VATAN YAHUT SİLİSTRE
Dört Perdelik Tiyatro
Kişiler
ZEKİYE HANIM
HANİFE HANIM
İSLÂM BEY Gönüllü Subay
AHMED SIDKI BEY Albay
RÜSTEM BEY Kaymakam
ABDULLAH MİRALAYIN ÇAVUŞU
BİR KAYMAKAM
BİR BİNBAŞI
BİRİNCİ SUBAY
İKİNCİ SUBAY
ÜÇÜNCÜ SUBAY
NEFERLER[1]
GÖNÜLLÜLER
I. Perde
(Perde açılınca, kenarı sokağa bakan bir oda görünür. Zekiye, Arnavutluk’a özgü düzgün giysisiyle mindere uzanmış, elinde bir kitap, önünde bir mum. İslâm Bey de sokakta gezinir.)
Birinci Sahne
ZEKİYE
(Kitabı yastığın üzerine bırakarak)
Ah! Anneciğim! Anneciğim! Gönlüme niçin bu kadar yumuşaklık verdin? Düşüncemi niçin bu kadar açtın? Sen de şimdi kızını görsen okuttuğuna pişman olurdun. Benim gönlüm öyle büyük büyük duygulara nasıl dayansın? Benim beynim öyle geniş geniş düşüncelere nasıl tahammül etsin? Yüreğim ne kadar çarpıyor! Sanki göğsümü yerinden koparacak da dışarı fırlayacak… Beynim ne kadar sıkılıyor! Sanki başımı paralayacak da etrafa dağılacak…
(Ellerini yüzüne kapayarak)
Anneciğim! Anneciğim! Daima babamı düşünmek için açtığın, hazırladığın düşüncede başkası geziyor! Daima seni sevmek için terbiye ettiğin, büyüttüğün gönülde başkası hükmediyor! Seni babam okutmuş, onun yoluna öldün. Beni sen okuttun, yoluna ölmek değil, öldüğüne ağlamak bile hatırıma gelmiyor! Ah! Daima o! Gözümde o! Hayalimde o! Aklımda o! O! O! O! Bir kere sokakta gördüm, keşke yüzüne baktığım zaman gönlüme düşen ateş gözlerimi eriteydi. Daha bir bakışta vücudumda ne kadar kuvvet varsa toplayıp da gözlerimi başka yana çevirmek istedim. Eyvah!..
Ne vücudumda kuvvet buldum, ne gözlerime hükmüm geçti. Sanki ömrümde gördüğüm, işittiğim, okuduğum, düşündüğüm ne kadar güzel şey varsa hepsi bir yere toplanmış da, bir insan çehresi olmuş karşıma gelmişti.
(Biraz düşündükten sonra)
Hayat ne garip hâl imiş! Birkaç gün evvel yanımda biri ağlasa, gözünün yaşı sefasından dökülüyor sanırdım; bugün kulağıma kahkahalar matem sesi gibi geliyor! Birkaç gün evvel gamlı gamlı bulutlarda şimşek çaktıkça biri gülüyor gibi görünürdü, bugün yeni açılmış güllerde çiy görsem birinin gözyaşı dökülmüş sanıyorum! Birkaç gün evvel yüzüm gülüyordu; sanki her şey de benimle birlikte gülüyordu! Bugün gönlüm ağlıyor… Sanki her şey de gönlümle birlikte ağlıyor! Gene sabah oldu, gene gözüme bir dakika uyku girmedi.
(Mumları söndürerek)
Zavallı mum! Acaba ben de senin gibi yana yana tükenip gidecek miyim? Beş dakikacık uyuyabilseydim… Belki düşümde görürdüm de ayaklarına kapanır, gönlümün zehrini dökünceye kadar doya doya ağlardım… Allah’ım! O mektup ne idi?.. Ateşle yazılsa insanın yüreğini o kadar yakmaz. Okudukça gözlerimden sanki yüzüme, göğsüme doğru damla damla alev parçaları saçıldı… Bilmem sütannem getirdiği zaman nasıl utancımdan yerlere geçmedim!.. İnsan, sevincinden ölmüyor; ama çıldıracak! Mektup sözünü işittiğim gibi ondan geldiğini bildim. Kendi gelse, belki utanırdım da o kadar çırpınarak üzerine koşmazdım. Gönülde keramet mi var nedir?.. Kimi zaman bilinmeyeni de biliyor! Ah! Benim o zaman başka kimi düşündüğüm vardı? Hâlâ kimi düşündüğüm var? Mektup babamdan da gelse yine ondan sanmaz mıydım? Belki dünyayı bildim bileli bir kere yüzünü görmeye özlem duyduğum babamdan geldiğine keder ederdim… Seviyorum, sevmekten bir türlü kendimi alamıyorum. O da beni seviyor, sevdiği mektubunda yazılı… Kendi yazısıyla yazılı… Elbette gerçektir… Hayır! Elbette gerçektir! Allah o kadar güzel bir vücudun içinde hainlik saklamaz ya!
(Biraz düşündükten sonra)
Kim bilir? En güzel çiçeklerin arasında yılan bulunuyor… Yarabbi! Yarabbi! İnsanın yüzü gibi gönlünü de meydanda yarataydın ne olurdu?
Namık Kemal
[1]Rütbesiz askerler, erler