Betimlemeler | Geçmeyen Zaman

Pembeye dönmüş bir kağıt parçasının üzerindeki hafif ezik bir L harfi, sırıtıyor yüzüme. El yazısı yazarken en çok L harfinde zorlanırdım. Takılı kaldım dakikalarca eğri boynuna ve ince beline. Boyuna izledim harfi, günlerce. Tuşlarla yazılmalıydı artık satırlar, kalem yahut el ile değil. Dakikalar ve dakikalar. Sabit bir L, gözümün önünde, boylu boyunca ve ezikçe…

Şimal Yanpınar

Geceye dönen bir akşam vaktiydi. Cankeş bedenimin ve uyuşan belleğimin son bir hamlesiyle gökyüzüne dikmiştim gözlerimi. Sanki bir kitabın sayfaları arasına sıkışmışım da sonraki sayfaya geçemiyormuşum gibi. Tecellisinden sual olunamayan anların dimağımı yırtan tavrı başka bir boyuta geçmemi engelliyordu. Dört koluyla sarmıştı beni döngü. Ne ileri ne de geri gidebiliyordum. Dakikalara saplanmış yok oluşuma, dinmeyen acılarıma ağlıyordum.

Burcu Özkan

Hareketsiz bir gezegen… Kelimeleri hızlıca emen, renksiz bir süngerle kaplıdır bu gezegenin çevresi. Biraz daha yaklaşıp içine girince tek bir ülke çıkar karşımıza. Burası bastırılamayan ayaklanmaların ülkesidir. Sonrası sürpriz. Ya koskoca imparatorluğun yıkılışı; tarih sayfalarında daha hoşgörülü, daha memnuniyet saçan bir toplumun doğuşu olarak anlatılır ya da her ekmek kavgasında kan döken bir halk betimlenir. Yıkıntının içinden bir kadın belirir önümüzde, bu ülkenin kanı akar damarında. Sisten kaçar gibi, karnı burnunda. Yaklaşmak için kıpırdanırız olduğumuz yerde. Hareketsiz gezegenin, bastırılamayan ayaklanmalarının ülkesinden çıkıp gelen “sonrasına gebe bir kadın”… Acısı varsa kenara iter, uyutmayan sancısını okşar önümüzde. Çünkü sonrasına gebe. Kendinden olanın kokusunu içine çekecek eninde sonunda. Yaklaştırmıyor yanına, olduğun yerde mıhlanmanı emrediyor. Koşmaya çalışsan olmuyor. Adımların inadına daha yavaş, çevikliğiyle övündüğün bacakların sızım sızım sızlıyor. Kıpırtıya tahammülü olmayan bu kadın, herkesin kendi doğumunu beklemesini istiyor. Çünkü sonrasına gebe. Kendinden olanın kokusunu içine çekecek eninde sonunda. İşte o an başlayacak hengame…

İrem Özdemir

Eşiğe takılmış gibiydi gün. Güneş gökteki yerinden bir adım bile öteye gidemiyordu. Yıldızlar sahneye çıkmak için can atsa da gün perdelerini bir türlü kapatamıyordu. En çok yaşlı hissettiği andır insanın çünkü ölümsüz hisseder kendini, bir sonraki ana ulaşamadığı her nefeste. İşkenceden farksız bir lütuf bu. Kendi aralığında kaybolurken tik-tak seslerine tutunmak ister ama hiçliğe ulaşamaz ki insan.

Çağla Fulya

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.