“…Yazmasam deli olacaktım.”
Fuat Mecnun: Sait Faik’in Haritada Bir Nokta[1] öyküsünü geçen tekrardan okudum. İlginçtir yeniden keşfettim öyküyü. İnsan bu öykünün son cümlesine takılıp kalıyor ama öykü sadece bu cümleden ibaret değil; çok daha fazlası. Öykü çokça otobiyografik yansımalar barındırıyor içinde. Ve ben utanmasan en iyi yazılmış otobiyografik öykü diyeceğim. Öyküyü ve otobiyografiyi yan yana getirdi ama ne yapayım? Hem getiren ben değilim ki Sait Faik.
Bir de şu söz var tabi. Yazmanın Sait Faik’teki yerini anlatıyor bize ve de yazmanın gücünü. En azından ben öyle düşünüyorum. Gerçi günümüzde bu cümle kendi anlamını çoktan aştı ama yine de o büyüsel değerini koruyor. Yanlış anımsamıyorsam Sait Faik bu cümleyi, öyküyü, uzun bir süre yazmamanın sonunda yazmıştı. Yazmamasının nedeni neydi? Mahkeme mi eleştiri adı altındaki saçmalıklar mı? Nedensiz bu iki neden yer etmiş kafamda. Bu nedenin şu anda bir değerinin olduğunu pek düşünmesem de aslen bu cümleyi o neden yazdırmış oluyor. Çünkü Sait Faik yazmaya ara vermese bu cümleyi kurmazdı sanıyorum. Bu cümle yaşama katlanabilmenin zorluğunu da ifade etmiyor mu aynı zaman da?
Bilal Mesut: Tam üstüne bastın! Sait Faik için yaşama katlanabilmenin tek yolu yazmak. Bu durum sadece onun için geçerli değil ama o bu durumdaki yazarların derdini işte bir cümleye sığdırmış. Sen söyleyince şimdi baktım. Ne kadar güzel bir dili var Sait Faik’in bir kez daha hayran kaldım. Öyle cafcaflı sözlere gerek duymadan kendini, insanı anlatması az rastlanır bir yetenek. Zaten hâlâ okunuyor olması da bu nedenle değil mi?
Geçen Ayfer Tunç’un bir söyleşisini dinledim. (Artık söyleşilerde okunmuyor; izleniyor.) O söyleşide yazarların iki yönlü olduğunu belirtti. Eserlerinde kendini yazanlar ve kendini bir kenara koyup gözlem yaparak dışta olanları yazanlar diye. Gerçekten de kadar doğru bir tespit. İnsan ya kendini yazar ya kendi olmayan; insanı. Ya bunun ortası? İnsan hem kendini hem de kendi dışındaki insanları anlatırsa? Bu öykü tam da bu üçüncü yöne giriyor. Sait Faik yalnızca kendini anlatmıyor, kendi dışındaki insanları da anlatıyor. Onların varlığını duyumsuyor. O nedenledir ki balıkçıların dışladığı ve bir tek balık bile vermedikleri adam için kendisi bir şey yapmıyor. Ben yaptım oldu, ben söyledim değişti demiyor. Biliyor çünkü yaşamı, tanıyor ve yaşamın ondan bağımsız olduğunu. Gerçekten de öyle mi?
Düşünüyorum. Yazmak bana göre ne? Sanırım yaşamda bir yer edinme çabası. Bundan öte değil. Yer edinme ve iz bırakma. Küçük de olsa bir iz bırakma çabası. O şekilde yaşamda yer edineceğimi umuyorum.
FM: Yazmak benim içinse yaşamakla eş. Yazdıkça yaşadığımı hissediyorum. Çok zaman da yazdıklarımın düş olduğunu bilsem bile onlarla yaşamayı havasını ta ciğerlerime çektiğim bu yaşamdan da yaşamlı buluyorum. Evet, biliyorum ben umarsız bir hayalperestim.
BM: Yaşam çok yorunca insan sığınacak bir liman arar. Bunu büyütme bence. Ne kadar kaçmaya çalışırsan çalış yaşamın hırçın dalgaları hep yıpratacak birer gemi olan bizleri. Gülmek, her hırçın dalga ardından gülmek, yaşamın en sade dayanağıdır.
FM: Nerden başladık nereye geldik azizim. Sait Faik’i konuşacaktık, kendimizi konuştuk. Ama konuştuklarımızı bir sonuca bağlarsak; sonuç şuna varıyor: yazar ne olursa olsun bir anlatacağı olan insandır. Belki gördüklerini belki yaşadıklarını belki de hem görüp hem yaşadıklarını.
BM: Evet, öyle.
FM: Yazmadı mı insan ya çıldırır ya da çıldırır.
BM: Kimse çıldırmadan ben uzaklaşayım buradan.
FM: Uzaklaş yoksa hiç bırakmayacağım seni.
[1] Saik Faik Abasıyanık, Son Kuşlar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2020, s.65