Geciken Mektuplar

28 Haziran 2018

Sevgili günlük,

Tanıdın mı beni?

Gerçi tanımasan da darılmam çünkü ben bile tanıyamıyorum kendimi aynaya baktığım zaman.

Benim… Gonca… Ali’nin gonca gülü. O gittikten sonra solan gülü…

Bak ben geldim, sevgili günlük. Yıllar sonra dönüp dolaşıp yine sana geldim işte… içimi dökmeye…

Çok aradım seni ama bulamadım. Neyse… sonunda buldum ya, önemli değil.

Sana yazmayalı çok… çoook uzun zaman olmuş. Küsme bana bu yüzden sevgili günlük. Ben sadece senden değil, kendimden de uzaklaştım yıllarca. Kaleme küstüm, kağıda küstüm, hayata küstüm. Bahçemdeki gonca güllere bile küstüm. Sen biliyorsun neden.

Bir tek sen biliyorsun zaten, neden küstüğümü…

Özür dilesem… Kabul eder misin beni? Yine dinler misin sessizce anlattıklarımı? Saklar mısın sırrımı, bunca sene sakladığın gibi? Yıllardır neden evlenmediğimi bir tek sen biliyorsun… Neden Ali’mden başka bana kimsenin dokunmasını istemediğimi…

Belki bu sana yazdığım son sırrım…

Sevgili günlüğüm, tek dert ortağım… o döndü! Bugün o, geri döndü! Biliyor musun? Ali’m! Ali’m geri döndü!

Bir görsen… ne kadar yakışıklı hâlâ. Yıllar hiç eksiltmemiş yiğit Ali’mi. Onu görünce yüzümdeki kırışıklıklardan utandım.

Göğsünde kan lekesi vardı, sordum ne olduğunu, söylemedi. “Bu yüzden mi dönmedin Ali’m?” diye tekrarladım ama o sustu sadece. Yatağımın başına oturup eliyle başımdaki yazmayı sıyırdığında hemen geri örttüm ak düşen saçlarımı gizlemek için. Onunkiler hâlâ simsiyahtı, utandım.

“Çok özledim Gonca gülüm,” dedi bana yazmamı tekrar indirerek. “Bırak da koklayayım.”

Kaç gündür yıkanmamıştım. Yataktan kalkacak mecalim bile yoktu. Kokuyor olmalıydım ama o… o yüzünü saçlarımın arasına gömüp kokladı beni. Sanki cennet bahçelerinde açan bir gonca gülmüşüm gibi uzun uzun kokladı.

“Gonca gülüm… çok beklettim seni.” dediğinde ” Döndün ya,” dedim.

“Bir daha gitme olur mu?”

Gitmesi gerekmiş sevgili günlük. Ali’m kalamazmış yanımda. İçime nasıl bir sıkıntı çöreklendi bir bilsen… nefes alamıyorum. Galiba yolun sonuna geldim sevgili günlük. Ali’m yarın yine gelecekmiş, beni de yanında götürecekmiş. Dedim ya bu sana son yazışım. Bil istedim… Sonunda Ali’me kavuşacağım.

Gözyaşları içinde kapattım Gonca teyzemin günlüğünü. İçimde buruk bir mutluluk vardı. Demek ki sonunda kavuşmuş sevdiğine. Yıllardır Kore savaşından dönmesini beklediği Ali’si sonunda dönmüş, onu da alıp götürmüş demek ki. Elimin tersiyle ıslanan yanaklarımı sildim. Gerçek aşk var işte… var. Bu günlük bunun apaçık ispatı.

Eğer bir insan bir ömür sevdiğini bekleyebiliyorsa, bu dünyada sevmek var ve bir insan sevdiğini son yolculuğunda karşılamaya geliyorsa sevilmek de var.

Böyle bir aşka duyduğum özlemle gözlerimi kapatıp günlüğe sarıldığım bir anda telefonuma gelen bildirim sesiyle sıçrayarak irkildim. Cebimden telefonu çıkarıp baktığımda gelen mesajın erkek arkadaşımdan geldiğini gördüm.

“Nerede kaldın ya? Bekleye bekleye ağaç oldum burada. Eğer 15 dakika içinde gelmezsen ben gidiyorum!”

Acı acı gülümsedim. Gonca teyze sevdiğinin gelmesini 65 sene beklemişti. Kaan ise 15 dakikaya bile söyleniyordu.

“Biliyor musun Kaan,” yazdım. “Seven insan bekler… yolun açık olsun güle güle.”

Günlüğü sırt çantama koyup son defa hâlâ gonca gül gibi kokan odaya baktım. Yıllardır dolu olan yatak şimdi boştu. “Mekanın cennet olsun gül teyzem,” diye geçirdim içimden. “Ali’nle birlikte İnşallah.”

Ardımdan kapıyı kapatıp kırmızı güllerle donatılmış bahçeye adımımı attığımda sert bir cisme tosladım. Acıyla çığlık atıp başımı ovalarken “İyi misiniz? Kusura bakmayın beni gördünüz sandım,” diye seslenen kişiye kaşımın altından ters bir bakış attım.

Çarptığım sert cisim meğerse bir insanmış. Hem de ne insan! Uzun boylu, geniş omuzlu, ela gözlü… yakışıklı…. ayyy çok yakışıklı!

“Ne oluyor kızım kendine gel!” diye içten içe kendimi telkin edip hemen saçımı başımı düzelterek kendime bir çeki düzen verdim. “Siz kusura bakmayın efendim fark etmedim sizi.” dedim hanımefendiliğimden ödün vermeyerek.

Gülümsedi. Ah… o nasıl bir gülümsemeydi öyle dudaklarının ucu kalbime dokunmuştu sanki.

“Asıl siz kusura bakmayın,” diye özrünü tekrar dile getirdiğinde elini çenesine götürüp mahçup bir şekilde açık kahvelerini gözlerime temas ettirirken “Şey… ben Gonca Toprak’ın evini arıyordum da… Burası mı?” diye sordu.

“Evet evet burası,” diye cevap verdim hemen. Kahretsin dudaklarım istemsizce kulaklarıma kaymıştı ve ben şu an sırıtıyordum. İki yıldır bakımını yaptığım ve bir hastadan çok bana bir teyze gibi olan kadını dün kaybettiğim gerçeği bir duvar gibi alnıma çarptığında “Yani burasıydı,” diye düzelttim az önceki sırıtkan halimden utanarak. “Gonca teyzemi dün kaybettik de,” dedim kısık bir sesle.

“Hay Allah… başınız sağ olsun, geç kaldım desenize.”

“Neye? Siz kimsiniz ve neye geç kaldınız ve ayrıca Gonca teyzemi neden arıyorsunuz ki?” diye art arda aklımı kurcalayan soruları sıraladığımda “Beni dedem gönderdi,” diye cevap verdi. “Kore gazisi kendisi. Yıllardır aradığı mektupları bulmuş da… Kore’de şehit düşen arkadaşının sevdiğine yazdığı mektuplar. Adı Ali’ymiş… Ali Yılmaz.”

Bunu duyunca gözlerim doldu. “Onlar kavuştu bile,” dedim sesimin tonunu düz tutmaya çalışarak. “Şehit Ali, dün Gonca gülüne kavuştu.”

Sustu. Ben de sustum. Söylenecek başka ne kalmıştı ki? Onun açık kahvelerinde geç kalmışlığın pişmanlığı vardı benim koyu kahvelerimdeyse kavuşamamanın hüznü. Sanki o an ben Gonca Gül’düm o da Şehit Ali. Ne tuhaf…

Hatice Işıktaş

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.