Can
Karşımda oturmakta olan annem memnuniyetsiz bir ses tonuyla, “Gecenin bu vakti neredeydin?” diye sordu. “Evine gittim ama yoktun. Oğlum biz sokak sokak seni mi arayacağız? Telefonuna ulaşmak bile saatlerimizi aldı.”
Oturmakta olduğum tekli koltuğun koluna dirseğimi yaslayıp elimle çenemi destekledim. “Sizi dinliyorum.”
Babam hızla ayağa kalktı. “Küçük bir çocuk gibi davranmayı bırak artık! Sorunlardan böyle kaçamazsın! Her canın sıkıldığında bize sırtını dönemezsin!”
Alay dolu bir ses tonuyla, “Yaptığım tam olarak bu,” dedim.
“Bana bak, bir an önce kendini toparla! Biz tanınan bir aileyiz Can!”
Gözlerimi kapatarak alnımı ovuşturdum. Babamın her zamanki sözleri değildi keyfimi kaçıran. Asıl sorun, Ela’nın yanından ayrılmış olmamdı. Şu an onunla yan yana olabilirdik. Koltukta epey yakın oturabilirdik. Belki saçlarını okşamama izin verirdi ya da kokusunun kaynağına sokulup derin bir nefes almama.
Ne zaman istediklerime sahip oldum ki? Hayatımdaki hiçbir şey benim kontrolümde değildi. Yazdığım kitaplar, kontrol edebileceğim sayısız dünyanın anahtarıydı işte. Pasif agresif bir girişimdi belki de ama bana iyi gelen tek şeydi en nihayetinde.
“Bundan sonra bizden habersiz bir adım atmayacaksın!”
“Ben on yaşında bir çocuk değilim!”
“Öyleyse on yaşında bir çocuk gibi davranmayı bırak! Sıkılmadın mı yapacağın her şeyi bizim söylememizden? Bir kez de yapman gerekeni kendin yapsan ölür müsün?”
“Sakin ol Nazım,” diyen annemin sesi cılızdı. Sanki bunu sırf laf olsun diye, büyük bir isteksizlik içerisinde söylemişti. “Öğrenecek zamanla. Henüz her şey çok yeni.”
“Başlarım böyle işe! Bir an önce kendini toparla ve yarın ilk iş doğru düzgün giyinip şirkete gel. Şebnem de orada olacak.”
Gözlerimi devirdim. Bir bu eksikti. “O yurt dışında değil miydi?”
Babam, çatık kaşlarının gölgelediği öldürücü bakışlarını bir anlığına üzerimden çekip ellerini arkasında birleştirdi. “Senin dünyadan haberin yok.” Bakışları yeniden yüzümü bulduğunda biraz olsun yumuşamıştı. “Sana haber vermemesine şaşmamalı.”
Hafifçe omuz silktim. “Birkaç kez aramıştı ama açmadım. Zaten benim için bir önemi yok.”
“Ne demek önemi yok? Beni kızdırma!”
Annem ayağa kalkıp babamın omuzuna yerleştirdi elini. “Nazım, yeter bu kadar.” Sesi nihayet az da olsa güçlü çıkmıştı. “O da anladı kendini, eminim. Değil mi Can?”
“Hayır, anlamadım,” diyerek ayağa kalktım. “Size iyi geceler sevgili anne ve baba. Kalıp baldan tatlı sohbetinizi biraz daha dinlemek isterdim ama saat epey geç oldu ve benim uyumam gerek. Malum, yarın sabah erkenden şirkete geçecek ve muhtemelen Şebnem’le tüm enerjimi tüketecek bir görüşme yapacağım.”
Babam tam bana doğru adım atmıştı ki daha fazla beklemeden hızlı adımlarla ondan uzaklaşıp salondan çıktım. Çok geçmeden evden ayrılmış, taksiye binmiş ve kendi evime gitmek üzere yola koyulmuştum. Güzel başlayan ancak saçma biten bir geceydi. Yarın Ela’yı görmek için nasıl bir bahane uydursaydım acaba? Bahane uydursam ne olacaktı ki? Yarın ayaklarım beni babamın imparatorluğunu kurduğu binaya götürecekti ve isim tabelamın asılı olduğu kapıdan geçip ofis adını verdikleri o sevimsiz dört duvarda günümü ziyan edecektim. Asil kıçım deri koltukta oturmaktan terlediğinde ve sadece kahve içmek istediğimde ayağa kalkacaktım. Kahvemi bana atadıkları kendini şanslı hisseden asistanıma da yaptırabilirdim ama bir misafirim olmadığı sürece bunu tercih etmez, ofisten çıkmak için can atıyorken her fırsatı değerlendirirdim. Peki Ela’yı ne zaman görecektim? Kahretsin!
Çağla Fulya