Kolları aşağı sarkan esmer bir çocuk vardı elinde,
Sıkıca bağladığı bez bir çıkın belinde,
Diğerinin, güneş ışıldardı apaçık kelinde
Belki de bir umut kıpırtısı gördüler ilerde.
Ne var ki yitmişti çoktan ümitleri,
Kapanmıştı kapılar, yüzlerinden içeri
Herkes kafasını çevirmişti haşin bir kibirle,
Esmer çocuğun kolları gevşemişti ip gibi…
Yürümekten ayakları aşınmıştı ikisinin de
Çölün ortasında büyük bir kaktüs yelleniyordu.
Dudakları kurumuştu susuzluktan iyice,
Bir atlı muhafız ordusu karşılarına kurulmuştu.
Nereden geldiklerini, kim olduklarını sordular;
Cevaplayınca soruları apar topar kovuldular,
Ellerindeki kimlik kartına baktılar,
Sonra dönüp birbirlerine dediler ki “haklılar”!
İnleme sesleri geliyordu şimdi, derinden kulaklarına
Arada mola veriyorlardı geniş sahrada,
Ağlıyordu kimi zaman esmer kolların arasından bir ana
Ayakları parçalanıyordu delicesine yürürken baba.
Sonunda büyük bir kapı gördüler;
Heyecanla tüm güçlerini geri topladılar,
Esmer kollar bile canlandı yeniden!
İki kelime dökülüverdi kurumuş esmer dilden:
Şimdi “su” istiyordu çocuk tüm var gücüyle
Diğerleri çırpınıyordu koca çölde, beride…
Kapıyı tıklattı anne, çocuğunu kuma bırakarak
Bir ses geldi arkadan tokmağa dayanarak
Yine sordular hangi ülkeden, “kimsiniz”?
Sonra olmaz dediler, siz “hiç kimse değilsiniz”.
Lütfen deyip yalvardılar, yavrumuz ölecek!
Tokmağın ardındaki ses “hangi yavru” dedi gülerek.
Tüm sevinçler hüzne dönüşüverdi,
Artık kalan son takat de sessizce yitip gitti.
Anlaşılan küçük yavrucak ayrılmıştı buradan,
Artık ne olsa boştu gelecek yardan,
Sarıldılar, ağladılar kurumuş minik bedene
Yolun sonunda bir feribot bekliyordu onları denizde.
Sürüklenerek ulaştılar bu makine gücüne.
Yalnız iki kişiydiler fakat bedenden öte…
Denizin dalgaları yerle bir ediyordu herkesi,
Bottaki üç kişi sallandı, gözden yitti
Diğer kalan otuz iki kişi,
Tuzlu sular eşliğinde kaderlerine mahkum edildi.
Bu bir “hikaye şiiri” olmadı olamaz hiçbir zaman,
Masal gibi gelir kulaklara, lakin olağanca gerçek!
Bir gün biri sorarsa “arkadaşım nerede?” diye,
Söyleyin bakalım o zaman kim cevap verecek?
Sınırları çizenlerin elbet vardır bir bahanesi,
Koca dünyanın içinde karman çorman insan pireleri.
Hukuk dahi boşa gider böyle vakitlerde
Bir devlet “tanımazken” bir diğer devleti.
O zaman olan, ölene olur bomboş bir hırstan…
Esmer çocuğun ruhu çöllerde gezmekte,
Gelen geçene selam vermekte.
Anne ve babası büyük bir feribotla denizde,
Çocuk soruyor aynı soruyu herkese:
“Niye almadınız beni büyük kapılarınızdan içeri?”
“Çok mu göründü gözünüze, körpecik bedenim?”
Ama doğru siz sevmezsiniz bizim gibilerini
Söyleyin o zaman “kimdir sizin için dünyanın ilkleri?”
Değerli mücevher olmuş her bir yanınız,
Aklınız fikriniz parayla sınırlanmış,
Üzülüyorum kendime değil yalnızca size,
Yeniliyorum nakaratımı her bir kişiyi gördüğümde.
Nasıl bekliyor heyecanla dünyayı gelecek,
Doğumlar niçin ölümlerden çok?
Bu kadar seviyorsa bizi tüm kainat koşulsuz,
Eğer her gün yeni bir gün doğuyorsa bir şey yokmuşçasına…
Kuzular doğuruyor, kadınlar ölüyorsa,
Söyleyin o vakit:
Bizim hesabımızı kim verecek?
Masaya oturulmuş yine keyifli keyifli
Bardaklar doldurulmuş, çerezler hazırlanmış
İçeride beyaz önlüklü birileri özür diliyor,
Portakalın kabuğu birinin canını yakmış.
Fısıldamıyoruz artık, bağırıyoruz biz
Anneler, babalar, çocuklar hep beraber!
Sınırlarınızı ters çevirip top yapıyoruz elimizle,
İnanıyoruz, bu kez dünya da bizimle.
şimal yanpınar