2012 Eylül Ankara
Erdem geceden beri gözlerini diktiği sokak lambasından kafasını çevirmeden öylece duruyordu. Geceden sabaha uyumamış, ılık eylül akşamı artık kendisini soğuk eylül akşamının kollarına bırakmıştı. Fakat Erdem’in aklında tek bir şey vardı. Kafasında ise bir soru. Bir çift yeşil göz. Neden aniden gitmişti? Tabure üstünde unutulmuş kedi ne demekti?
Gerçek adı neydi? Kimdi?
Erdem kafasında bu kadar düşünce ile birlikte sabahlamış, aklını kalbini her şeye kapatmıştı o an. Arkadan gelen bir sesle irkildi. Anıl uyandı, Erdem’e doğru hayalet görmüş gibi yaklaştı.
“Günaydın üstat!”
“Günaydın.”
“O uyumamışız, hangi deniz?”
“Yok be oğlum ne denizi. Sana bir şey diyeyim. Dün ki o kız, rüyamdaki gözleri olan kız.”
“Nasıl?”
“Akşam sahnede doğum gününü kutladığımız kız var ya hani. O kız benim onun gözlerini rüyamda gördüğüm kızdı.”
“Oğlum sen iyi misin, dumanlı mısın nesin anlamadım, ne diyorsun sabah sabah?”
“Yok bir şey hadi uyuyorum ben.”
“Bir dakika birader sen şimdi mi uyuyacaksın, ben seni yeni uyandın sandım.”
“Hadi uyudum.”
“Bana bak iyi misin sen?“
“İyiyim, iyiyim.”
Erdem uyumaya gitti. Anıl rutin hayatına kaldığı yerden devam ediyordu. Erdem’in durumuna takılmış, ara sıra gelen bu duygu durum değişikliklerine alışkın olduğu için bir şey dememişti.
Erdem uyuyorken telefonu çaldı. Telefonunu salonda bırakmış, odasında uyuyordu. Anıl açtı. Arayan Ali’ydi. Akşamları çaldıkları mekânda çalışan bir barmendi. Telefonu açar açmaz Ali konuşmadan Anıl konuşmaya başladı.
“Birader Anıl ben. Erdem uyuyor. Telefonu da salonda kalmış. Hayırdır?”
“Ağabey selam, dün ki barda doğum günü olan kızı sordu da Erdem. Onu araştırdım. Bir şey çıkmadı. Adı sanı hiçbir şeyi yok. Nakit ödeme yapmış, Fiş de bulamadık.”
“Hangi kız, hangi doğum günü ne ödemesi? Oğlum siz manyak mısınız? Eşkıya mısınız?”
“Tek doğum günü vardı işte. Hangisi olacak? Neyse sen sorgu sualini Erdem’e sor o anlatsın.”
Telefon kapandıktan sonra Anıl küçücük evde dört dönüp durdu. Her odasına girdi çıktı. Volta attı. Dakika başı Erdem’i kontrol etti. Uyanıp uyanmadığını, odasına girip hızlıca perdeyi çekti.
Erdem bir an önce uyansın da Anıl sorularına cevap bulsun diye, elinden geleni ardına koymadı.
Erdem, yaklaşık 3 saat uyudu. İlginç bir sabah oluyordu. Robdöşambrını giymiş Anıl, elinde kahvesiyle, şişme yatakta yatan Erdem’in yatağının köşesine ayağını koymuştu. Ayağını o köşeye koyduğu için de dönerken dengesini çok sağlayamayıp uyandı Erdem. Bir nevi Erdem’i zorla uyandırdı Anıl.
“Evet başla, anlat dinliyorum.” Diye dünyadan haberi olmayan Erdem’i üstüne bir kabul gibi çöktü.
Erdem neye uğradığını şaşırdı. Ayılmaya çalıştı. “Oğlum sabah sabah manyak mısın sen? Delirdin mi bu nasıl uyandırmak”
“Dökül bakayım nedir bu dün ki kız muhabbeti?”
“Hangi kız ?”
“Ali’ye kadar ulaşacağın ne yaşandı acaba gece?”
“Sen onu diyorsun.”
“Evet onu diyorum.”
“Yok bir şey be oğlum sadece sordum.”
“Bana bak yoksa sen bu kıza?”
“Saçmalama Anıl. Ne alakası var?”
Kafa karıştıran bir konuşmanın ardından, Erdem iyice ayıldı. Salona geçtiler. Anıl Erdem’in takıntılarını bilen birisiydi. Erdem kötü niyetli değildi ama bir şeyin peşine takılınca, giderdi ardından. Takıntılıydı. Anıl da yeni bir takıntı ile karşı karşıya olduğunu düşünüyordu. Erdem umursamaz gibi basit bir konuymuş gibi üzerinde durmuyordu. En azından öyle görünüyordu. Ama bir taraftan da kafasındakiler aklını yiyordu.
Erdem bir çift yeşil gözün peşine düşmüş arayıp duruyordu. Etkilenmişti. Çok etkilemişti. İlk görüşte bir histi. Adını koyamıyordu. Nedir ne değildir bilmiyordu. Ama bildiği tek şey o gece rüyasında gördüğü gözlerin, aynı gecenin ardından karşısında görmesi efsane bir histi. Hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Gerçek hayata dönmesi an meselesiydi. Aradan geçecek olan 5 yıldan haberi olmadan onun hakkında birçok şeyi duyacaktı. Ama artık gerçek hayat…
Telefonunun çalmasıyla birlikte gerçek hayatına döndü. Arayan sevgilisi Merve’ydi…
Hilâl Altuğ