Evler; gidenleriyle içine, herkesin üstüne yıkılırdı. Evlerin nefesiydi balkonlar, pencereleri gözleriydi. Geleni gideniydi kapılar. Önce kapılar kapandı. Camları kırıldı, perdeleri eksildi pencerelerin. Şimdi o evlerin nefesleri nereliydi? Taşları söküldü yerinden, kapılarından numaralar. Gidenlerin mezarları vardı, künyeleriyle gömülü. Bilinmeyen yerlerde şimdi adresleri kayıp, üzgün evler karşılıyordu gelip geçenleri. Azalıyordu sokakların gölgesi. Azalıyordu ayakta duranlar diğerinden. Biri, “Yaslama gözlerini, unutulmuş pencerelerime kırılırsın.” diyordu. Zaten ayrılıklar da gitmelerden başlardı. Ve eksilenler dün de kalırdı. Cılız bir ışık giriyor odalarıma. Öylece bekliyordu, suskun. Sonra süzülüp gidiyordu sessizce. Suskunluklar bağırıyordu herkesin içinde. Susuyordu evler… Susuyordu odalar. Hep gece.
Osman Özenbaş
Artık üzerime olmayan bir gömleği özlüyorum. Bilmiyordum. Unutacak kadar yıllanmış. Tuhaf, onu aldığım gün de üzerime olmamıştı. Rahmetli, nasıl olsa gün gelir giyer demişti. Gün geldiğinde yanımda değildi. Bir anda özler mi insan ve sonra anbean? Geldiğim yolu dönsem giyebilir miyim onu yeniden? Bedenim yeniliğe kapalı bu akşam. Bugünüm şimdiden eskidi. Geri geri gidiyor ayaklarım, çocukluğuma doğru.
Agâh Ensar Can