8 Mart’a Özel 8 Emekçi Kadın Edebiyatçı
Türk Edebiyatına Çeşitli Eserler Vermiş Toplumcu Gerçekçi Kadınlar
Takvimlerimiz sekiz martı gösterirken, bizler de bu hususta metinler üretmenin heyecanı içerisindeyiz. Kimimiz aktif bir şekilde faaliyet gerektiren eylemlere katılarak mücadelesini veriyor; kimimiz ise evde, masasının başına geçerek söylemek istediklerini sözcüklerle haykırıyor. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, ilk anıldığı tarih olan 1910 yılından bugüne değin dünyanın her yerindeki kadınlar tarafından kutlanıyor ve katledilen kadın işçiler büyük bir minnetle milyonlar tarafından anılıyor. Günün anlam ve önemine değindikten sonra dümenimiz hızlıca edebiyata doğru kırılıyor. Elimize yerli edebiyatı alıyor ve unutulmaz eserleri hep birlikte incelemeye başlıyoruz.
Türk edebiyatında toplumcu gerçekçilik çizgisinde eser veren edebiyatçılar ne yazık ki diğer görüş ve fikirlerde eser verenlere binaen daha az sayıda bulunuyor. Özellikle açlık, yoksulluk, hak arama mücadelesi, işçi, köylü, çiftçi, gecekondu yaşamı, işsizlik ve sınıfsallık gibi konuları temele alan toplumcular, genellikle öykü ve roman türündeki eserlere yoğunluk veriyor. Bu akımda aklımıza gelen ilk üç isim şaşmaksızın “kemaller” oluyor: Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir. Ardından ise şiirde: Nâzım Hikmet, Hasan Hüseyin Korkmazgil ve Vedat Türkali gibi isimler de mısralarıyla sınıf savaşımına destek veriyor. Ancak acı bir gerçek ile arama motorlarında yapılan aramalarda yahut çeşitli araştırmalarda göze çarpan ve öne çıkan isimler yazık ki “kadın edebiyatçılar” olmuyor, olamıyor. Bu yazımızda şiirdeki emeğin ve alın terinin sahibi üç şair kadına: Gülten Akın, Sennur Sezer, Yaşar Nezihe Bükülmez ve düzyazıda halktan yana kalemini oynatan beş büyük edebiyatçı kadına: Suat Derviş, Sevgi Soysal, Duygu Asena, Füruzan ve Erendiz Atasü’ye yer veriyoruz.

Gülten Akın, bireyci bir bakış açısıyla başladığı edebi yönünü hayatla iç içe yaşadığı günlerle beraber yavaşça toplumcu bir bakış açısına doğru kaydırıyor. Başat bir unsur olarak şiirlerinde, emek, kadın, alın teri ve türküler var oluyor. Yapılan göçler ve giderek artan gecekondulaşmanın sosyal hayattaki sonuçları, onun mısralarında kendini hemencecik belli ediyor. “Kadın Olanın Türküsü” isimli şiirinde gurbeti çok güzel anlatıyor ve naif isyanını da dile getirmekten çekinmiyor: “Biz nereye düşeriz, halk fakir fıkara/ Her bahar, her yaz gurbette/ Sılaya dönmesi olur velâkin/ Ne sılamız belli, ne gurbetim.”

Direnişin kadın halini mısralarında bulduğumuz Sennur Sezer, emeği ve yoksulluktan doğan sıkıntıları her daim cesurca haykırıyor. İlk kitabını “Gecekondu” ismiyle yayımlayarak edebiyat dünyasına hızlı ve dikkat çeken radikal bir giriş yapıyor. “Direnç Doğuran Kadına” başlıklı şiirinde bizlere öyle çok şey anlatıyor ki, her birimizi dirençli olmaya adeta ufak bir tatlılıkla zorluyor: Yorulur gövdene inen sancılar/ Acılar bakır/ Beklemeyi bil/ Başkaldırır gövden başkaldırır/ Susar/ Önce öleceğim sanacaksın/ Direnmen bitsin diye uğraşacak sancın/ Gitgide sıklaşacak kamçılar/ Sessiz ağlayacaksın.”

Yaşar Nezihe Bükülmez’le uzun yıllar öncesine, hatta rejimin dahi farklı olduğu bir döneme gidiyoruz. Henüz cumhuriyet ilan edilmemiş ve Osmanlı varlığının son demlerini yaşıyor. İşçiler eylemler yapmaya, büyük ve toplu grevler baş göstermeye başlıyor. Kalabalıklar ardından gür ve kendine güvenen bir kadın sesi yükseliyor. Yaşar Nezihe, tüm dünyanın işçilerini yazdığı proleter şiir ile selamlıyor. İlk kez 1 Mayıs için yazılan bu mısralar, Türkiye’den genç bir kadının ağzından dökülüyor. “Baştanbaşa işte koca dünya hareketsiz; “Yıllarca bu birlikte devam eyleyiniz siz./ Patron da fakir işçilerin kadrini bilsin/ ta’zim ile hürmetle sana başlar eğilsin./ Dün sen çalışırken bu cihan böyle değildi./ Bak fabrikalar uykuya dalmış gibi şimdi.”

Kadın hakları alanında verdiği mücadelelerle süresiz olarak minnettar olduğumuz bir yazar olan Suat Derviş, gazetecilik yaparken edebiyat alanında kendini bir hayli geliştiriyor. Romanlarında genellikle ölümü, insanın içsel sorunlarını, sınıfsallığı vurguluyor ve burjuva olarak konumlanan sınıfı ağır bir şekilde hicvediyor. Yeşilçam’ın unutulmaz filmlerinden biri olan “Fosforlu Cevriye” kitabı, Suat Derviş’ e ait olurken aynı zamanda başarılı yazar, sinemaya mâl olan bu kitabında toplumsal sınıf ve statü farklılıklarına bolca değiniyor.

Eserlerini ürettiği dönemde çeşitli sansürlere maruz kalan kadın yazarların başını ise Sevgi Soysal çekiyor. “Yürümek” isimli kitabı ülkede çoğu kez farklı sansasyonlar yaratıyor ve yayımlanması uygun bulunmuyor. Meşhur eseri “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti”nde ise, 1970’li yılların Türkiyesi’nin sorunlarını gayet net bir dille anlatıyor. Namus algısı, eşitsizlik ve aile içinde yaşanan problemlere odaklanan kitap, yazar tarafından tutuklu olduğu süreç içerisinde, bir cezaevinde bitiriliyor.

Duygu Asena’yı çoğumuz feminist yaklaşımları ve ürettiği aktivistlikle dolu romanlarıyla tanıyoruz. Popüler kültürde kendine yer bulan “Kadının Adı Yok” isimli kitabı basıldığı dönemden başlayarak günümüze değin büyük bir yankı uyandırmayı başarıyor. Kadın hakları, eşitliği ve özgürlüğü adına faaliyetlerde bulunuyor ve eserlerini eril zihni protesto etmek gayesiyle, korkusuzca ve tabuları yıkarak üretiyor. Kadınların hak arama mücadelelerine sağladığı destek hâlâ güncelliğini koruyor ve direnen kadınlara yol gösteriyor.

Füruzan der demez aklımıza “Parasız Yatılı” geliyor. Başarılı yazar; Ezilen, hakları yenen, ötekileştirilen insanların öykülerini eserlerinde anlatmaya önem veriyor. Yazarlığının yanı sıra çeşitli senaryolara imza atıyor ve filmlerde yönetmenlik rolünü üstleniyor. “Benim Sinemalarım” adlı eseri beyaz perdeye aktarılıyor. “Kırkyedililer” olarak yayımladığı romanında ise, Türkiye’nin siyasal çalkantılarla yoğrulduğu 68 dönemi devrim ve isyanlarla harmanlanarak anlatılıyor. Romanları sürükleyiciliğinin yanı sıra, kadın hakları, emek ve hak arama mücadelelerini konu ediniyor.

Türk edebiyatında kadın özgürlüğü ve hakları için mücadele verip feminizmi sanatla buluşturan bir diğer yazar Erendiz Atasü oluyor. Toplumda ve sosyal hayat içerisinde gördüğü sorunları kadın bakış açısıyla ve kadının gözünden anlatıyor. Kendine özgü anlatımıyla, tabuları, kadına dayatılan cinsellik ve namus algısını, patriyarkal düzeni ve eril sistemi eleştiriyor, inceliyor ve romanlarında sık sık bu temalara başvuruyor. “Kadınlar da Vardır” isimli eseri, çeşitli öykülerden oluşuyor ve bu öyküler yayımlandıkları günden beri özellikle kadınlar tarafından büyük bir beğeni topluyor.
Müthiş yetenekli bu sekiz kadın ürettikleri ve yazın dünyasına kazandırdıkları birbirinden değerli eserleriyle güncelliklerini koruyor ve süresiz hatırlanmaya devam ediyor. Emek vererek tasarladıkları her bir satırları kadınlara ilham veriyor ve yol gösteriyor. Kalemini halktan yana kullanan ve toplumun tüm insanlarına hizmet eden düşünceleri, günümüz dünyasının şekillenmesinde önemli rol oynuyor. Başucu kitaplarımızı onların yazdıkları oluşturuyor. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, edebiyata eser veren nice kadın yazarın ve şairin adını yâd etmek için yeterli olmuyor. Her gün farklı mekânlarda, farklı kişiler tarafından okunan tüm kadın edebiyatçılar, evrensel bir ilke ile tüm insanlığa yüreklerini sunuyor ve duygularını paylaşıyor.
Şimal Yanpınar