“Modernizm sonrası” anlamına gelen “postmodernizm”, modernizmin katı kurallarına karşı çıkan yeni bir edebi tarzdır. Postmodern anlatılar, gelenekselliğin yıkıldığı, kurmacanın ön plana çıktığı anlatılardır. Postmodern anlatılarda metinlerarasılık, oyunsuluk, parodi, laycı bir tutum ve dil ön plana çıkar. Çoklu bakış açısını kullanan postmodern yazarlar eserlerinde geleneksel ile modern olanı bir araya getirirler. Edebiyatımızın önemli isimlerinden olan, Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk, postmodernizm denildiğinde akla ilk gelen isimlerdendir. Postmodernist edebiyata özgü unsurları eserlerinde başarıyla kullanan Pamuk, “Benim Adım Kırmızı” ve “Kırmızı Saçlı Kadın” adlı romanlarında da postmodernist çizgide kalmıştır. Bu eserlerdeki postmodern unsurları sırasıyla değerlendireceğim.
Benim Adım Kırmızı içindeki tarihi unsurlar bakımından tarihi bir roman olarak değerlendirilebilecek, içinde polisiye ve aşk ögelerini de barındıran bir eserdir. Postmodernist edebiyatta tarih, edebiyatın bir malzemesi olarak görülüp ele alınır. Orhan Pamuk da eserinin konusunu tarihi ögeler ile süslemiştir. Eser, 1591 yılında, Osmanlı padişahı III.Murat devrinde geçmektedir. Yazar günümüzde unutulmuş bir meslek olan nakkaşlığı ele alan bir kurgu oluşturmuştur. Roman, savaşa giden ancak henüz geri dönmeyen kocasını bekleyen Şeküre’nin bir süre kayınpederi ve kayınbiraderi ile kaldıktan sonra kayınbiraderi Hasan’ın tavırlarından rahatsızlık duyarak baba evine dönmesini ve sonrasında yaşananları konu edinir. Babasının evindeyken uzaktan babasının eve çağırdığı nakkaşları seyreder. Evde çalışan nakkaşlar, babasının gözetiminde Osmanlı padişahının gizlice yaptırdığı bir kitap için Frank etkisinde tehlikeli resimler yapmaktadırlar. Bir gün nakkaşlardan biri öldürülür. Böylece cinayeti aydınlatmak için Şeküre’nin teyzesinin oğlu Kara devreye girer. Üstelik kara teyzesinin kızına âşıktır.
Eserde metinlerarası göndermeler oldukça fazladır. Yazar romanın ithaf kısmında Kur’an-ı Kerim’den üç ayete yer vermiştir. Bu ayetler romandaki içeriğe okuyucuyu hazırlayıcı nitelikte seçilmişlerdir. Pamuk eserinde çeşitli mesnevilere de göndermeler yapar. Öğüt verici konularda uzun bir şekilde kaleme alınan mesnevi çeşitli konuların ele alındığı bir nazım şeklidir. Mesneviler edebiyatımızdaki roman ve hikâyenin yerini tutacak mahiyettedir. Orhan Pamuk da Benim Adım Kırmızı romanında mesnevi etkisinde kalmış, çeşitli mesnevileri “metinlerarasılık” tekniği ile romanında yeniden işlemiştir. Romanda çeşitli mesnevilerin içerik, üslûp ve biçim unsurları değişik şekillerde yeniden kullanılmıştır. Pamuk romanında Firdevsi’nin Şehname’si ile Nizami’nin Hüsrev ü Şirin’inden çeşitli sahneleri yeniden yazarak bir nevi bu eserlerin parodilerini yapmıştır.
“Benim atımın üzerinde, onun da pencerede duruşumuzun Hüsrev’in Şirin’in penceresinin altına geldiği o binlerce kere resmedilmiş meclise –aramızda ama biraz arkada kederli bir ağaç da vardı- ne kadar da çok benzediğini çok sonra, bana verdiği mektubu açtıktan, içindeki resmi gördükten sonra anladığımda sevdiğimiz bayıldığımız o kitaplarda resmedildiği gibi aşktan cayır cayır yanmaktaydım.” (sayfa 45)
Yazar burada Hüsrev ü Şirin mesnevisini anmaktadır.
“Uslu çocuklar gibi hiç sesini çıkarmadan beni dinlemesi hoşuma gitti: “Efsaneyi Şehname’den bilirsin,” diye fısıldadım.” (sayfa 411)
Pamuk daha sonra Şehname’nin konusuna değinerek Firdevsi’nin ünlü eserini anmış olur.
Ayrıca romanda bu eserlerin haricinde Leyla ile Mecnun, Mahzenül-Esrar ve Mevlana’nın Mesnevi’sinden de bazı kısımlara yer verilmiştir. Bu mesnevileri anan yazar eserini tarihi bir çizgide tutmuş ve tıpkı mesnevilerde olduğu gibi yer yer didaktik bir anlatım dili kullanmıştır.
Eserin postmodernist bir roman olduğuna dair bir diğer unsur da romanda üstkurmaca tekniğinin kullanılmasıdır. Romanın sonunda romanın kahramanlarından olan Şeküre romanda anlatılan her şeyin oğlu Orhan tarafından anlatıldığını söyler. Şeküre, Orhan Pamuk’un annesinin adıdır. Bu detay romanda bir üstkurmaca olduğuna işaret eder. Anlatıcı Orhan olsa da anlatıcının sesi romandaki anlatıcıların üstünde değildir. Romanın her bölümünde anlatıcı değişir. Her anlatıcı birinci tekil kişi ağzından yani “ben” diliyle anlatımlarını yaparlar. Romandaki anlatıcılar yalnızca insanlar değildir. Anlatıcılar arasında at, köpek gibi canlı varlıkların yanı sıra kalp, para ve hatta kırmızı renk de bulunur. Bunları konuşturan ise elbette geri planda yazar Orhan Pamuk’tan başkası değildir. Bölüm başlıklarında ise “Benim Adım Kara”, “Ben Köpek” gibi ifadeler bulunur. Bunların her biri Pamuk tarafından kendilerine ses bulmuşlardır. Yazar kitaptaki karakterlerden Kara, Şeküre, enişte, katil gibi kişilerle sözünü ettiğimiz diğer canlı ve cansız varlıkları da anlatıcı olarak seslendirerek çoklu bir bakış açısına yer vermiştir. Postmodernist romanlarda bu şekilde çok sesli bir anlatım hâkimdir.
Pamuk’un romanında Doğu’nun mesnevilerinden beslenerek Batı’dan alınmış bir tür olan romanı oluşturduğuna değinmiştim. Yazar bu noktada geleneksel ve modern olanı buluşturmuştur. Yazar günümüzde unutulmuş olan nakkaşlığı yani bir Doğu geleneğini Batılı yazım teknikleriyle ele almıştır. Bu da çoklu bakış açısının getirdiği bir tutumdur. Yazar roman boyunca Osmanlı nakkaşları ile Batılı ressamları karşılaştırarak da çoklu bakış açısı tekniğini kullanmış olur.
Orhan Pamuk’un 2016 yılında yayınlanan “Kırmızı Saçlı Kadın” adlı romanı da postmodernist çizgide bir eserdir. Üç kısma ayrılmış olan roman okuduğu efsanelerin etkisinde kalan ve bu efsanelerin gerçeğe dönüşmesinde başrol oynayan Cem adlı bir adamın hikâyesine odaklanmaktadır.
Romanın daha ilk cümlelerinde yazar okuru romandaki öyküyü takip edip dinleyen bir pozisyona getirir.
“Aslında yazar olmak istiyordum. Ama anlatacağım olaylardan sonra jeoloji mühendisi ve müteahhit oldum. Okuyucularım, hikâyemi anlatmaya başladım diye olayların sona erip arkada kaldığını da sanmasınlar. Hatırladıkça olayların içine daha çok giriyorum. Bu yüzden sizlerin de peşim sıra baba ve oğul olmanın sırlarına sürükleneceğinizi hissediyorum.” (sayfa 9)
Yazar okurunu doğrudan hikâyesine davet ederken işleyeceği baba-oğul maceralarını da adeta önceden haber veriyor gibidir.
Roman Cem adlı bir lise öğrencisinin yaşadıklarını anlatmasıyla başlar. Cem’in babası “Hayat Eczanesi” adlı bir eczane işletmektedir. Cem babasının çalıştığı günler babasına sefer tasıyla yemekler götürmektedir. Cem babasını sever ancak ikili pek de yakın ve samimi değillerdir. Bir gün Cem’in babası ortadan kaybolur, aileyi terk edip gider. Üstelik bu babanın bunu ilk kez yapışı değildir, daha önce de ailesini böyle yalnız bırakmıştır. Babasının ailesini bırakmasından sonra Cem, annesi ile birlikte yaşamaya başlar. Eve maddi anlamda destek olmak isteyen Cem gireceği üniversite sınavından önce bir dershaneye yazılmadan evvel para biriktirmek niyetiyle önce Deniz Kitabevi adlı bir kitapçıda işe girer. Kitaplara ilgi duyan ve kendi de bir gün yazar olmak isteyen Cem’in eline burada “Oidipus” ile ilgili bir kitap geçer. Kitabı okuyan ve çok etkilenen Cem okuduğu bu efsanenin başına geleceklerden bir kesit olduğunu bilmemektedir. Daha sonra Cem kısa sürede daha fazla para kazanacağı bir kuyuculuk işine girmeye karar verir.
Öngören adındaki bir kasabada tekstil fabrikası kurmak isteyen Hayri Bey, fabrikanın kurulacağı yerde bir kuyu açtırmak için Mahmut adlı bir ustayı tutmuştur. Mahmut Usta yanında çıraklık eden Cem ve Ali ile birlikte kuyuyu kazmaya başlar. Burada çadırda konaklayan Mahmut Usta ve çıraklarını ihtiyaçlarını gidermek, alışveriş etmek, çay içmek gibi sebeplerle sık sık Öngören’e inerler. Bu kuyu kazma işi sırasında Cem yanında çıraklık ettiği Mahmut Usta ile çok yakınlaşır. Mahmut Usta Cem’e adeta bir baba gibi yaklaşır, bunun farkında olan Cem babasından görmediği ilgi ve alakayı Mahmut Usta’dan gördüğünü bilmektedir. Kimi zaman kurdukları anten bağlantısıyla televizyon seyrederler kimi zaman da Mahmut Usta Cem’e başından geçtiğini iddia ettiği olağanüstülüklerle dolu hikâyelerle çeşitli dini hadiseleri anlatır. Bir gün Mahmut Usta Cem’in bir şeyler anlatmasını isteyince Cem ona Oidipus’u karanlık hikâyesini nakleder. Hikâyedeki Oidipus bilmeden babasını öldürüp annesi ile evlenen, annesinden çocukları olan, babasını öldürdüğünü anlayınca kendi gözlerine kör eden birisidir. Mahmut Usta hikâyeyi pek beğenmez, dini ve ahlâki bakımdan hoş karşılamaz.
Mahmut Usta ile Güngören’e gittikleri bir vakit Cem, saçları kırmızı olan bir kadını görüp ondan çok etkilenir. Bu kadına ilk görüşte âşık olan Cem zorlu çalışma şartlarında sık sık Kırmızı Saçlı Kadın’ı düşünür. Kasabaya gittikleri her gece kadının izini sürer, kadının oturduğunu sandığı evin camlarına bakarak kadını görmeye çalışır. Bu esnada kuyu kazma çalışmaları da yavaş ilerlemekte, ekip bir türlü aradıkları suya rastlayamamaktadır. Kuyu işi tamamlanınca onları ihsanlara boğacağını söyleyen Hayri Bey artık su çıkana kadar onlara para vermeyeceğini söyler. Ali de aralarından ayrılınca Cem ile Mahmut Usta birlikte var güçleriyle çalışmaya devam ederler.
Cem’in Kırmızı Saçlı Kadın diye bahsettiği kadının asıl adı Gülcihan’dır ve kendisi eşi ve diğer arkadaşları ile beraber kasabada bir tiyatro ekibinden olup akşamları oyunlar sergilemektedir. Cem bir akşam ustasından gizli oyuna girerek Kırmızı Saçlı Kadın ve ekibinin oynadıkları oyunları izler. Özellikle Şehname kahramanları Rüstem ile Sührab’ın hikâyesinin işlendiği son oyun Cem’i çok etkiler. Oyun sonrasında Cem, Kırmızı Saçlı Kadın ile dışarıda karşılaşarak konuşmaya başlar. Kırmızı Saçlı Kadın, Cem’e Mahmut Usta’nın da oyuna gelip kendilerini seyrettiğini, oyunu çok sevdiğini söylediğini anlatır. Bunu duyan Cem biraz geri kafalı bulduğu ustasına sinirlenir. Kırmızı Saçlı Kadın ise aslında tiyatro ekibindeki Turgay adlı bir adamla evlidir. Ancak o gece kocası Turgay evde değildir. Bu nedenle Kırmızı Saçlı Kadın sarhoş olan Cem’i eve çağırır. Kırmızı Saçlı Kadın ile Cem birlikte olurlar, bu Cem’in ilk cinsellik deneyimidir.
Ertesi gün Mahmut Usta ile Cem yine çalışmaya devam ederler. Cem sürekli Kırmızı Saçlı Kadın ile yaşadıklarını düşünür. Ona kocasından boşanmasını ve kendisi ile birlikte olmasını teklif etmeyi planlar. Kadın annesi yaşındadır fakat o bunu umursamaz. Ancak başına gelecekler hayatı boyunca kâbusu olacaktır. Kuyu yazma çalışması esnasında kazılmış kuyunun dibinde olan ustasının üstüne kova düşürür. Ustasını öldürdüğünü zanneden Cem apar topar oradan ayrılarak bir trene atlar ve evine döner. Bu hadise Cem’in yıllarca içini kemirecek, katil olma korkusu onun yakasını bir türlü bırakmayacaktır.
Bu olaydan sonra biriktirdiği parayla dershaneye yazılan ve üniversiteyi kazanan Cem tanıdıkları vasıtasıyla okulda Ayşe adlı bir kızla tanışır. Ayşe’ye bu kuyu kazma anılarından hiç söz etmeyen Cem her şeyi içinde tutar. Romanın bu bölümünde olaylar hızlı gelişir. Cem, Ayşe ile evlenir ve çalışmaya başlar. Bir gün iş için İran’da bulunduğu sırada eline bir resim geçer. Resim yıllar önce Kırmızı Saçlı Kadın’ın oyununda seyrettiği Rüstem ile Sührab’ı tasvir etmektedir. Şehname’de anlatılan bu hikâyeye göre baba Rüstem ve oğlu Sührab birbirlerini tanımayarak dövüşürler ve en sonunda mücadeleyi Rüstem kazanır. Düşmanını öldürdükten sonra asıl öldürdüğü kişinin oğlu Sührab olduğunu anlayan Rüstem çok pişman olur ancak iş işten çoktan geçmiştir. Tıpkı Oidipus’un hikâyesi gibi bu hikâye de Cem’i çok etkiler ve ömrü boyunca kafasını meşgul eder.
Evlilikleri boyunca birbirlerine çok destek olan ve çok iyi anlaşan Cem ve Ayşe’nin bir çocukları olmaz. Bu durum onları uzaklaştırmaktan ziyade yakınlaştırsa da içleri hep buruk olarak kalır. Cem, Ayşe’nin de desteği ile bir şirket kurar ve şirketini gitgide büyütür. Şirketin adını ise “Sührab” koyan Cem, şirketini bir oğul gibi görmektedir. Ancak hem kendisi hem de Ayşe öldükten sonra şirketi bırakacakları bir çocuklarının olmayışı onu çok üzmektedir. Cem bir gün yıllar önce beraber olduğu Kırmızı Saçlı Kadın’dan Enver adlı bir oğlu olduğunu öğrenir. Bu haberi aldığı sıralarda yıllar önce Mahmut Usta ile kuyu kazdığı Öngören’de de bir iş almıştır. Tüm bu olayların olduğu sıralarda Cem babası Akın Bey’i kaybeder cenaze sırasında işleriyle ilgilenen Sırrı Bey adlı bir adamla tanışır. Adam derdini anlatmak için Cem ile buluşmak isteyince Cem bunu kabul eder. Adamdan Mahmut Usta’yı kendisinin öldürmediğini ve ustasının kazdığı kuyundan nihayetinde su bulduğunu öğrenir. Ayrıca bir şey daha öğrenir ki bu öğrendiği şey onun kaderini Oidipus ile daha da bağlayacaktır. Babasının yıllar öncesinde annesini başka bir kadınla aldattığını öğrenmiştir ancak bu kadının Kırmızı Saçlı Kadın olması asıl şaşırtıcı şeydir. Yazar, toplumumuzdaki örflere sığınarak Cem’i annesiyle birlikte olan bir karakter olarak yazmadıysa da onu babasının sevgilisiyle yatmış bir adam pozisyonuna sokmuştur.
Öğrendikleriyle büyük şoka uğrayan Cem, Öngören halkı ile görüşmek ve güvenlerini kazanmak için Öngören’e gittiği sırada burada Kırmızı Saçlı Kadın ile yıllar sonra tekrar karşılaşır. Bu kadın artık yalnızca eskiden birlikte olduğu bir ilk gençlik aşkı değil, oğlunun annesidir. Yıllar önce ustası ile açtıkları kuyuyu görmek isteyince Kırmızı Saçlı Kadın onu Serhat Bey adlı bir gençle tanıştırır. Serhat Bey ile yola düşen Cem yolda bu gençle oğlu Enver hakkında konuşur fakat genç adam bu konudan söz edilirken oldukça agresif bir tutum sergiler. Eşi Ayşe ile telefonda konuşunca Ayşe ona bu gencin oğlu Enver olabileceğini söyler. Ayşe, Enver’in babası Cem’i öldürüp babasının mirasına konmak istediğini düşünmektedir. Gerçekten de kendisini Serhat olarak tanıtan genç adam Cem’in Kırmızı Saçlı Kadın’dan olma oğlu Enver’dir. Baba oğul arasındaki gerilim iyice tırmanarak kavgaya dönüşünce Cem yanındaki silahı oğlu Enver’e doğrultarak oğlunu sakin olması konusunda uyarır. Ancak bu hareketi tartışmayı daha da alevlendirir, ikili boğuşmaya başlarlar. Cem, oğlu Enver tarafından gözünden vurulur ve yıllar önce ustası ile kazdığı kuyuya düşerek can verir. Okuduğu biri Batı biri Doğu kökenli efsanevi anlatılar Cem’in kaderini adeta çizmiştir.
Bu olaylar olup bittikten sonra romanın son kısmını Cem’in Kırmızı Saçlı Kadın diye bahsettiği Gülcihan’ın ağzından okuruz. Gülcihan oğlunun bahtı için yıllar önce yaşadığı bu evlilik dışı ilişkiyi oğluna anlatmak zorunda kalmıştır. Annesinin anlattıklarına çok kızan Enver annesini ağır ithamlarla suçlar. Ancak en sonunda DNA testini verir ve asıl babasının baba bildiği Turgay değil annesinin yalnız bir kez birlikte olduğu Cem olduğunu öğrenir. Gülcihan, Cem’in aşk yaşadığı Akın’ın oğlu olduğunu bilmesine rağmen Cem ile birlikte olmuştur. Oğlunun maddi sıkıntılardan kurtulması ve rahat etmesi içinse yıllar sonra Turgay’ı Cem adlı kendinden yaşça küçük bir delikanlı ile aldattığını itiraf etmiştir. Babası ile karşılaşan Enver ise öfkesine hâkim olamayarak babası Cem’i gözünden vurarak öldrmüştür. Ancak anne ile oğlun amacı Cem’in mirasına konmak değildir. Başta böyle düşünen Ayşe bile sonunda uzlaşma yoluna girmeyi kabul etmiştir. Yine de Enver tutuklanarak cezaevine girmiştir. Gülcihan sık sık oğlunu ziyaret eder. Oğlundan bir isteği vardır: Oğlundan babasının hayatını kaleme almasını ve böylece suçsuzluğunu itiraf etmesini ister.
“Yazmanın onun için acılarını iyileştiren, öfkelerini yatıştıran derin bir ilaç olduğunu görünce, ona başından geçenleri, hatta şimdi sonuna geldiğimiz bütün hikâyeyi tıpkı bir roman gibi yazmasını söyledim ve bu fikri açık görüşlerde sık sık işledim.” (sayfa 194)
Enver annesinin bu fikrini kabul ederek babası Cem’in babası tarafından terk edilme ve kuyu kazma işine girme ile başlayan hikâyesini konu edinen bir roman yazar. Okuduğumuz roman da Enver’in babasının ağzından babasını anlattığı romanın ta kendisidir.
Orhan Pamuk Batı’dan Oidipus, Doğu’dan Şehname kahramanları Rüstem ve Sührab’tan beslenerek metinlerarasılık tekniğini başarıyla kullanarak bir Doğu-Batı sentezi yapmış, eserini bu iki efsanenin etrafında şekillendirmiştir. Cem, tıpkı Oidipus gibi babasından uzak kalır, babasının birlikte olduğu bir kadınla sevişir. Cem ile Enver, Rüstem ile Sührab gibi karşı karşıya gelir, sonu ölümle biten bir kavgaya tutuşurlar. Enver, Oidipus’un babasını öldürmesi gibi kendi babasını öldürerek katil olur. Baba ve oğul farklı kültürlerde işlenmiş baba-oğul çatışmasını ve kendi kanından, canından birini öldürmenin acısını yaşatan bir hayat macerası geçirirler. Cem kendi babasından tatmadığı sevgi ve şefkati Mahmut Usta’nın kollarında bulur. Ancak onu kazayla öldürdüğünü sanarak yıllarca ıstırap çeker. Babasını kaybeden Cem, babasının eski sevgilisinden olma oğlu Enver’i yıllarca hiç görmez. Baba oğlun karşılaşmaları oğlun katil olmasıyla son bulur. Aklını Oidipus ve Şehname efsaneleriyle bozan Cem’in ölümü kendi oğlunun ellerinden olur. Pamuk eserini bu iki anlatının üstüne inşa etmiş, tarihi efsaneleri eserine kaynak olarak seçmiştir.
Eser, postmodernist romanlardaki üstkurmaca unsurunu da eseri Enver’in ağzından anlatarak sağlamış olur. Yazar Enver’in ağzından babası Cem’in hayat hikâyesini anlatır. Yani aslında okuduğumuz eser, Enver’in babasının anılarını canlandırmasıdır. Kırmızı Saçlı Kadın kitabının yazım sürecini okuduğumuzu bilmeden romanın yazılış aşamasını dinlemiş oluruz. Romanın sonunda Kırmızı Saçlı Kadın yani Gülcihan sözü devralarak bizi bundan haberdar eder. Romanın ilk iki bölümü buna uygun şekilde babası kılığına bürünen Enver’in ağzından iken romanın son kısmında anlatıcı Gülcihan olur. Gülcihan oğlunu bu romanı yazmaya nasıl ikna ettiğini anlatarak bizi duruma tanık eder. Ayrıca romanın sonunda Gülcihan’ın sözü devralması da romandaki çoklu bakış açısının bir sonucudur. Anlatıcı çeşitliliği, postmodern eserlerde sıkça karşımıza çıkar.
Romandaki çoklu bakış açısı yanız böyle sağlanmamıştır. Romanda geleneksel ile modern de bir arada ele alınmıştır. Çoklu bakış açısı cinsellik ile dini konuların bir arada ele alınmasıyla da sağlanabilir. İşte yazar Orhan Pamuk bu unsuru da sağlayan anlatılara yer vermiştir. Örneğin Mahmut Usta’nın anlattığı hikâyelerden biri Hz.Yakup ile oğlu Hz.Yusuf ile ilgilidir. Kur’an’da da anlatılan bu hikâyeye göre Yakup Peygamber’in oğlu Yusuf, Allah tarafından peygamberlikle müjdelenince kardeşleri Yusuf’u kıskanarak bir kuyuya atar ve ölüme terk ederler. Oğlunu çok seven Hz.Yakup oğlunun ölüm haberini alınca kör olur ve yıllarca oğlunun yasını tutar. “Kuyu” motifi ve bir babanın oğlunu kaybedince kör olması romanın da konusuna işaret etmektedir. Enver de babasını gözünden vurarak öldürmüştür. Mahmut Usta’nın bu gerçekte yaşanmış hikâyesinden sonra Cem de ustasına Oidipus’un hikâyesini anlatır. Anlatıdaki konu oldukça risklidir çünkü Oidipus babasını öldüren, annesi ile evlenip ondan çocuk sahibi olan birisidir. Ayrıca babasının katilinin kendisi olduğunu öğrenince kendi gözlerini kör ede. Yine karşımıza gözlerin derin acıyla kör olması, görmez olmasının çıkması tesadüfi olmamalıdır. Cem’in bu hikâyeyi ustasına anlatması, Mahmut Usta’nın anlattığı hikâyeye göre oldukça farklı bir konuyla ilgilidir. Ayrıca bu anlatıların ardından Cem, Gülcihan ile sevişir. Böylece yine geleneksel olanla modern olan çarpışmış olur.
Bahsettiğimiz tüm bu özellikler bakımından hem Benim Adım Kırmızı hem de Kırmızı Saçlı Kadın postmodernist çizgide kaleme alınmış romanlardır. Edebiyatımızın başarılı ismi Orhan Pamuk’un eserlerinde postmodern unsurlar dikkat çekici ve etkileyici bir biçimde kendilerine yer bulurlar.
Aslı Ünlü