“Senin 🤬🤬🤬.”
“Sus! Sus yeter!” diye ağlayarak elimle ağzını kapattım. “Dayanamıyorum artık, görmüyor musun?”
Üzerime tükürür gibi söylediğin o çirkin sözler ruhumun üzerine bir balyoz gibi iniyor.
Gözyaşlarıma aldırış etmeden bileğimden kavrayıp ağzını kapattığım elimi yüzünden sertçe sıyırdı ve kaldığı yerden devam etti küfürlerine. Gözyaşlarım sanki onu daha çok tahrik ediyordu. En kutsalıma dil uzattığında panikle ellerimi tekrar kapadım ağzına. “Yapma!” diye yalvarırken titreyen ellerim istemsizce boynuna kaydı. Aman Allah’ım. Ben ne yapıyordum? Susturmak istiyordum ama böyle değil…
Kendi yaptığım şeyin şoku içinde ellerimin kavramasını gevşetip geriye doğru bir adım attığımda yüzüm sola doğru savruldu. O an zifiri bir karanlık sarıp sarmaladı beni. Kalmak istedim o karanlığın içinde. Kurtulmak istedim…
Gözlerimi tekrar açtığımda kendimi ondan birkaç metre uzakta, duvarın dibinde buldum. Yere damlayan kırmızı lekeleri görünce sol elimi burnuma götürüp kontrol ettim. Akan kan benimdi. Burnum kanıyordu. Demek ki bundan sonra sadece sözleriyle değil, elleriyle de canımı yakacaktı.
Yerden destek alarak doğruldum. Ayakta zor duruyordum, hâlâ başım dönüyordu. Duvara yaslanarak duruşumu dikleştirdim. “Bana bunu da mı yapacaktın?” diye sayıkladım titreyen bir ses tonuyla. Ağlayamıyordum. Gözyaşlarım kaskatı kesilmişti. Burnumdan akan kan gözyaşlarımın aksine ılık ılık akmaya devam ediyordu çenemden boynuma doğru.
“Senin yüzünden! Hep senin yüzünden. Bana bunu da yaptırdın sonunda!” diye bağırarak dizlerinin üzerine çöktü ve öfkeyle yumruklarını yere vurmaya başladı. Bu esnada sürekli beni suçlamaya devam ediyordu.
Kimdi bu adam? Bana yaptığı şey için yine beni mi suçluyordu? Kimdi bu adam? Benim âşık olduğum adam değildi…
“Bir de yaptığın şey için beni mi suçluyorsun?” diye sordum şaşkınca. Halimi görmüyor muydu? Üstüm başım kan içindeydi. Titriyordum. Ayakta zor duruyordum.
“Ne yapsaydım haa! Beni boğmana izin mi verseydim?” diye atıldı.
“Ben sadece… sadece senin susmanı istemiştim.” diye sayıkladım. Ellerimin onun boynuna kaydığı ânı hatırlayarak başımı pişmanlık içinde yere eğdim.
Ya ben kimdim? Gerçekten ona zarar mı vermek istemiştim? Yok hayır! Hayır! Böyle biri değildim ben.
“Ben sadece senin susmanı istemiştim.” diye tekrarladım sözlerimi daha sesli bir şekilde.
“Ben de sadece kendimi kurtarmak istedim o zaman.” diye iddialı bir şekilde cevap verdiğinde tiksintiyle yüzümü buruşturdum. Pişman bile değildi. Kahretsin! Pişman bile değildi.
Böyle birini mi sevmiştim ben? Sevemezdim. Daha doğrusu sevmemeliydim.
Midem bulanıyordu. Buraya kusamazdım. Lavaboya gitmeliydim. Duvardan destek alarak banyoya doğru yürümeye başladığımda kalkıp bana doğru yaklaştı. Korkuyla sol kolumu kaldırıp siper aldım.
“Ben yardım edecektim.” diyerek kolumdan tutmak istedi. Beni bırakmasını söyledim fakat o ısrarla yardım etmek istediğini tekrarlıyordu. “Dokunma bana!” diye bağırdığımda geriye sıçrayarak elini çekti.
“Bu ne şimdi! Ne demek dokunma, sen benim karımsın.”
Burukça baktım yüzüne. Karımsın diyordu bana. Gözüme batan yaşlar sessizce düşmeye başladı yanaklarıma.
“Az önce de karın değil miydim? Yüzüme o tokatı indirirken? Ya da iliklerime kadar küfrederken bana?” diye sordum sesime yansıttığım isyanımla.
“Özür dilerim… ama sen de üzerime çok geldin.” derken panikle masanın üzerindeki kağıt havlu rolüne uzanıp bir parça kopardı ve bana doğru uzatmak istedi. “Burnun çok kanıyor.” diye ekledi yüzsüzce.
Elimi havaya kaldırarak dur işareti yaptım. “Senden gelen hiçbir şeyi istemiyorum artık. Uzak dur benden!” dedim kendimden emin bir şekilde.
“Burnun… burnun çok kanıyor ama!” diye itiraz ettiğinde “Kalbim kadar değil.” diye cevap verdim.
Yalpalayarak birkaç adım daha uzaklaştım ondan. Başımı kaldırıp son defa gözlerine baktığımda yaşadığımız bütün güzel anılar bir film şeridi gibi akmaya başladı gözlerimin önünden. Sessizce veda ettim onlara.
“Bitti.” dedim kısık bir sesle.
O söylediğime yüzsüzce şaşırırken ben banyoya gitmekten vazgeçip yalpalayarak portmantoya doğru yürüdüm. Pardösümü çıkarıp ağır hareketlerle giyindim. Ayakkabılarımı da giyip dış kapıya yöneldiğimde “Nereye?” diye seslendi ardımdan.
“Senden uzağa.”
“Gitme… Gidersen bir daha dönemezsin!” dediğinde acı acı gülümsedim. Gitme derken bile beni tehdit ediyordu. Hâlâ döneceğimi düşünüyordu galiba.
Kararlı bir şekilde dış kapının kolunu büküp açtım. Aramızdaki mesafeyi kapatıp “Gidemezsin, sen benim karımsın.” diyerek bileğimden tuttuğunda, “Sen artık benim kocam değilsin ama.” diye cevap verdim sakince. Bileğimi kavramasından sıyırıp dışarıya çıktım.
“Her yerin kan içinde. Konu komşu seni böyle gördüğünde ne der?” dediğinde hıçkırıklarım kahkahalara karıştı. Gerçekten de tek derdi bu muydu? Kimsenin beni böyle görmemesi.
“Görsün.” diye sayıkladım ve merdiven basamaklarını tek tek inmeye başladım. Artık herkes görsündü kadına yönelik şiddeti. Kör ve sağır olmasındı.
Apartman çıkışına ulaştığımda karşı dairedeki pencereyi silen kadının eli, sildiği pencerede bir süre asılı kaldı. Şaşkınca bakıyordu yüzümdeki kana. Onun bakışlarına aldırış etmeden sarsak adımlarla yürümeye devam ettim. Köşedeki marketten elinde poşetlerle çıkan dedikoducu hanım teyze de beni gördü. Yargılayan bakışlarına aldırış etmeden yürümeye devam ettim. Amaçsızca yürüdüğüm her sokakta, geçtiğim her caddede bütün bakışların ilgi odağıydım. Kimisi önce şaşkınca bakıp sonra yüzünü çevirdi beni görünce, kimisi yardım etmek istedi. Kimisi suçladı beni, kimisi de acıdı ama en çok da gördüler beni. Hepsi.
“Zavallı kadın.” dediler ardımdan belki de. Oysa ki zavallı olan ben değildim. Bana bunu yapandı.
Hatice Işıktaş
Not: İlk cümlede geçen çirkin sözler kadına saygıdan dolayı yazılmamıştır.