Gene deniz kenarındaydı. Giden gemilerin ardından uzun uzun bakıyordu. Sanki hiçbiri gitmeyecek gibiydi. Sanki birkaç dakika içerisinde hiçbiri gözden kaybolmayacak gibiydi. Onları saymaya başladı. En baştaki, en fiyakalısıydı. O saymaya başladığında bütün gemiler uzaklaşmaya başladı. Uzaklaştılar… Uzaklaştılar… Güvertede farklı duygular yaşayan aynı insan yüzleri… Bazıları duygusuz, sanki yıllardır o geminin yolcusu, bir bakışta onları anlarsın. Bazıları hüzünlü, onlar için karadan ayrılmak evladından ayrılmak gibi… Bazıları sanki limanda onlara el sallayacak birisini bekliyor.
Gemiler teker teker ufuk çizgisinden ayrılıp kaybolmaya başlıyor. O son gemi kaybolmasın istiyorsun. Öfkeleniyorsun… Birkaç saniye de olsa onu daha çok görebilmek için limanın korkuluklarına dayanıp öne doğru olabildiğince eğiliyorsun. Sonra ufuk çizgisinden o gemi de kayboluyor. Hayatında ilk ve son kez bir gemi güvertesinde gördüğün insanlardan ayrılıyorsun. Her geminin bir adı vardır ya işte adı yazıyor son geminin üzerinde: “Umut”.
Öfkeleniyorsun bu ayrılık hikâyesine, limanda oturduğun bankta bıraktığın çay soğumak üzere… Tam o esnada simitçi bağırarak geçiyor. “Sıcak sıcak, çıtır çıtır simit” diye… İki simit alıyorsun. Bir ısırık simidinden alıyorsun, bir yudum da çayından alıyorsun. Sanki dünya üzerinde simit ile çayın ilişkisi tam o esnada ağzında başlıyor.
Öyle bir lezzet ki yaşadığın zamanın ne zaman olduğunu unutuyorsun. Sahilin bir köşesinde bir boyacı duruyor. Boya tezgâhının kenarında bir saatli maarif takvimi var. Üzerinde 31 Aralık 1974 yazıyor. Boyacı abi 1975 yılına girememiş. Bazı tezgahların önünde üç kuruş para kazanmak için Noel Baba kılığına giren insanlar var. O günün yılbaşı olduğunu oradan anlıyorsun. İçindeki mutsuzluğa bakmadan modern dünyanın insanlarına bir günlük sahte mutluluk satmak, bu Noel Babaların hepsinin görevini oluşturuyor. Boyacı abinin yanına gidiyorsun. “Niye tezgâhtaki takvim 1974 yılında kaldı?” diyorsun. “31 Aralık 1974 tarihinde kızım ve eşim bir trafik kazasında öldü.” diyor. “O günden gayrı takvim umurumda değil.” diye de ekliyor. Sonra ona sarılıyorsun. 1975 yılına birlikte ağlayarak giriyorsunuz.
Simidinin biri bitmiş, diğeri kalmış. Çay soğumuş. Gerisini yiyemiyorsun. Boğazından geçmiyor. Belki tarihte simit ve çay defalarca kez buluşmuştur onu bilemem ama… İlk kez 1975 yılında ayrılıyor.
Orçun Gül