Yazmak Yetenek İster

Yazmak yetenek ister. Öyle gece gündüz çalışacağım, okumadığım kitap bırakmayacağım demekle olmaz bu iş. Demeyip yapsanız dahi yine olmaz da bu söylemi yerine getiremezsiniz. Bomboş sözler bunlar, içi hava dolu balon gibi. Gazla nereye kadar gidebilirsin ki! Çalışmak, sabah akşam çalışmak… Hah ha ha! Hiç güleceğim yoktu. Boşuna yazma hevesi kurmayın çocuklar, yetenek olmadan yazamazsınız. Yeteneğiniz olsaydı yazmayı düşlemezdiniz, yazardınız. Size bu sıran satmayacağım ben. Sıra herkes yalan…

Erdal Bey! Sanırım araya girmem gerekecek artık. Karşınızdaki çocuklara mesleğinizi anlatacaktınız sadece, onlara mesleğinizin güzel yönlerini söyleyecektiniz. Siz çocuklara neler söylediniz böyle.  Hayal kuran çocukları hayal kurdukları için yargıladınız. Bu her şeyden önce insani bir davranış değil. İyi bir yazar olabilirsiniz ama egonuz yazdıklarınızdan da büyük! Lütfen sınıfımı terk edin!

Tamam, gidiyorum ama siz çocuklara yalan satıyorsunuz. Ben gerçeklerden bahsettim, sokakta yaşayacaklarını haber verdim onlara. Siz dört yanı betonla çevrilmiş bir yerde çocukları dünyaya hazırlayabileceğinizi mi sanıyorsunuz?

Defolun, gidin! Sizi aşağılık herif! Siz nereden bileceksiniz çocukların nasıl yetişeceğini. Önce çocuklar ile konuşmasını öğrenin!

Erdal sınıftan çıktı, okuldan çıktı, yürümeye başladı. Nereye gittiğini henüz kendi de bilmiyordu. Yürüdü ayağının onu götürdüğü yere. Bazen hızlı adımlar bazen ağır adımlar atıyor, sık sık etrafa bakınıyordu. Birini arıyormuş gibi insanların yüzünü sorguluyor, kaybettiği bir eşyasını bulmaya çalışıyormuş gibi her yanı gözleriyle didik didik ediyordu. Ters biri gelip ona çatsa, “Ben ünlü yazarım beni tanımıyor musunuz?” ya da “Gözlem yapıyorum Beyefendi.” benzeri cümleler kuruyordu sürekli. Bu cümleler ve anlamlarıyla üste çıkmayı başarıyordu. Başarısız deneyimleri de olmadı değil fakat tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. Bakmayın siz onun çocuklarla böyle konuştuğuna istediği zaman öyle tatlı tatlı, öyle sevecen konuşur ki kahramanımız, siz haklı olduğunuz halde ondan özür diliyor olarak bulurdunuz kendinizi. Erdal’ın başına bir iş gelmeden ayakları onu gitmesi gereken yere götürmüştü. Sorumluluk sahibi ayaklar Erdal’ı kitap kafesine getirmişti. Erdal başını geldiği yöne çevirince nereye geldiğinin farkına vardı ve “Hayır!” sözleriyle geri dönüş yoluna düşmek için döndü. Döndüğü anda karşısında açık mavi renkli mantosu, boynuna sıkıca sardığı pembe renkli atkısı ve beresi olan bir kız çıktı. Yanakları soğuktan kızarmış, pembe dudakları büzüşmüş, beresini kenarlarından uçları mor renge boyatılmış bu gülümseyen kız Erdal’ın verdiği sözden cayamamasına, kafenin içine girip genç yazarlar ile sohbet etmek zorunda kalmasına neden olacaktı. “Merhaba Erdal Bey! Hoş geldiniz! İsterseniz içeri girelim.” dedi, çilek kokan sesiyle. “Tabii” dedi Erdal çatlak sesiyle. Kaçamayışının kızgınlığını sesine yükletip kırmıştı sessini. Nereden bu işe bulaştığını düşündü. Karmaşık düşüncelerinin arasından çekip çıkaramadı. Erdal kafenin kapısını açarken bir büyülü diyara açılan gizemli kapıyı açtı sanki. Büyülü diyarın bilinmeyişi gibi bilinmiyordu Erdal’ın geleceği. Neler yaşayacak neler değişecekti onun hayatında; en çok da düşünceleri… 

Eyüp Saka

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.