaşlı adam müsaade isteyerek kalktı. Harika gece için de kadına teşekkür etti.

Rüyalarında; zihninin en tepesinde, kalbinin en derinlerinde, en güzel siyah tüylerden oluşmuş bir bulutun üzerinde şarkı söylerken gördü kadını. Bir iki tane tüy düşünce buluttan, hafif bir rüzgar bile olsa üzerine düşmez, rüzgara kapılır diye durdurdu zamanı, tüm oksijeni bitirip nefesini tuttu. Hiçbir şeyden haberi olmadan işten dönen insanlar o gecenin güzelliğini fark etmeyerek kendilerini görmemek için kör ediyorlardı.

Bir hafta boyunca zihninde aynı rüyayı düşünürken, yan balkonda ne bir ses duydu, ne bir ışık gördü. Endişelenip kadının evine giden yaşlı adam, demir kapının aralık olduğunu fark ederek içeri girdi. Kadını orada göremeyince olduğu yerde aniden bayıldı.

Maceracı, liseli, üç kişilik bir grup, macera için otuz sene önce terk edilmiş binaya girdiler. Gece vakti daha da korkunç olan bu yeri video kaydına alırken, altmış yaşlarında bir adamı yerde yatarken görünce direkt polisi çağırdılar.

Yaşlı adam gözünü hastanede açtı. Neler olduğunu anlamaya çalışırken içeri giren genç hemşire, bayıldığını ve bir grup gencin onu bulduğunu söyledi. Yaşlı adam, orada oturan kadından bahsedip, onu görmeye gittiğini söylediğinde, hemşirenin yüzünde anlam verememiş bir yüz ifadesi gördü. Hastanenin psikoloğu ile konuşan yaşlı adama, uyumsuz hayal kurma adında psikolojik bir rahatsızlığı olduğunu söyleyen doktor, reçete yazarak yaşlı adamı evine gönderdi.

Eve döndüğünde, sanki duyacaklarına öncesinde hazırmış gibi ama yaşadıklarının sahteliğini asla kabul etmeyen bir düşünce vardı içinde. Annesini balkonda gördüğü ilk gece öldüğünü biliyordu. Ama tutkusunun peşinden gitmek ve son zamanlarını en sevdiği kişiyle geçirmekten başka isteği de yoktu. Gece olduğunda, sevdiği kadınla yeniden ölmeye hazırdı. Denizin dalgasının sesini son kez hafızasına kazıdı. Sevdiği kadının gözlerine bakarak intihar etti. Son sözleri de “Görüşürüz anne,” oldu.

Meriç Korkmaz

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.