Sabah tam evden çıkarken telefon çalınca irkildim. Çantama elimi atıp çıkarmaya çalışırken kötü bir haber olmamasını diledim içimden. Oldum olası sabah erken ve gece geç saatte gelen telefonlardan hiç hazetmedim zaten.
Telefonu nihayet bulup da ekranda amcamın adını görünce gerginliğim arttı ama daha fazla bekletmeden açtım:
“Efendim amca?” dedim endişeyle. Amcam fark etmiş olacak ki:
“Aslı, korkma kızım kötü haber vermek için aramadım.” dedi içime sular serperek.
“Çok şükür amca, korktum bir an vallahi. Hayırdır ama sen bu saatte aramazsın beni pek?” diye sorunca güldü.
“Babaannen tutturdu seni görecekmiş. İşleri varmış seninle de, ille de gelsin deyince aramak zorunda kaldım.”
“Anladım amca, anladım ama benim bugün çok yoğun bir günüm. Yarın geleceğimi söylesen olur mu?”
“Vallahi kızım ne dedimse dinletemedim. Bugün gelsin, hemen gelsin diye tutturdu. Bilirsin inatçıdır, ikna olmuyor bir türlü.”
“Öyleyse çıkarı yok geleceğim. Ben asistanımla konuşayım, işleri ayarlatayım hemen yola çıkıyorum. Sen haberi ver ona da rahatlasın.”
“Hay yaşa Aslı’m benim, hadi bekliyoruz. Dikkatli gel kızım.”
“Tamam amca, görüşürüz.” dedim ve hemen işlerimi halletmek için asistanımı aradım. Kıyamet gibi bir gündü ama başka bir yolu da yoktu. Elmas sultan eğer öyle istediyse onu geri çevirmek mümkün değildi.
İşleri ayarladıktan sonra yola koyuldum, büyüdüğüm köye doğru. Ben babaannemle büyüdüm, annemle babam ben küçükken ayrlmıştı çünkü. Kimselere vermedi beni, aldı yanına. O yüzden diğer torunlarından başka görür, başka sever beni. Zaten ben de babaanneden çok anne gibi görürüm onu.
İyiden iyiye yaşlandı, artık daha sık gelip gidiyorum yanına. Hatta hafta sonu yanındaydım ama iki gün anca geçmişken beni görmek istemişti. Tuhaf gelse de kıramazdım elbette sultanımı.
Birkaç saatin sonunda nihayet vardım babaannemin evine, balkonunda oturmuş bekliyordu beni. Daha da tuhaf hissettim ama ona belli etmeden koşup sarıldım.
“Sen beni ne çabuk özledin böyle Elmas sultan!” dedim gülerek.
“Ben seni her daim özlerim, hep koynumda yatırayım isterim ama işin gücün var işte.” dedi hemen biraz sitemli.
“Olsun babaannem, ben her istediğinde yanında olurum sen üzülme.” deyip ellerini tuttum. Gözleri dolar gibi oldu ama hemen toparlanıp ayağa kalktı.
“Gel içeri, işimiz var.” diye komutunu da verip beni de peşinden sürükledi. Tam içer girmişken amcamla karşılaştık. Adama daha sarılıp hal hatır soramadan:
“Doğan, sen git hadi işini gücünü hallet. Bizim kızımla işimiz var.” dedi ve onu gönderip beni de odasına götürdü. Halini beğenmemiştim, dayanamadım artık:
“Sen bana bir bak bakayım Elmas sultan, nedir bu işimiz var işimiz var deyip durduğun. Hayırdır? Bana yine kısmet mi buldun yoksa?” diye sordum ellerimi belime koyup.
“Aman.” dedi yüzünü ekşitip, “Koskoca kız oldun, kısmetini kendin bul artık. O ellerini de belinden sal, kırmayayım kafanı!” deyince hemen toparlandım ama merakım devam ediyordu.
“İyi de ne oldu o zaman babaanne? Korkutma beni bak, bir şey varsa söyle.”
“Sen şimdi git, banyoyu hazırla. Beni yıkayacaksın.” dediğinde, “Anlamadım?” dedim şaşkınlıkla. Çünkü daha önce, hasta olduğunda bile kendini yıkatmayan kadın dimdik ayakta dururken onu yıkamamı istemişti.
“Duydun işte yaban arısı, hadi git banyoyu hazırla dedim!” diye popoma vurup beni odadan kovalayınca, sorularımın cevabını alamadan banyonun yolunu tuttum.
Her şeyi hazırladım, hemen yanına döndüm ve ne göreyim! Yatağının üzerine, görüp de meraktan öldüğüm elbisesini hazırlamıştı. Kreme çalan beyaz renkte, yakalarında ve eteklerinde el işlemeleri olan, şimdilerde hiçbir yerde bulunamayacak kadar nadir güzellikteki elbisesine hayran hayran bakarken, yanında duranları fark ettim. Tarağını, çamaşırlarını, hatta nadiren sürdüğü leylak kokusunu bile çıkarmıştı.
“Babaanne!” dedim gülerek. “Maşallah bu neyin hazırlığı böyle? Kız bana değil de kendine mi kısmet buldun yoksa?” diye devam ettirdiğim sorumu:
“Höst edepsiz!” diye kızarak kesti. “Yaşına başına bakmam alırım terliğimi elime bak azıtma!” diye de tehdit etti bir de.
“Aman kızma tamam. Hadi gel, banyo hazır.” dedim ve birlikte banyonun yolunu tuttuk. Ben pantolonumu dizlerime kadar sıyırdım, üzerimdeki gömleği de çıkarıp banyo kapısına havlu asmak için tutturulmuş çiviye takıverdim. Saçlarımı bileğimdeki lastikle de toplayıp babaannemle beraber girdim banyoya.
Onu da hazırladım yıkanması için. Hâlâ zayıf ve pamuk gibiydi. Griye dönmüş, aralarda beyazların da kendini gösterdiği uzun saçları beline kadar geliyordu. Yaşına rağmen o kadar az kırışmıştı ki, kimse sekseni devirdiğine inanmazdı.
Banyodaki tabureye oturttum onu, saçlarından başlayarak güzelce yıkadım. Zeytin sabunu kullanırdı babaannem, saça da cilde de iyi gelir derdi hep. Yeşil sabunun hakkını vererek yıkadım onu uzun uzun.
İstediği gibi olduğundan emin olunca havlulara sardım ve odasına geçtik beraber. Beni kısa bir anlığına dışarı gönderdi ve sonra geri çağırdı. Elbisesini giymemişti, gömlek dedikleri elbise içine giyilen astar benzeri şeyi giymiş, yatağına oturmuş beni bekliyordu.
“Evet Elmas sultan, sıradaki görevim nedir?” diye sorunca arkasını işaret etti. Elinde de en az elli yıllık olan tarağı vardı. Benim öyle boş boş baktığımı görünce:
“Gel saçlarımı tarayacaksın benim yaban arım, gel.” dedi ve gülmeye başladı.
Bu arada bana yaban arısı deme sebebi, çocukken kimseyle arkadaş olamayışımdı. Herkes annemle babamı sorunca sinirlenip kavga çıkarır, mutlaka birini de haşat ederdim. O yüzden bana bu ismi taktı küçükken.
Kızmasın diye hemen tarağı elinden aldım ve beline inen saçlarının uçlarından başlayarak taramaya koyuldum. Derin bir sessizlik bizi sarmıştı ki, babaannem buna son verdi:
“Aslı, bak şimdi sana söyleyeceklerimi iyi dinle kızım.” deyince gerildim. Kesin evliliğe getirecek, hâlâ evlenmedin, çocuğunda zor olur diye başlayacak derken o beni yanılttı. Hatta çok şaşırttı.
“Sen benim elimde büyüdün, daha ufacıktın seni aldığımda. Koynumda sakladım seni, her şeyden korumaya çalıştım ama bazı şeylere de yetemedim işte.”
“Öyle deme babaannem, sen benim hem annem oldun hem de babam. Söyleme böyle bak üzülürüm.”
“Lafımı kesme de dinle beni hayta!” diye çıkışınca:
“Tamam, sustum.” dedim ve kulak kesildim ona.
“Ben evlenmeni istedim hep, çünkü benden sonra kimsenin elinde oyuncak olma istedim. İşte geldik gidiyoruz, senin mürvetini görürüm görmem bilinmez. Ama sana ısrar etsem de biliyorum korkularını yavrum. Anası babası ayrılmış, yuva şefkatinden uzakta büyümüş olmak başka bir şey, senin gözlerinde görüyorum bunu. Ne zaman bu lafı açsam gözlerin kaçıyor benden. Korkuyorsun kızım biliyorum, annenle baban gibi olmaktan korkuyorsun. Ama herkes aynı değil, aynı olmaz. Sen artık aklını başına almış, görüp öğrenmiş kocaman bir kadın oldun. İyiyi de kötüyü de tartabilecek yaştasın. Bundan sonra senden tek bir şey istiyorum, bu da son isteğimdir.” derken dayanamadım:
“Öyle son falan deyip de neden içimi acıtıyorsun sen şimdi Elmas sultan?” dedim üzülerek.
“Kızım bir dinlesen beni! Dünyaya kazık çakmadık ya, elbette gideceğiz öte tarafa. Sen sadece söylediklerimi dinle, hemen öyle laf yetiştirme bana.”
“İyi, tamam dinliyorum.”
“Bak, birini seversen eğer sakın korkup da kaçırma kendini. Ama iyi tahlil et olur mu yavrum? Sana ne kadar değer verdiğini, gözlerinin içine nasıl baktığını iyi gör. Merhametsiz biriyle asla işin olmasın. Sana değer vermiyorsa, derdini sorup dinlemiyorsa, sana kendinden çok hatır vermiyorsa sakın ha güvenme. Kalbini de verme e mi kızım?”
“Tamam babaannem, sen hiç merak etme.” dedim ve sarıldım arkasından sıkıca.
“E bitti mi taraman?” dedi hemen, duygusallığa pek gelemiyordu çünkü.
“Bitti bitti!” dedim ve kalktım yataktan.
“Tamam, şimdi yardım et de şu elbiseyi giyeyim.” dedi ve o harika elbisesini giydirdim ona. Giyinirken bir yandan da:
“Benden sonra bu elbise senin.” dedi ama cevap vermeme izin vermedi. Elbiseyi giymişti ki, sandığı işaret etti bana.
“Ne var orada?” dedim merakla. Kutsal sandıktı çünkü o, uzaktan bakabilmiştim şu ana kadar hep.
“Orada benim gelin telim var, birkaç tane getir de saçlarıma tak.” dedi.
Şaşırdım ama dediğini de yaptım. Soru sormama izin vermiyordu çünkü. Nasıl takacağımı tarif etti ve saçlarına iliştirdim telleri.
“Hah, şimdi istediğim gibi oldu!” dedi sevinerek.
Odadan çıktık, yemek yedik birlikte. Kahve istedi benden, kıyıya köşeye sakladığı tütününden de sarıp içti kahvesiyle beraber. Sonra da beni sarılıp öptü ve apar topar gönderdi.
“Ya kalsaydım bu gece!” dedim ama:
“Git işini gücünü hallet, yakında nasılsa yine geleceksin.” dedi ve ısrarla yolladı beni.
Bir şey diyemeden arabama binip yola çıktım. Olanları düşünüp düşünüp hem şaşırıyor hem de gülüyordum. Henüz bir saat yeni olmuştu yola çıkalı, yine telefonum çaldı ve yine amcamdı arayan.
“Amca, ben çıktım evden, dönüyorum.” diye ona açıklama yapmaya çalışırken, hıçkırık seslerini duydum.
“Amca ne oldu?” dedim korkuyla.
“Annem.” dedi. “Annem ölmüş Aslı!”
Arabayı ne ara durdurdum da geriye döndürdüm, eve ne zaman vardım hiçbiri hâlâ yok hafızamda. Eve girip odasına ulaşınca, elinde dededim resmi, saçında benim taktığım gelin telleri ve üzerinde sonradan gelinliği olduğunu öğrendiğim o güzelim elbisesiyle huzurlu bir uykuda olduğunu gördüm babaannemin.
Öleceğini hissetmişti, vedalaşmaya çağırmıştı beni o kadar ısrarla. Ve hep söylediği gibi dedeme kavuşmuştu sonunda. İlk kavuşmaları gibi, son kavuşmalarında da aynıydı her şey.