Cebimdeki Cümleler

Soğuk bankın üstüne bir kedi yavrusu gibi tünemiş, gelmesi an meselesi olan yağmuru bekliyordum. İçimdeki bütün kavga dövüşten kalan yorgunluk ve kırıklarla teslim olmuştum başıma gelecek olan her şeye.
Ne hissettiğim ile ilgili kendime hiç konuşmadan, sadece kontrolden çıkmış öfkemi dinliyordum.
“Sen haklısın!” diye haykırıyordu bana. “Haklısın ve geri adım atmayacaksın!”
Onu dinlemek isteyip istemediğimi bile bilmeden, başka hiçbir duygumu da sorgulamadan teslimiyet içinde öylece oturuyordum sadece. Ama küçücük bir delikten sızmaya ve beni ele geçirmeye çalışan pişmanlığımın da farkındaydım. Ona yenilmeye niyetim hiç yoktu.
Kızgındım, çok kızgın! Olan biten, aramızda yaşanan her şeye ve birbirmize kurduğumuz o fütursuz cümlelerin her harfine öfkeliydim. Ama bütün bunlar, hepsi onun suçuydu. O başlatmıştı her şeyi, o sebep olmuştu işlerin bu kadar kötüye gitmesine.
Ben söylemiştim ona, defalarca uyarmıştım. Anlatmıştım tek tek neden sinirlendiğimi!
Bir nefes mesafesince düşündüm ve aklımda şu soru belirdi:
“Gerçekten anlattım mı? Yoksa ima mı ettim? Ya da tavırlarımdan anlamasını mı bekledim?”
İçimdeki öfkenin gardiyanı hemen savuşturdu bu fikirleri.
“Sen olması gereken her şeyi yaptın!” diyerek beni sarstı ve yine o haklı halime geri döndüm.
Ben haklıydım, o değil!

Yağmur damlaları yavaştan üstüme düşmeye başlarken, kalkıp gitsem mi diye düşündüm. Ama üzerimde kocaman bir kaya varmışçasına kalkamadan kaldım olduğum yerde. Yağmur damlaları ince hırkamın içinden gömleğime kadar sızarken, ben öylece bekledim. Belki iliklerime kadar ıslanırsam bu kızgın ateş sönerdi, öyle umdum.
Belki de öyle oldu, yağmur bana nüfuz ettikçe ben de rahatlıyordum. Yağmur damlalarını hissederken, birden kuvvetle çakan şimşekle sarsıldım. O kadar kuvvetliydi ki, kendi öfkemi gördüm sanki onda. Ama sonra aklımda bir anı belirdi, eskilerden, ilk zamanlarımızdan.
Bir akşam sinema çıkışı onu evine bırakırken aniden yağmur bastırmıştı. Yaz yağmuru, nasılsa geçer diye neşeyle yürürken çakan şimşek bir anda ikimizi de ürküttü. Ama o, benden daha çok korkmuş ve çareyi bana sarılarak saklanmakta bulmuştu. O anda kulağına fısıldadığım cümleyi hatırladım:
“Korkma, ben varken sana hiç bir şey olmaz.”
Sanki zihnimin önüne geçen dumanlar biraz biraz aralanıyor ve mantığımın sesi yavaş yavaş bana ulaşıyordu anılarımızın gücünü arkasına alarak.
Benim direnişimin azaldığını gören mantığım seslendi:
“Hayır!” dedi. “Sen haklı değilsin, duygularına ve öfkene yeniliyorsun.”
O konuşurken, öfkemi aradım içimde, bu saçma fikre, beni anılarla yıldırmaya çalışmasına müdahale etmesi gerekiyordu çünkü!
Ama beni kasıp kavuran ve saatlerdir her hücreme hükmeden öfkem, giderek küçülüyor ve haykırışları azalıyordu. Mantığımın sesi yükseldikçe, o küçük bir çocuk korkaklığıyla bakar olmuştu bana. Sesi çıkmadan, köşeye sıkışmış halde.
Ondan kalan boşluğu, pişmanlığım doldurmuştu. Haksız olduğumu, yanlış yaptığımı, öfkemin kurbanı olduğumu söyleyip bütün acımasızlığını çarpıyordu suratıma. Öfkem yoktu, korkup kaçmıştı ve ben artık mantğımla pişmanlığımın arasında mahkum olmuştum. Çaresizce onlara kulak veriyordum, teslim olmuştum.
“Düşün!” diye bağırdı mantığım. “Olanları düşün ve her şeyi yoluna koy!”
Düşünmeye başladım her şeyi en başından. Kavgalarımızın sebeplerini, son kavgamızın ve bu hale gelişimizin asıl nedenlerini…
Aslında sebepler, basit birer yanlış anlamadan ibaretti. Doğru düzgün ifade edemediğim düşüncelerim, hissettiklerim ve beklentilerimdi her şeye sebep. Ondan, hiçbir şey söylemden beni anlamasını beklemiştim.
“Bu bencillik!” diye bağırdı yine mantığım.
Evet bencillikti. Ona kendimi anlatmadan, açıkça konuşmadan ve en önemlisi de onu anlamaya çalışmadan ortalığı toza dumana katmam tamamen bencillikti. Oysa her şey, birkaç cümleyle çözülebilecek kadar basitti.
“Bugün iyi hissetmiyorum, sebebi şu…” gibi bir cümle, bütün gerginliği ortadan kaldırabilecekken, ben susup beni anlamasını beklemiştim. İyi de, neyi anlayacaktı ki? Benim gün boyu neler yaptığımı, neler yaşadığımı bilemezdi ki! Anatırsam evet, o zaman böyle davransa tavır koymakta haklı olurdum. Ama hiç anlatmadan…
Bütün bunlar, bu akıl karmaşası içinde bir de o ilk zamanlarımızın anılarının kokusu sardı içimi. Hanımeli gibi kokan, hayatımın belki de en heyecanlı ve mutlu zamanları… Ve bugün o hanımeli çiçeklerini kökünden kesip de geriye kurak anılar bırakmak üzere oluşum…
Bunu yapamazdım!
Üstümdeki kaya yağmurun altında eridi gitti ve kalktım olduğum yerden. Öfkem artık bir mercimek tanesi kadar bile kalmamıştı. Adımlarımı hızlı hızlı attım eve doğru. Bir an önce gidip, bu kırık döküklüğü ortalıktan toplamak istiyordum.
Evin kapısına gelince, derin bir nefes alıp rahatladım ve zile bastım. Çıkarken anahtarımı bile almamıştım çünkü öfkemden.
Kapıyı bana kızarmış gözlerle açtı. Makyajı akmıştı ve çok sevimli görünüyordu her zamanki gibi.
Hiç beklemeden sarıldım, sıkı sıkı sarıldım, pişmanlığımı hissetsin ister gibi. Saçlarının arasından kulağına fısıldadım:
“Özür dilerim.”
Benden ayrılıp gözlerimin içine sevgiyle baktı.
İşte her şeyi güzelleştirmek için, o sihirli ve iyileştirici cümlelerden ilkini kurmuştum. Onda ve kendimde açtığım her yarayı iyileştirip kırıkları kaynatacak cümleleriyse, eve doğru yürürken ceplerime doldurmuştum.

Esra Barın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.