Esrar Kargaşası #4 – Düşünce Trafiği

Esrar Kargaşası’nın diğer bölümlerini okumak için tıklayınız.

4.BÖLÜM: DÜŞÜNCE TRAFİĞİ

I

Bu şehre mahpus, mecbur, mahkûm insanlar henüz şehre güneş ışınları konmamışken inerler.  Şehir muğlak, karanlık, tenha, kuytu, yalnız, ıssız ve tekinsiz bir sis içindeyken aklını çalıştıranlar, yazgısı yüzüne gülmüşler ve talihi yaver gidenler kendi koltuklarında; geriye kalanlar ise kendilerini şehrin sahibi bellemişlerin koltuklarında geçici olduklarını bile bile gitmek zorundalardır. Bu iki çeşit zorunlu insanlar şehirden gelmeyen bir kuralla aynı anda inerler şehre gökten ve çukurdan.  Bir lahzada şehrin bomboş yolları, bulvarları, sokakları dolup taşar. Ardı sıra sıralanan koltuklar, örtüsü olur şehrin çatlak, büyük, küçük, gösterişli, kollarında. Birbirini önemsemeyen, değer vermeyen ve geçmeye çalışan koltuklar, şehrin göstermelik kullarını da ihmal etmeyi unutmaz. Akıllarını ileriki zaman da gerekli olacağını düşündükleri için kullanma gerekliliği duymayan bu koltuk sahipleriyle şehrin örtüsü uzadıkça uzar, genişledikçe genişler. Ancak güneş çelik tepelerin arasından gözükmeye başladığında; güneşin ışıkları uykuya hasret, yitik zaman insanlarının gözbebeklerine doğru süzülür. Uykuya hasret, yitik zaman insanları biraz nefes almak biraz dinlenmek biraz hissetmek biraz benlerini bulabilmek için camlarını açarlar; işte o vakit açılan camlardan düşünceler boşalıp bulutlara, göğe, gökadaya, evrene, fezaya dökülür ve sonrasında dönüp doluşurlar Kadir’in kafatasına.

Kadir saati, günü, anı düşünmeden düşünüyordu. Üçüncü cinayetin işlenmesinin ardında dördüncü cinayetin işlenmesini bekliyordu. Fakat dört gün geçti, on dört gün geçti ama koskoca şehirde henüz bir cinayet işlenmedi.  Nasıl olabilir bu? Kadir bu cinayetlerin,  cinayetleri birbirine bağlanan hiçbir ipucu olmamasına rağmen bir seri cinayetler silsilesi olduğuna o kadar emindi ki hâlâ inanamıyordu bu duruma. Kaç kez gezen devreleri dinlemiş, gözlerini dört açmalarını söylemiş, kimselerin yaşamadığı, uğramadığı yerlerden geçmeleri için tembih etmişti. Fakat yine de istediğini elde edememişti. “Neden? Neden gerçekleşmedi bu cinayet!” diye söylendi. Başını iki elinin arasına almış kara düşüncelerden ışığı arıyordu. Dirseklerini dayadığı masasının üstü darmadağınıktı.  Birbirinin ardınca, üst üste, yan yana, buruşuk, katlı, düz, yazılı ve yazılmamış kağıtlar vardı. Masanın sağında duran bilgisayar kendisi ile ilgilenilmediğinden uykuya yatmıştı. Güneş ışıkları perdesiz pencereden sessizce içeriye sızıyordu, sızıyordu.  Güneş yükseldikçe ışıklar da arttı; arttıkça odada toplanan ışıklar odayı ısıttı, daha da aydınlattı. Artık odanın içerisinde gezinen toz tanelerinin birçoğu Kadir’in başına konmuştu.  Kadir tek bir kirpiğini oynatmadan durmuş düşünüyordu. Yeni bir cinayetin işlenmeyişinin nedenini düşünüyordu. “Acaba işlenecek cinayetler bu kadar mıydı?” diye düşündü, görünürde birbiriyle bağlantısı olmayan cinayetlerin aralarında nasıl bir bağ olabileceğini düşündü. Düşündü. Düşünmeye döngüsüz bir sonsuzlukla devam edecekken omzuna konan küçük fakat iri bir el ile irkildi; çıkmaza düştüğü düşünce trafiğinden çıktı, bir an boş gözlerle etrafı süzdü. Kafasını omzuna konan elin sahibine çevirdi, baktı. Güleç, samimi yüzü, dalgın yanakları ve sürekli kırpmaktan kendisini alı koyamadığı kirpikleriyle Kenan ona bakıyordu. Bir şeyler kulağına hücum etti. Kenan konuşuyordu. Kenan ne söylüyordu? Duymuyor muydu Kadir, Kenan’ın söylediklerini. Duyuyordu. Fakat anlayamıyordu Kenan’ın dediklerini. Düşünce trafiğinden hızlı çıkışı onu afallatmıştı. Bekledi. Bekleyiş onu boş bakışlardan sıyrılıp kendine getirdi ve Kadir kulaklarına verdi bilincini.

-Başkomiserim, öğle yemeğine çıkacak mısınız? Çıkmayacaksanız buraya söyleyelim yemeği efendim.

Kadir sinirlendi, birden parladı, Kenan’ı payladı. “Ne yemeği ulan, çekil git başımdan!” ani bir refleks ile duymadan, düşünmeden ve hissetmeden söylemişti bu cümleyi Kadir.

Kenan’ın güleç yüzüne utangaçlık eklendi. Ezildi. Kulaklarına kadar kızardı ve onu rahatsız ettiğini dile getiren mırıltılar ile ondan özür dileyen bakışı eşliğinde yavaşça odadan çıktı gitti. Düşünce trafiğinden çıkmanın mahmurluğunu iyiden iyiye üstünden atan Kadir, bir şey arıyormuş gibi odasının her köşesine bakmaya başladı. Gözleri odasının açık kapısına ulaşınca, kapısından dışarıya, diğer masalara doğru baktı. Tüm masalar boştu, her yan sessizlikle doluydu. Emniyet binasının bu katında nefes alan tek mahlûk Kadir’in kendisiydi. Gözerini masasının sol köşesinde bulunan masa saatine çevirdi. Yarım saat önce öğle paydosunun başlamış olduğunu gördü. “Öğle oldu demek!” dedi. Ne zamandan burada, masanın başında oturup düşündüğünü anımsamaya çalıştı. Sanki bir asır geçmişti de ona küçücük bir an gibi gözüktü bir zaman. Kenan’ı düşündü sonra. Yarım saat erken mi gelmişti? Hâlâ çıkmamış mıydı yemeğe yoksa? “Ayıp ettik çocuğa da!” diye fısıldadı. Kendi sesinin duymak istemiyordu sanki.

Biri süre ne yapması gerektiği konusunda kararsız kaldı, kafasını toplaması gerektiğinde karar kıldı en sonunda. Artık bu düşünceden sıyrılmalıydı, mıhlanmış kalmıştı tutarsız düşünceye. “Saçma!” dedi düşüncesine Kadir. Salt üç cinayet arasında geçen vaktin dört gün olması onları birbirine bağlayabilir miydi?

Masasını toplamaya karar verdi. Birkaç kâğıdı aldı eline, sıraladı, düzene soktu. Aklının bir ucuna, “Aslında cesetlere otopsi yapabilmiş olsaydım…” cümlesi gelip kondu. Kâğıtlar elinden kaydı, o yeniden trafiğe girmeye hazırlandı. Durdu. Otopsi yapamadığı için hayıflandı.  Fakat otopsiyi yaptırmak için gururunu ezip geçmesi gerekliydi. Çünkü kendisinden başka hiç kimse cinayetleri bağdaştırmıyor, katili ve ölüm nedeni görünürde belli olan cinayetlere otopsi yapmaya yanaşmıyordu,  üstelik katiller suçlarını kabul etmişken. Bir de işin gurur tarafı vardı ya gururuna yediremiyordu gidip zorla otopsi yaptırmak için izin almayı. Ona güler, onun söylediğiyle alay geçerlerdi. Kadir yumruğunu sıktı, dişlerini birbirine sürterek, “Sanki bir bok bildikleri var. Oturmuşlar üstümüze tanıdıklarla bilgiçlik taslarlar!”  söylendi.

Düşünceleri böyle seyir ederken birden kontrole takıldı. “Acaba…”dedi, “Ben mi fazla kafaya taktım? Cinayetlerin bir bağlantısı yoktur. Bir seri katil de yoktur ortada. Ama neden o zaman bir cinayet işlenmiyor kaç gündür bu şehirde! Meçhul bir cinayet işlense ben de kurtulurdum bu kuruntudan. Bu ayrıntı bir takıntı durumuna dönüşmezdi o zaman bende. Neden öldürülmüyor kimse!?” dedi kendi kendine. Durdu az önceki söyleminden, kurduğu cümleden, dolayı utandı.  İnsanın ölümünü istemek! Kınadı kendini böyle düşünebildiği, insan ölümünü istediği için. Lakın o salt işini yapmak, en iyi şekilde yapabilmek istiyordu. İşi insan ölümüyse, cinayetler, katiller ve cesetler ise o ne yapabilirdi? İşini sevdiği ve yapmak istediği için onu suçlayabilir miydik?  Söz konusu insan hayatı, canlının yaşamı olması bu durumu değiştirir miydi?

Oturmuş koltuğunda bomboş bekliyordu öylece. İşe yaramaz biri gibi. Hayır! Kadir’in beyninde çalkalandı bu söz. “Sen işe yaramaz birisin!” babasının o düz, soğuk, üsten bakan, küçümseyici, sert ve tok sesini duyar gibi oldu. “İşe yaramaz biri değilim, hayır!” diye bağırarak yumruğunu masaya vurdu. Düzelttiği kâğıtlar tekrar dağıldı ama o umursamadı omuz silkip  “Lanet olası cinayetlere neden bu kadar takıldım ki!” 

Eyüp Saka

Esrar Kargaşası’nın diğer bölümlerini okumak için tıklayınız.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.